MUSTAFA ARMAĞAN - ATATÜRKÇÜLÜK BİR İDEOLOJİ OLABİLİR Mİ?

MUSTAFA ARMAĞAN - ATATÜRKÇÜLÜK BİR İDEOLOJİ OLABİLİR Mİ?

MUSTAFA ARMAĞAN - ATATÜRKÇÜLÜK BİR İDEOLOJİ OLABİLİR Mİ?


"Atatürk’ün kurduğu parti” diye hava bastıkları Cumhuriyet Halk Partisi bir terör örgütü olan PKK’nın uzantısı HDP ile seçim işbirliğine gitti. İşe bakın: En sıkı Türkçü ve Atatürkçü olduğunu söyleyen parti bugün Kürtçü hareketle kader birliği ediyor. (1991’de de Meclise girmesine koltuk değneği hizmetinde bulunmuştu.) 

Türkçü ve Türk milliyetçisi olduğunu söylemek ne kelime, bağıran, hatta sol veya sağda kendisinden biraz olsun farklı düşünenleri ağır ceza mahkemelerinde yargılayıp mahkum eden sabıkalı bir parti bu bukalemun kıvraklığını ve “kızarmaz yüzü” neye borçlu?   

Tabii ki bir ideolojisi olmamasına. Çünkü CHP’nin bir ideolojisi yok ve hiç olmadı.

‘Oldu mu şimdi, CHP en ideolojik partidir, ideolojisi de Altı Ok’ta temsil edilen Atatürkçülüktür’ türü zırvalara girecekseniz bu yazıyı okumayı bırakabilirsiniz. 

Önce “ideoloji”nin ne olduğunu bilmiyorsunuz, sonra “Atatürkçülük” diye bir ideolojinin olmadığından bihabersiniz demektir.

Edward Shils’in tanımıyla söylersek ideolojiler “İnsanın, toplumun veya bir toplumsal alt birimin geliştirdiği insan, toplum ve kâinata dair kuşatıcı bilişsel ve ahlakî inanç sistemleridir.”

 

CHP’lilik ve o çok lafını edip de tanımlamaktan kaçındığı Atatürkçülüğün yukarıdaki ideoloji tanımının tek bir kelimesine uyduğunu söyleyecek aklı başında biri bulunabilir mi? Kadro hareketinin başına, Kemalizmin ideolojisini yapmaya kalkınca ne geldiği ortada. Bizzat Gazi bile onlara sahip çıkmadı ve emir demiri keser misali Kadro dergisi şak diye kapatıldı. 

Demek ki Atatürkçülük ideolojiden hoşlanmıyor ve tanımlanmaktan uzak durmaya özen gösteriyordu. Önce özel girişimci, sonra devletçi, nihayet karma ekonomici olmuştu. Bunların hangisi savunulacaktı?

Nitekim 1960’larda sağ kalan silah arkadaşları ve kalemşorlarına sorulduğunda çoğu ‘Atatürk bugün yaşasa Amerika’nın tarafını tutardı’ diyecekti. CHP gemisi de buna paralel olarak 60’ların ortalarında solcu, 80’lerden sonra sosyal demokrat, 90’larda laikçi olup çıkacak, Kılıçdaroğlu döneminde ise Kürtçülüğe yelken açacaktı. 

Dolayısıyla CHP’nin bir ideolojisi olmadığı gibi kendisini bekçisi saydığı Atatürk ve Atatürkçülüğün de bir ideolojisi bulunmamaktaydı.

 

Atatürkçülüğün eleştirisi neye mal olur?     

İ:Ü. Edebiyat Fakültesi’ne başladığım tarihte (1981) önceden kitaplarına aşinalığım bulunan hocalardan biri de rahmetli Mehmet Kaplan’dı. Bize derslerde “Atatürk’ün de dediği gibi” şeklinde açıklamalar ekler, ara sıra onun sözlerinden örnekler verirdi. Zaten talebeleriyle birlikte yayına hazırladığı, çok sayıda “Atatürk” başlıklı kitap Kültür Bakanlığı tarafından yayınlanmaktaydı. 

Materyalizmi eleştiren Fransız filozofu Bergson okuyacak kadar ufku geniş olan Kaplan hocanın bu ısrarlı Atatürk vurgusu ne yalan söyleyeyim beni kendisinden soğutmuştu. Çok zengin bir okuma sürecinden geliyordu, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın talebesiydi, filozof Alain’den tercümeleri vardı ama neden böyle bir takıntısı olduğunu anlayamıyor ve eleştiriyordum kendimce.

Bir kere daha anladım ki acele hüküm vermemek lazımmış. 

On yıllar sonra tarihe dair araştırmalarım beni arşive sürüklediğinde Hür Adam gazetesiyle karşılaştım ve 28 Ekim 1952 tarihli nüshasında bir yazıyla karşılaştım. “Atatürkçülük bir ideoloji olabilir mi?” başlıklı yazıyı o kadar içerek okumuştum ki, yazarını gözlerim son satıra gelince arayacak ve bulduğunda Urfa deyimiyle iki çini (kolu) yanına düşecekti: Yazı Doçent Dr. Mehmet Kaplan tarafından kaleme alınmıştı!

Birazdan size kitaplarında bulunmayan bu yazıdan tadımlıklar sunacağım ama itiraf etmeliyim ki, benim tanıdığım Prof. Mehmet Kaplan’ın üslubuna hiç benzemiyordu. Atatürk ve Atatürkçülüğü gayet dengeli bir eleştiriye tabi tutan bir aydınlık tütüyordu yazıdan. Ve onun bir ideoloji olmadığını haykırıyordu.

 

Kendi hocamı yeniden keşfediyordum. Okuyordum, gözlerim yanıyordu:

“Hakikati açıkça söylemek lazım gelirse, Atatürkçülük, Türkiye’de, Atatürk öldükten sonra doğan bir içtimai hastalığın adıdır.”

“Diktatörlükle idare olunan memleketler müstesna, dünyanın hiçbir yerinde fani bir şahsın bir millete bir nas ve bir iman gibi kabul ettirilmeğe çalışıldığı görülmemiştir.”

Balyoz etkisi. Bu Mehmet Kaplan o Mehmet Kaplan mıydı?

Acı gerçeği sonunda öğrenmiştim. Siz de merak ettiniz belki ama lütfen hocamın şu satırlarını da okuyun da öyle açıklayayım:

Dalaletten uyanış

 “Yapılan bütün propagandalara rağmen, Atatürkçülük, kelimenin hakiki manasıyla bir “ideoloji” olamaz. Zira “ide” kelimesinin de belirttiği üzere, her “ideoloji”nin temelinde bir “fikir”in bulunması icap eder. Atatürk ise, bir “fikir” değil, bir “Şahıs”tır.

İnsanlığı harekete getiren bütün ideolojilerin kökünde bir “fikir” vardır. Şahıs etrafında teşekkül eden fikirler bulanık kalmağa mahkûmdur, hele bu şahıslar, düşüncelerini “sistemli” bir şekilde ortaya koymamış iseler. Hatta Hitler, Lenin ve Stalin gibi şahısların fikirleri de rasizm (ırkçılık), materyalizm ve komünizm gibi büyük fikir cereyanlarına bağlanır.

Atatürkçülük, idealizm midir, realizm midir, sosyalizm midir, nasyonalizm midir, rasyonalizm veya entüisyonizm (sezgicilik) midir? Hiç biri değil, hepsidir, denilirse, buna gülünür. Zira, bu kadar insicamsız (tutarsız) bir fikir mecmuasına “ideoloji” adı verilemez.”

Yazı tam bir fikir şöleni halinde devam eder: 

“Atatürk bir “fikir adamı” değil bir “hareket adamı” idi. Türkiye’nin tarihinde çok mühim bir rol oynadı. Yaptığı hareketler de şüphesiz bazı fikirlerden mülhem oldu, fakat bunlar, şuradan buradan toplanmış şeylerdi. İnsicamlı ve tenkidli bir zihniyetle incelenirse, Atatürk’ün hareketleri ve fikirleri arasında bir sürü “tezadlar” bulunabilir. Bunları tarihî ve ferdî sebeplerle izah mümkündür. Fakat bunlara, toptan, bir “ideoloji” nazariyle bakılamaz. Bu, “fikir” denilen şeyin ne olduğunu bilmemek olur. 

Hür ve medeni memleketlerde, tenkid edilmeyen hiçbir şey yoktur. Allah’ın ve Peygamberin münakaşa mevzuu olduğu bir devirde, ne kadar büyük olursa olsun, bir şahsın tenkid dışında tutulmak istenmesi, bunun için kanunlar çıkarılması, tehditler savrulması, hele bunu yapanların aynı zamanda hürriyet ve demokrasiden, Avrupalılık ve ilimden bahsetmeleri, akıl alır şey değildir. Türkiye’de eğer kuvvetli bir tenkid ve felsefe zihniyeti olsaydı, ikide bir bu nevi dalaletlere düşmezdik.”

Anladım ki, kaleme aldığı bu tür aykırı fikirlerinden dolayı 27 Mayıs darbesi ve sonrasında bir hayli hırpalanmıştı (esasen hırpalamanın Erzurum’daki hocalık yıllarından başladığını da biliyoruz). Bunun üzerine bu ‘tehlikeli’ ve ‘sakıncalı’ yazılarını kitaplarına almadığı gibi kitaplarının ilk baskılarında yer alan bazı yazılarını da çıkarmak zorunda kalmıştı. Kendi kendisine sansür uyguluyordu. Baskıyı içselleştirmişti. 

Derin bir ahh çektim ve rahmetli hocama Fatiha yolladım.