Jeologlarımızı cân ü gönülden tebrik ediyorum...
“Jeolog” derken sismolog, sedimantolog vesaire bütün yer ve deprem bilimcilerini kastediyorum ve hepsine hakikaten bütün samimiyetimle “Bravo’” diyorum... Zira artık hemen her yer sarsıntısından sonra “Ne oluyor, büyük deprem geliyor mu?” dendiğinde sadece birkaç dakika içerisinde TV ekranlarında oluveriyor ve bizleri irşad buyuruyorlar!
Telefona sarılıp “Annem ölüyor, yetişin aman!” deseniz, ambülans, jeologlar kadar çabuk gelemez; trafikteki keşmekeş yüzünden mutlaka bir yerlerde takılır, kalır. Şehrin en kalabalık yerinde bir hadise olsa ve “Adam öldürüyorlar, poliiis!” diye haykırsanız, polis bile çok daha uzun zamanda gelir.
Jeologlarımız ise cankurtaranın ile polisin sür’atini geride bırakıyor ve hemen ekranlarda bitiveriyorlar! Davete icabetteki hızlarına birkaç günden buyana yine şahitlik ediyoruz ve dehşetengîz hızlarına bu sebeple şapka çıkartıyorum!
Deprem dediğimiz musibetin Marmara taraflarına gecenin köründe gelmesi âdettendir ya; huyu değişmemiş, geçenlerde geç vakitte yine gelmiş, ben hissetmedim ama epey bir sallanmışız...
Derken, musibet birkaç gün sonra bu defa Anadolu’ya geçti ve geçmişte de musallat olduğu yerleri yeniden sallamaya başladı...
Ve, sarsıntılardan sadece birkaç dakika sonra jeologlarımız ekranlarda arz-ı endâm ediverdiler! Sayelerinde “gerilim birikmesi”, “sismik bilmemne”, “feşmekân atımlı ölü yahut diri fay” yahut “uyuyan fayın hortlaması” gibi ağır mı ağır teknik konularda epey birşeyler öğrendik...
Fakat o da ne? Bir profesörün “ak” dediği, ötekine göre “kara” idi! Üstadın biri “Marmara yıkılacak, taş taş üzerinde kalmayacak, artık ahırette buluşuruz” derken diğeri “Bahsettiğin fay ölü faydır, deprem meprem olmayacak” buyurdu ve birbirlerine girdiler! Derken tartışma daha da renklendi ve İran’daki ayetullahların Mehdî’nin gelişini beklemeleri gibi depremin teşrifini hasretle bekleyen ve hemen her gün etrafa “Çok yakında öleceğiz!” diye konuşup baykuşlara bile haset çektiren bir hoca, deprem olmayacağını söyleyen meslekdaşı için “Bunu iddia edenler bilim adamı değildir” dedi!
Felâket telâllarının önde geleni dün de başka bir kehanette bulundu ve “23 kentte her an 7 ve üzeri deprem olabileceğini” söyledi...
Bu söz, aslında mükemmel bir kolaylık örneğidir: Deprem ihtimali olan alanları genişlettikçe genişletirsiniz ve bu bölgelerde yakın bir gelecekte ufak bir sarsıntı olduğunda “İşte, söylediğim çıktı!” deyip evliya mertebesine yükselirsiniz. Ama işi sadece 23 il sınırlı tutmaz ve “81 vilâyetin birkaçında 24 saat içerisinde 2’den büyük depremler olacak” dediğiniz takdirde, zaten deprem ülkesi olan Türkiye’de hemen her gün 2’den büyük bir değil, birkaç sarsıntı mutlaka meydana geleceği için tahmininiz çıkar ve kerametiniz tescillenir!
PANDEMİ BİTTİ, JEOLOĞA GÜN DOĞDU!
Türkiye “yer bilimleri” diye bir alanın ve bu konunun uzmanı olan jeologların mevcudiyetinden 1999 depreminin hemen ardından, üstadların TV’lerde hiç durmadan arz-ı endâm etmeleri sayesinde haberdar oldu...
Felâketin üzerinden neredeyse 30 sene geçti, jeologlar bu 30 sene boyunca ekranlarda hemen her gece İstanbul’da 7’nin üzerinde bir deprem olacağını söyleyip milleti sadece korkuttular, o kadar! Bazıları “İstanbul bir-iki sene içerisinde mutlaka yıkılacak” diyenleri oldu, sonra süreyi beş yahut on sene daha uzatıp bizlere hayat bağışladılar, derken tahminler 40-50 yıla yükseldi ve yüzde bilmemkaçlık ihtimallerden bahsetmeye başladılar...
Ama birinin söylediği ötekininkini tutmuyordu, farklı tellerden çalıyorlardı, depremin tam ânını belirleyebilmek de zaten imkânsız olduğu için söyledikleri sadece farklı farklı tahminlerden ibaretti...
Deprem çok şükür olmadı fakat pandemi geldi ve jeologlar salgın sırasında ekranları mecburen doktorlara terkettiler...
Mevcudiyetleri tam unutulmak üzere idi ki pandemi çok şükür sona erdi ve meydan tekrar jeologlara kaldı... Artık yine her yerdeler! Ekranlarda, konferans salonlarında, sosyal medyada, her yerde...
Depremin bu toprakların kaderini belirlemede nasıl etkili olduğunu ve İstanbul’un her 250 senede bir sırnaşık bir zelzeleye mâruz kaldığını gayet iyi biliyorum, hattâ 1999 felâketinin ardından bu konuda tarihî kayıtlar dayanarak çok sayıda yazı da yayınladım... Sonra, sırf merak sâikiyle depremler konusunda arşivlerde mevcut olan çok sayıda kayıt ile yapılmış yayınları gözden geçirdim ve neticede İstanbul’un başına asırlar boyunca belâ olan 250 senelik periyod, özellikle de 1894 depremi konusundaki kanaatim değişti.
Değişen kanaatimi, bir sonraki yazımda anlatacağım...
Ama, depreme karşı alınacak tedbirler konusunda milleti ciddî şekilde bilinçlendirmek yerine senelerden buyana acemi müneccim misâli “Öleceğiz, biteceğiz, mahvolacağız, aha üç zaman içersinde şu bilmemkaç vilâyet yerle bir olacak” edebiyatından başka bir iş yapmayan felâket tellâllarından artık illâllah!
https://www.haberturk.com/ozel-icerikler/murat-bardakci/3647601-jeologlarimizin-suratine-polis-de-yetisemez-ambulans-da