Vaktiyle aynı başlıklı bir yazı kaleme alıp köşe yazarlığı yaptığım mevkuteye göndermiştim. Ertesi gün bir de baktım, “yalanları” kelimesi acar bayan editör tarafından kesilmiş, başlık “8 Mart Dünya Kadınlar Günü” olmuş!
Bunlar çok fena özgürlükçü ya, mangalda kül bırakmaz, ‘diktatörlük var, fikir özgürlüğü yok, ağzımıza pranga vuruluyor’ diye nutuklar atar fırsat buldukça (hele 8 Mart’larda). Gelin görün ki ellerine en ufak fırsat geçti mi, onlardan daha gaddarını tasavvur etmek kabil değildir.
Solcu ve feminist geçinen çevrelerden bahsediyorum elbette.
Bunların solculuğu solculuk değildir. Sözde ABD emperyalizmine karşıdırlar ya, aldanmayın sakın. Köşeye sıkıştılar mı en ateşli Amerikan havarisi kesileceklerinden kuşkunuz olmasın. ‘Ah, keşke Amerika Türkiye’ye müdahale etse var ya, tadından yenmez!’ diyenler de bu sözde sosyalist ‘savaşımcılar’dan başkası değildir. (Bülent Ecevit, Rockefeller bursuyla Harvard’a gönderilmişti.)
Bunların feminizmi de kendilerinedir. ‘Beyaz feminizm’dir. Beyaz Türklerin feminizmidir. ‘Bütün kadınlar birbirinin kız kardeşidir’ diye bayat bir sloganı Batıdan ithal edip dillerine pelesenk etmişlerdir ama o da bir yere kadardır elbette. Merve Kavakçı’nın Meclisten atılması için kürsünün etrafına etten bir duvar örenler de onlardan başkası değildir. Hani kız kardeştiniz? “N’oldu Paşinyan, raksediyirdin?” Neden savunmak bir yana, bir an önce Meclisten kovulması için hemcinsiniz olan, en önemlisi halkın oylarıyla seçilmiş bir hanımefendiyi evine kapatmak için toptan seferber oldunuz?
Her 8 Mart’ta aynı manşetler: Erkek egemen toplum, ataerkillik, kadınlar eziliyor, hakları verilmiyor şu bu. Bu siyasî terimleri biyolojik bir terim olan dişilik (feminity) üzerinden tartışmaya başlamak başlı başına ciddi bir sorunken bir de ona kuyruklu yalanlar eklenir. Yok eski zamanlarda kadınlar egemenmiş, sonradan erkekler bu düzeni yıkıp kadınları esir etmiş… Daha ne masallar.
Buna Kemalizm boyalı yerli yalanlar eklenmekte gecikmiyor elbette. Türk kadını seçme ve seçilme hakkını dünyanın birçok ileri ülkesinden önce almış bunlara göre. Maalesef bu da yalan.
Türkiye’de kadınlara genel seçimlerde seçme ve seçilme hakkı 1935 yılında uygulamaya girdi. Hem Tek Parti devrinde erkeklerin oy kullanma hakkı var mıydı ki kadınların olmuş olsun? Deyip geçelim ve bakalım acaba dünyada kadınların seçme ve seçilme hakkını kazanma sürecindeki gelişmeler nasıl bir seyir izlemiş?
Yeni Zelanda bizden 41 yıl, Avustralya 32 yıl, Finlandiya 28 yıl, Norveç 21 yıl, Danimarka ve İzlanda 19 yıl, Hollanda, Kanada, Estonya, Litvanya, Latviya, Sovyetler Birliği (Türk Cumhuriyetleri dahil) 17 yıl, İsveç, İngiltere, Almanya, Polonya, Macaristan, Avusturya, Lüksemburg ve Çekoslovakya 16 yıl, ABD ve Belçika 14 yıl, İrlanda 12 yıl, Moğolistan 10 yıl, Ekvador 5 yıl, İspanya 3 yıl, Brezilya ve Tayland ise 2 yıl önce kadınlara genel seçimlerde seçme ve seçilme hakkını tanımışlardır.
Küba bu hakkı kadınlara bizimle aynı yılda tanırken, Fransa ve İtalya 1945’de (bizden 10 yıl sonra), Yugoslavya ve Romanya 1946’da, Bulgaristan 1948’de, Arnavutluk 1958’de, Medeni Kanunu’nu övmekle bitiremediğimiz İsviçre 1970’de (demek dünyanın en ataerkil ülkesinden Medeni Kanun almışız), Portekiz ise epeyce geç, 1976’da (yani daha dün!) tanımıştır.
Bir başka deyişle bizimkilerin kendilerinden önce seçme ve seçilme hakkı tanıdığımız için o kadar övündüğü “ileri” ülkeler sadece Fransa ve İtalya’dır. İsviçre ise halen Avrupa’nın kadın hakları bakımından en “geri” ülkesidir.
Kaynak mı istiyorsunuz, buyurun, hem de Oxford Üniversitesi patentli:
Marilyn J. Boxer ve Jean H. Quataert (editörler), Connecting Spheres, Oxford University Press, 2000, s. 218.
Biliniz ki, tarih kimsenin babasının çiftliği değildir.