MUSTAFA ARMAĞAN - ALİYEV, KUR’AN ÜZERİNE YEMİN ETTİ, KIYAMET KOPMADI - 18 Şubat 2024 Pazar

MUSTAFA ARMAĞAN - ALİYEV, KUR’AN ÜZERİNE YEMİN ETTİ, KIYAMET KOPMADI - 18 Şubat 2024 Pazar

MUSTAFA ARMAĞAN - ALİYEV, KUR’AN ÜZERİNE YEMİN ETTİ, KIYAMET KOPMADI - 18 Şubat 2024 Pazar


Bizde olsa kıyamet kopardı. Azerbaycan’da kopmadı. Mesele Türklükse onlar da Türk.

Laiklikse laikler. “Çağdaşlık”sa orada başörtüsü takanlar bizden daha az.

Ama Cumhurbaşkanları yemin töreninden önce Azerbaycan Anayasasına, ardından Kur’an’a el basarak yemin ediyor.

Yalnız Azerbaycan mı? Özbekistan Cumhurbaşkanı Şevket Mirziyoyev de geçen yıl Kur’an’a el basarak yemin etmişti.

ABD başkanlarının İncil’e el basarak yemin ettikleri cümlenin malumu.

Ukrayna’da komedyen Zelensky bile İncil’e el basarak göreve başlamıştı.

Diyeceksiniz ki Putin yemin töreninde İncil’e değil, anayasaya el basarak etti yeminini. Doğru ama 2012 yılında olduğu gibi yemin töreni öncesinde Kremlin’deki Çarların yaptırdığı bir kilisede dinî bir törene katılmayı ihmal etmez.

Velhasıl Fransa ile biz, belki birkaç ülke daha sayabiliriz kutsal kitabına yemin etmeyen. 

Anayasalarımızda 

yeminler nasıldı?

Halen Türkiye’de devlet başkanları ve milletvekillerinin Cumhuriyete veya anayasaya değil, Atatürk ilke ve inkılaplarına ve laikliğe bağlı kalmaya ant içtiğini biliyoruz. Peki, acaba Cumhuriyetin kuruluşundan beri hep aynı şekilde mi yemin edilmişti?

Önce demokratik bir devlette şahıslara yemin edilmez. Bu uygulama ancak saltanatla veya meşruti monarşiyle yönetilen ülkelerde mümkün. Bu tür yönetimlerde devlet erkânı Kutsal Kitap üzerine krala veya padişaha sadakatten ayrılmayacağına yemin eder. 

Peki, Cumhuriyet tarihinde yeminler hep bugünkü gibi mi edilirdi?

Önce 1982 Anayasasının 103. maddesini okuyalım: 

“Cumhurbaşkanı sıfatıyla, Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma, Anayasaya, hukukun üstünlüğüne, demokrasiye, Atatürk ilke ve inkılâplarına ve lâik Cumhuriyet ilkesine bağlı kalacağıma, milletin huzur ve refahı, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerinden yararlanması ülküsünden ayrılmayacağıma, Türkiye Cumhuriyetinin şan ve şerefini korumak, yüceltmek ve üzerime aldığım görevi tarafsızlıkla yerine getirmek için bütün gücümle çalışacağıma Büyük Türk Milleti ve tarih huzurunda, namusum ve şerefim üzerine and içerim.”

1961 Anayasasında Cumhurbaşkanlığı yemini epey farklıydı. 96. madde şöyle diyordu:

“Cumhurbaşkanı sıfatıyle, Türk Devletinin bağımsızlığına, Vatanın ve Milletin bütünlüğüne yönelecek her tehlikeye karşı koyacağıma; Milletin kayıtsız şartsız egemenliğini ve Anayasayı sayacağıma ve savunacağıma; insan haklarına dayanan demokrasi ve hukuk devleti ilkelerinden ve tarafsızlıktan ayrılmayacağıma, Türkiye Cumhuriyetinin şan ve şerefini koruyup yüceltmek ve üzerime aldığım görevi yerine getirmek için bütün gücümle ve varlığımla çalışacağıma namusum üzerine söz veririm.”

Şaşırdınız değil mi? 1961 Anayasasında “Atatürk ilke ve inkılâplarına ve lâik Cumhuriyet ilkesine” yemin edilmiyordu. Ya nelere yemin ediliyordu? Vatan, millet, anayasa ve cumhuriyete

Şaşırmaya devam edelim mi?

Allah’ın adına yemin 

anayasadan ne zaman çıkarıldı?

Cumhuriyetin kuruluşunda yürürlükte olan 1921 tarihli Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nda devlet başkanlığı öngörülmediği için (çünkü padişah vardı) devlet başkanı yemini diye bir madde bulunmaz. Dolayısıyla Gazi Mustafa Kemal, 1923’te Reisicumhur seçildiğinde yemin etmeyip Allah’ın adını andığı bir teşekkür konuşmasıyla yetinmiş ve bir yerinde şöyle demişti: 

“Ancak bu sayede ve Allah’ın inayetiyle, şahsıma tevcih buyurduğunuz ve buyuracağınız vezâifi hüsn ü ifaya muvaffak olabileceğimi ümid ederim.”  

1924 Anayasanın 38. maddesinde yeminin “Allah’ın adı anılarak” yapılacağı belirtiliyordu:

“Reisicumhur sıfatıyla Cumhuriyetin kanunlarına ve hakimiyet-i milliye esaslarına riayet ve bunları müdafaa, Türk milletinin saadetine sadıkane ve bütün kuvvetimle sarf-ı mesai, Türk devletine teveccüh edecek her tehlikeyi kemal-i şiddetle men, Türkiye’nin şan ve şerefini vikaye ve ilâya ve deruhde ettiğim vazifenin icabatına hasr-ı nefs etmekten ayrılmayacağıma namusum üzerine Vallahi.”

Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal, Allah’ın adını bir yeminde son defa 1927’deki ikinci dönemine başlarken andı. 

Zaten ertesi yıl Anayasaya laik darbe yapıldı. “Devletin dini din-i İslam’dır” maddesi Anayasadan çıkarıldığı gibi yemin metninin sonundan “Vallahi” kelimesi de tıraşlanarak laikleştirildi ve “namusum üzerine söz veririm” biçimine sokuldu. 1928-1960 yıllarında 28 yıl boyunca yeminin bu şekli kullanıldı. 

Ancak ufak bir farkla: 4 Mayıs 1931’de yapılan yemin töreninde dil sürçmesi mi sebep oldu, yoksa alışmadığından mıdır bilmiyoruz, Mustafa Kemal yeminini Anayasada yazılı bulunmayan iki kelimeyi ekleyerek bitirdi. “Namusum üzerine söz veririm” diyeceği yerde “Namusum üzerine söz vererek and içerim” deyiverdi (https://www5.tbmm.gov.tr/tutanaklar/TUTANAK/TBMM/d04/c001/tbmm04001001.pdf).

Oysa bildiğiniz gibi bir yeminin geçerli olabilmesi eksiksiz ve hatasız okunması gerekirdi. Bu ilave yüzünden yemin tekrarlatılmalıydı ama kim itiraz edebilirdi ki?

Artık Atatürk soyadını almış olan ilk Cumhurbaşkanı, 1935’teki son seçilişinde bu defa Anayasada yazılı olduğu şekliyle “and içerim” demeden yemin edecekti. 

Peki, Cumhuriyetten önce bir yeminimiz var mıydı?

Padişahlık yemini nasıldı?

Meşrutiyetten önce padişahlar yemin etmezdi. Biat ve kılıç kuşanma törenleri bir bakıma yemin sayılabilirse de sözlü ve bir topluluğun huzurunda okunan resmi bir yemin yoktu.

1876 Anayasasında padişahın yemini diye bir madde bulunmaz. Böylece Sultan 2. Abdülhamid yemin etmeden tahta oturan son padişah olacaktı. 

Yemin ederek tahta geçen sadece iki padişah oldu. Sultan Reşad ve Sultan Vahdettin.

Sultan Reşad, 2. Abdülhamid tahttan indirilirken Beyazıt’taki Harbiye Nezareti’ne (bugünkü İÜ merkez binasına) götürülerek askerler arasında yemin ettirilmiş, daha sonra biat töreni icra edilmişti (1909). Ancak Meşruiyet açısından bu kadarı yeterli görülmemiş olmalı ki, bir kere de Mecliste yemin ettirdiler. Tutanağa şöyle geçmiş o yemin:

“Şer’i Şerife ve Kanun-i Esasiye tamâmi-i riayetle (eksiksiz uyarak), hukuk-ı milleti ve menafi-i vatanı sıyanetten (milletin haklarını ve vatanın çıkarlarını korumaktan) bir an ayrılmayacağıma yemin etmiştim. Şimdi sizin de yemin etmenizi isterim.”

Davet üzerine milletvekilleri yemine bağırarak katılmıştı.

Hemen hemen aynı sahne Sultan Vahdettin’in yemin töreninde tekrarlanmış (1918), Mecliste “Şer’-i şerif ve Kanun-i Esasi ahkâmına (hükümlerine) riayet ve vatan ve millete sadakat edeceğime ben yemin ettiğim gibi sizden de yemin taleb ederim” demiş, milletvekilleri yine yemine coşkuyla iştirak etmişti.

1909’dan günümüze nelerin değiştiğini Padişahlık-Cumhurbaşkanlığı yeminleri serüveninden çıkarabiliriz. 

Kıssadan hisse: Yeminler de değişir. 

 

Aliyev, Kur’an üzerine yemin etti, kıyamet kopmadı - Yeni Akit