Çırağan Sarayı’nda bu sabah yangın çıktı...
Bu yangının Çırağan’ın yüz küsur sene içerisinde uğradığı kaçıncı yangın olduğunu sadece Allah bilir; zira sarayın başına tâââ 1910’dan buyana hep birşeyler gelmektedir ve işin içinde bir de “lânet” söylentisi mevcuttur.
İnanıp inanmamayı sizlere bırakarak Çırağan’ın bu tatsız macerasını anlatayım:
Eski İstanbul folklöründe “uğursuz”, “tekinsiz”, “ecinnili” yahut “lânetli” kabul edilen mekânlar vardır ve bu mekânlardan bazılarının hoş olmayan hatıraları İstanbullular’ın hafızalarında hâlâ durmaktadır...
Böyle mekânlardan biri, Çırağan Sarayı’dır, çünki mazisi tatsız hadiselerle dolu olan Çırağan’ın üzerinde, eski İstanbullular’a göre bir lânet mevcuttur: Altında uzanan dehlizlerdeki mezarların lâneti...
Şimdi bir buçuk asır kadar geriye uzanıp üzerinde şimdi Çırağan Sarayı ile Kempinski Oteli’nin yükseldiği arazinin geçmişine gidelim...
1871 Eylül’ünün ılık bir sabahıydı...
Kırklarındaki iri yapılı adam, şatafatlı saltanat kayığından sahildeki koltuk kapısının önündeki rıhtıma adımını attığı anda tökezledi. Hemen tutup, düşmesine mâni oldular. Sinirlenmişti, “Bu iş hayra alâmet değil” dedi, geldiği saltanat kayığına yeniden bindi, “Saraya!” buyurdu ve Dolmabahçe’ye döndü...
Tökezlenen ziyaretçi devrin hükümdarı Sultan Abdülâziz idi, inşaatı tamamlanan Çırağan Sarayı’na bu ilk gelişinde uğradığı şanssızlığı hayra yormayıp sarayı görmeden gerisin geriye dönmesi üzerine seneler boyunca Çırağan’ın uğursuzluğu ve lâneti konuşulacak, üstelik burada yaşananlar söylentileri haklı çıkartır hâle gelecekti...
Üzerinde sonradan Çırağan’ın inşa edileceği arazide ilkönce Sultan Abdülâziz’in ağabeyi Sultan Abdülmecid birşeyler yapmayı düşünmüş, orada mevcut olan ama harabeye dönmüş vaziyetteki eski sarayın yerine yenisini inşa ettirmek istemiş, projeyi saray mimarı Nikoğos Balyan’a çizdirmiş ama inşaatı başlatmaya ömrü vefa etmemişti...
Abdülmecid’in 1861’deki ölümünden sonra tahta geçen kardeşi Sultan Abdülâziz’in zamanında proje tekrar ele alındı, yeni hükümdar inşaatla Nikoğos’un oğulları Sarkis ve Agop Balyan’ı görevlendirdi ve Avrupa’dan borç olarak alınan paraların bir kısmı buraya harcandı. Hükümdar etrafındaki sözünü sakınmayan birkaç devlet adamının “Yapmayın, etmeyin hünkârım. Para bekleyen bu kadar âcil iş varken, altınları saraya yatırmayın” demelerine kulak asmayacak, “Çoluk-çocuk sokakta mı kalalım?” cevabını verip inşaatı devam ettirecekti...
1863’te başlayan ve beş milyon altın harcanan inşaat 1871’de tamamlandı. Çırağan’a ilk gelişinde rıhtımdan geri gönen Abdülâziz sonraki senelerde Dolmabahçe’den sıkılıp buraya yerleşti ama yeni sarayını fazla rutubetli bulunca Dolmabahçe’ye dönüp orada yaşamaya devam etti.
Ama, Çırağan hiçbir padişaha yâr olmadı! Sultan Abdülâziz inşaatın tamamlanmasından beş sene sonra, 1876’da tahtından indirildi; önce Topkapı’ya, oradan da Çırağan’ın hemen ilerisindeki Feriye Sarayı’na kapatıldı ve birkaç gün sonra Feriye’de katledildi. Yerini alan Beşinci Murad da tahtta 93 gün kalabildi. “Padişahımız efendimiz çıldırdı” deyip onu da devirdiler, tahta Sultan Abdülhamid geçti ve ağabeyi Beşinci Murad’ı Çırağan’a kapattı. Başlarında gazeteci Ali Suavi’nin bulunduğu bir grup 1878 Mayıs’ında devrik hükümdarı yeniden tahta çıkartabilmek için Çırağan’ı bastı, baskına müdahale eden Beşiktaş Muhafızı Yedi-Sekiz Hasan Paşa elindeki sopa ile Ali Suavi’nin kafasını kırdı ve baskın son buldu!
Beşinci Murad’ın kadınları ve çocukları ile Çırağan’daki hapis hayatı 28 sene sürecek, sabık hükümdarın saraydan 1904’te ancak cenazesi çıkabilecekti...
Çırağan Sarayı, İkinci Meşrutiyet’in 1908’de ilânının ardından 32 yıllık aradan sonra yeniden açılan, ilk toplantısını 17 Aralık 1908’de Ayasofya’da sonradan adliyeye çevrilen eski parlamento binasında yapan ama bina artık küçük geldiği için yeni bir yer arayan Meclis-i Mebusan’a tahsis edildi.
Meclis, Çırağan’daki ilk toplantısını 14 Kasım 1909’da yaptı ve iki ay sonra, 19 Ocak 1910’da çıkan yangın Çırağan’ı dış beden duvarları hâricinde tamamen küle çevirdi! Enkaz neredeyse 80 sene öylece durdu, sarayın tekrar inşa edilip eski haline gelmesi için proje üstüne proje hazırlandı, otel yahut müze olmasına uğraşıldı fakat 1986’ya kadar bunların hiçbiri hayata geçirilemedi!
Sebep, sarayın macerasını yakından bilenlere göre bodrumdaki mezarlar idi...
BİTMEYEN YIKIMLAR VE TAŞINMALAR...
Çırağan’ın bulunduğu yerde, 1622 bir tekke yapılmıştı: Beşiktaş Mevlevîhanesi...
Üçüncü Selim 1804’te Mevlevîhane’yi yeniden inşa ettirmiş ama İkinci Mahmud 1836’da tekkenin hemen ilerisinde bulunan eski sarayı büyütürken oradaki mescid, mektep ve daha başka hayır eserleri ile beraber tekkeyi de yıktırıp arazilerini saraya dahil etmişti. Mevlevîhane bitişikteki Musahip Abdi Bey’in yalısına nakledilmiş fakat şeyhlerin, ailelerinin ve dervişlerin mezarları yeni inşa edilen sarayın bahçesinde kalmıştı. İkinci Mahmud boşaltılan tekkeyi de yıktırmış ama mezarları yerlerinde bırakmıştı ve kabirlerde her gece kandil yaktırıyordu.
Mevlevîhane’nin kaderine sanki artık devamlı şekilde yıktırılmak ve taşınmak yazılmıştı...
Sultan Abdülâziz’in inşa ettirdiği yeni Çırağan Sarayı yapılırken Musahip Abdi Bey’in yalısı, yani Beşiktaş Mevlevîhanesi de yıktırıldı ve tekke önce Fındıklı’daki Karacehennem İbrahim Paşa Konağı’na, oradan da Maçka’ya taşındı. Maçka’da dört sene kalan Mevlevîhane 1874’te şimdi İstanbul Teknik Üniversitesi’nin Maden Fakültesi olarak kullanılan kışlanın inşaatı başlayınca tekrar yıktırıldı, şeyh ile dervişler Eyüp tarafındaki Bahariye’de yeni inşa edilen yalıya taşındılar ve bu mekân o tarihten itibaren “Bahariye Mevlevîhanesi” olarak bilindi.
Sultan Abdülâziz Çırağan’ın inşaatını başlattığı sırada tekkenin şeyhi Hasan Nazif Dede vefat edeli bir sene olmuş, posta dokuz yaşındaki oğlu, sonraki senelerin meşhur neyzeni ve bestekârı Hüseyin Fahreddin Efendi geçmişti. Çocuk şeyh reşit olana kadar, tekkeyi nâibi idare edecekti.
Beşiktaş’taki tekkenin yıktırılmasının ardından eski şeyh Hasan Nazif Dede’nin kabri Maçka’ya, Maçka’daki tekkenin de ortadan kaldırılması üzerine Bahariye’ye; Hasan Nazif Dede’den önceki şeyh Mehmed Said Dede’nin kabri de sonraki senelerde yine Beşiktaş’tan Bahariye’ye nakledildi... Tekkelerin kapatılmasından sonra boş kalan ve harap hâle gelen Bahariye Mevlevihanesi’nin arazisi de 1960’larda bir fabrikaya satıldı, bahçedeki mezarlar yeniden seyahate çıktılar ve yolun kaerşı tarafındaki duvarın dibine nakledildiler...
Çırağan’da eskiden mevcut olan Beşiktaş Mevlevîhanesi’ne ait Mevlevî kabirleri ise, yangın enkazının altındaki dehlizlerde kalmıştı...
İnanışa göre uğursuzluk yahut lânet, mezarlara saygı gösterilmeyip üzerlerine saray inşa edilmesiyle başladı. Eskiyi bilen İstanbullular seneler boyunca “Mezarlar aşağıda öylece dururken üzerine yapılan saray cayır cayır yandı; Çırağan’ı değil tamir etmek, kabirler nakledilmeden oraya çivi bile çakılamaz” diyorlardı...
Tuhaftır, fakat dedikleri doğru çıktı!
RUYALARA KADAR GİREN BİR MEZAR
Cumhuriyet’in ilânından itibaren saltanat devrinden intikal eden sarayların nasıl kullanılacağının tartışıldığı günlerde enkaz hâlindeki Çırağan’ın istikbali de sık sık ele alındı, ardarda projeler hazırlandı ama 60 küsur sene boyunca bu projelerin hiçbiri bir türlü hayata geçirilemedi...
Nihayet, 1980’lere gelindi...
80’lerin başında Lübnanlı işadamı Remzi Sanbar’ın sahibi olduğu Sanbar Development Corp. şirketi Endonezyalı ortağı ile beraber Çırağan’ı yeniden inşa ederek otel haline getirmek maksadıyla Kültür ve Turizm Bakanlığı’na başvurdu. Teklif kabul edildi fakat Endonezyalı ortak projeden vazgeçti, Sanbar bu defa Japon inşaat firması Kamagai Gumi Co. Ltd. ve başka ortaklar ile bir konsorsiyum kurdu ve konsorsiyım Çırağan’ı 1986’da 49 yıllığına devletten kiraladı.
Enkazı ayağa kaldırma faaliyeti hemen o sene başladı ama inşaat alanında birkaç ay sonra yangın çıktı ve çalışmalar durmak zorunda kaldı! Mevlevîler yine “Kabirler orada kaldığı müddetçe bu iş olmaz” dediler.
80’lerin sonuna doğru İstanbul’daki semazenbaşılardan rahmetli Kemal Özmen, Kültür Bakanlığı ile Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne müracaat ederek Çırağan’ın altındaki dehlizlerde Mevlevîhane zamanından kalan kabirleri nakletmek için izin istedi.
İznin verilmesi üzerine Kemal Özmen’in biraraya getirdiği bir grup Mevlevî, işçiler ile beraber dehlizlere girdiler. Tonozlarla çevrili olan hâmûşân, yani Mevlevî mezarlığı kazıldı, kemikler bezden yapılmış torbalara ayrı ayrı yerleştirildi, çoğu kırılıp parçalanmış olan mermer mezar taşları da bir kamyona konup Galata Mevlevîhanesi’ne götürüldü; kemikler Galata’nın hâmûşanına defnedildi ve mezar taşları Mevlevîhane’nin dış duvarlarına dayandı.
Naklin tamamlandığı günün gecesi garip bir hadise yaşandı: Kabirleri kazan işçilerden biri rüyasına bir çocuğun girdiğini ve “Beni burada unuttunuz, beni de alıp götürün” deyip mezarının yerini gösterdiğini haber verince ertesi sabah tekrar Çırağan’a gidildi, işçi rüyasında gördüğü yeri gösterdi, o yer kazılınca bir çocuk mezarı bulundu ve kim olduğu bilinmeyen çocuğun kemikleri de Galata Mevlevîhanesi’ne nakledildi.
Dehlizlerde artık hiçbir mezarın kalmadığı ve tamamının nakledildiği söylenirse de, teknik zorluklar sebebi ile iki kabrin açılamadığından ve üzerlerine basılmaması için bunların kutuyu andıran beton bir mahfaza içerisine alındığından bahsedildiğini ve şimdi hiçbiri hayatta olmayan bazı yaşlı Mevlevîler’in “Mezarların hepsi götürülmedi, orada hâlâ kabirlerimiz var” dediklerini hatırlıyorum.
Çırağan’daki inşaat, mezarların naklinden sonra tamamlandı; sarayın etrafına bir otel kompleksi ilâve edildi ve otel 1990’da, saray kısmı da 1992’de hizmete açıldı ama üzerinden 30 sene geçtikten sonra bugün yine yandı!
İşin içerisinde hakikaten bir lânetin bulunup bulunmadığına ve bugünkü son yangının da orada kalan mezarlarla ilgili bir işaret olup olmadığına artık siz karar verin!