Lee Israel, New York’ta yaşayan Amerikalı bir yahudi kadındı...
Yazarlığa soyunup bir-iki biyografi çıkartmış ama hem alkole aşırı düşkünlüğü hem de huysuzluğu sebebi ile sektörde tutunamamış ve yayıncılar onu artık muhatap almaz olmuşlardı.
Lee bunun üzerine başka işler yapmaya, daha doğrusu sahtekârlığa başladı: Meşhur edebiyatçıların yazılarını ve imzalarını taklit edip sahte mektuplar hazırlıyor ve bunları “efemera” meraklılarına, yani belge kolleksiyonerlerine satıyordu! Düzmece belgeleri kolleksiyon dükkânlarına başlangıçta 50 ile 100 dolar arasında verirken zamanla fiyatları artırdı; sahtekârlığının boyutunu daha da genişletti, tanınmış edebiyatçıların kütüphanelerde muhafaza edilen mektuplarının orijinallerini çalıp yerlerine kendi hazırladığı sahtelerini koymaya ve yürüttüğü orijinalleri pazarlamaya başladı. Ernest Hemingway, Dorothy Parker, Louise Brooks ve Noël Coward gibi isim sahibi Amerikan yazarlarına ait 400 kadar sahte yahut çalıntı mektubu piyasaya sürdü ama FBI kadının neler çevirdiğini farkedince Lee’yi sorguya çekip mahkemeye çıkarttılar. Sattığı belgelerin çoğunun sahteliğinin ortaya çıkmasına ve bununla ilgili haberlerin gazetelerde ve TV’lerde sık sık yer almasına rağmen dâvâlar sırasında bazı akademisyenler düzmece belgeleri kullanmaya devam ediyorlardı...
Suçunu kabul eden Lee, 1993 Haziran’ında altı ay ev hapsine ve beş yıl denetim altında tutulmaya mahkûm oldu. Kütüphanelere ve arşivlere girişleri yasaklandı, yayınevleri yazmak istediği biyografileri hiçbir şekilde basamayacaklarını söylediler, uydurduğu belgeleri kullanan yazarlar da rezil oldular!
Mahkûmiyetinin ardından ufak bir yayınevinde güç-belâ iş bulabilen Lee Israel, sahte belgeleri hazırlayıp pazarlamasının öyküsünü 2008’de “Can you ever forgive me?”, yani Türkçesi ile “Beni affedebilecek misin?” ismi ile yayınladığı kitabında fakat işine geldiği şekilde anlattı ve 2018’de kitabın aynı isimle filmi çekildi. Filmde Lee Israel rolünü Melissa McCarthy oynuyordu ama sahtekârlıklarını sinemada görebilmek Lee’ye nasip olamadı, zira filmden dört sene önce, 2014’te 75 yaşında iken hayata veda etmişti...
SAHTE BELGE BU DEFA HİNDİSTAN’DAN GELDİ!
Bugün burada Lee’nin sahtekârlıklarından bahsetmemin sebebi, 2018 yapımı “Beni affedebilecek misin?”i Disney’de önceki gece nihayet seyredebilmem ve çok tuhaftır ama hemen ertesi günü, yani dün de sahte bir belge ile karşılaşmam...
Londra’dan dijital olarak yayın yapan “Middle East Eye” sitesinde 17 Ağustos’ta Sultan Abdülâziz’in oğlu olan ve 3 Mart 1924’de Hilâfet’in kaldırılmasının hemen ardından ailesi ile beraber Türkiye’den sınırdışı edilip Fransa’nın Nice kentine yerleşen Son Halife Abdülmecid Efendi hakkında İmran Mulla isimli gazetecinin İngilizce bir yazısı vardı ve yazıda Arapça bir belge de yeralıyordu.
Belge, son Halife ve Hilâfet ile alâkalıydı...
Abdülmecid Efendi, tek kızı Dürrüşehvar Sultan’ı 14 Kasım 1931’de o devirde İngiliz yönetimi altında bulunan Hindistan’ın en büyük Müslüman devleti Haydarabad’ın “Nizam”ı, yani hükümdarı ve dünyanın yine o dönemde en zengin adamı olan Osman Han’ın oğlu Âzam Cah ile evlendirmiş ve Middle East Eye’da yayınlanan belgeye göre nikâhtan beş gün sonra, 19 Kasım’da da hilâfeti Osman Han’a devretmişti. İmzasını taşıyan belgenin son kısmında, “Bu iki ailenin birleşmesinin neticesinde dünyaya gelecek olan ilk erkek çocuk Haydarabad’ın hükümdarı ve hilâfet makamının sahibi olacaktır” diyordu...
Belgenin fizikî özellikleri hakkında burada ayrıntılı malûmat vermeme gerek yok, sadece şu kadarını söyleyeyim: Bu evrak bundan birkaç sene önce imal edilmiştir, yani sahtedir!
Bazı çevrelerde hâlâ tartışılan Hilâfet’in devamı konusunda önemli bir etki yapabilecek olan belgeyi ilk görüşümde metni biraz tuhaf buldum... “Sultan-Halife” unvanını 1944’teki vefatına kadar kullanan Abdülmecid Efendi’nin bu unvânı ölümünden senelerce önce dünürüne devretmesi ihtimali bana imkânsız göründü, üstelik metnin altında Abdülmecid’in kızına, damadına, yeğenine ve yeğeninin kocasına ait olan imzaların bu kişilerin gerçek imzaları ile bir alâkası yoktu.
Belgede aklımı kurcalayan daha başka tuhaflıkların bulunduğunu da farkedince, Haydarabad ile yakın teması olan bazı dostlarımdan bu evrakın nereden çıktığı ve neyin nesi olduğu hususunda yardımlarını rica ettim.
Müsaadelerini almadığım için isimlerini veremeyeceğim dostlarım, merak ettiğim cevapları sadece bir saat kadar sonra verdiler: Abdülmecid Efendi’ye ait olduğu iddia edilen “Hilâfet’i devir belgesi” hakkında Haydarabad ile görüşmüş, “Bu belge burada birkaç senedir dolaştırılıyor ama sahtedir” cevabını almış, sansasyon meraklısı bir gazeteci tarafından Photoshop ile imal edildiğini, hattâ gazetecinin ismini bile öğrenmişlerdi! Üstelik sözkonusu yazının Middle East Eye’da önceki gün yayınlanmasından hemen sonra, dün, Kanada’nın Toronto şehrindeki bir akademisyen de sosyal medyada “Bugün, kalpazanlar için bayram günü. Bu makalede bir hayli hatâ ve abartı var” diyor, yazarı kastederek “Genç İngiliz yanıltılmış” diye yazıyordu!
Böyle abartılı ama sahte iddialar konuya âşinâ olmayan safdillerin her zaman ilgilerini çeker ya, Middle Eat Eye’daki yazı da aynı tesiri yaptı ve Türkiye’deki bazı internet siteleri hemen Türkçesini yayınladılar! Ama oturup tercüme etmeye zahmet buyurmadan, Google Translate’i kullanarak! Dolayısı ile birbirlerinin aynı olan bu yayınların Türkçeleri berbattı ve Google tercümede zaten dünya kadar yanlış yapmıştı!
Bazı hilâfet meraklılarının ileriki günlerde bu düzmece evraka dayanarak “Hilâfet meğerse kalkmamış, son Halife onu falancaya devretmiş, şu anda da filâncanın elinde” terânelerini ileri süreceklerinden emin oluğum için, benzer iddiaları ortaya atacak olanları “Bu belge sahtedir!” diye peşinen uyarıyorum.
SAHTECİLİKTE ÇOK AMA ÇOK İLERİDEYİZ!
Sahte belgecilik tarihinin en fazla ses getiren örneklerinden biri Almanya’da çıkan Stern dergisinin 1983’te milyonlarca mark vererek satın aldığı, büyük bir tantana ile yayınlamaya başladığı ama tamamının düzmece olduğu ortaya çıkınca yayını hemen durdurup özür dilediği ve Alman basınında büyük bir skandala sebep olan “Hitler’in Günlükleri” rezaletidir...
Bu rezaletin bir benzeri bizde “Abdülhamid’in Hatıraları” olarak çok daha önce, tâââ 105 sene önce yaşanmış ama ne utanan olmuştu, ne sıkılan...
Sahte hatıraları 1919’da Süleyman Nazif yazıp yayınlamış, her yeni baskı öncesinde metne bir yığın ilâveler yapılmış, asıl rezalet 1974’te çıkmış, “Hatıraların orijinalinin Doğu Almanya’nın Leipzig şehrinde bulunup getirildiği” iddiası ile Tercüman Gazetesi’nin sahibi Kemal Ilıcak yeni bir yayına ikna edilmiş, sahte metin Tercüman’da günlerce yayınlanmış, üstelik gazetenin tirajı bir hayli artmış, yayının ardından da sahte hatıralar yepyeni bir kitap olarak basılmıştı ve hâlâ basılıyor!
Metni bir gazeteci uydurmuş, emekli bir deniz albayına eski harflerle alelâcele yazdırılan sahifeler de okuyucuya “Abdülhamid’in elyazısı” diye sunulmuştu!
Bu sahtekârlık hakkında daha fazla malûmat almak isteyenler, Türk Tarih Kurumu’nun eski başkanlarından ve Türkiye’nin önemli tarihçilerinden olan Prof. Dr. Ali Birinci’nin 2005’te “Divan” dergisinde yayınladığı “Sultan Abdülhamid’in Hatıra Defteri Meselesi” başlıklı uzun makalesini okuyabilirler...
Sahte belge işi ilim dünyasının başına musallat edilmiş büyük bir derttir! Türkiye ise belge uydurmakta Avrupa ile Amerika’dan maalesef işte böyle onlarca sene ileridedir ama sahtekârlıkların ortaya çıkmasının ardından yabancılar ile Türk akademisyenlerin davranışları farklıdır:
Batılı araştırmacılar bir belgenin yahut hatırâtın düzmece olduğunun anlaşılması üzerine bunları artık hiçbir şekilde kullanmazlar, daha önce gerçek olduklarını zannedenler de hatâları için özür dilerler. Bizde ise bunun tam tersi olur, belgenin sahteliği kesin şekilde öğrenilse bile akademisyenlerden bazıları “belge” denen o palavrayı tepe tepe kullanmaya devam ederler!
Abdülhamid’e atfedilen sahte hatıralarda da aynı iş yapıldı. Sağcı, solcu, muhafazakâr, lâik, Atatürkçü vesaire hemen her kesim Abdülhamid’e atfedilen düzmece metnin işlerine gelen kısımlarından alıntılar yaptılar, isimlerinin başında “Prof” unvanı bulunan koskoca bilim adamları bile bu sahtekârlığa hiç sıkılmadan âlet oldular ve bu uydurma metni “Abdülhamid, hatıralarında bu meseleyi şöyle anlatır...” diyerek hâlâ kullanıyorlar...