Muhammed Hamdan HAMDANEE - MEMLEKETİ TAYLAND… EVİ TÜRKİYE - 05 Eylül 2024 Perşembe

Muhammed Hamdan HAMDANEE - MEMLEKETİ TAYLAND… EVİ TÜRKİYE - 05 Eylül 2024 Perşembe

Muhammed Hamdan HAMDANEE - MEMLEKETİ TAYLAND… EVİ TÜRKİYE - 05 Eylül 2024 Perşembe



             Asya Kıtasının güneyinde, kuzey tarafında dağlarla ve güney tarafında denizlerle çevrelenmiş, nüfusu 70 milyon civarında bir ülke…Yıl boyunca yaz ve mevsim yağmurları sırayla gelir.  Malezya, Laos, Myanmar, ve Kamboçya ülkeleriyle sınırı olan ve eskiden “Siyam” diye adlandırılan bir ülkede bir çocuk doğmuştu. Bu ülkede çoğu halk Hindistan’dan etkilenmiş olup, Budist inancına sahipler. Ama bu çocuk kendisi doğuştan müslüman ve İslam da bu ülkede %5 azınlıktadır. Bu ülkenin kültürü çok ilginç olup, burada ahlaka özen gösterilir. Bir örnek verilecekse: İki aynı yaşta adam karşılaşınca iki elinin ayasını çene hizasında birbirine yapıştırıp, başını öne eğerek karşısındakini selamlar. Ancak biri kendisinden yaş ya da sosyal statü olarak daha büyük ise küçük olanın, bu referansı gösterirken başını daha da öne doğru eğmesi gerekir. Büyüklere saygı gösterilir ve küçüklere edep öğretilir. Bu ülke Tayland’dır.

             Bu çocuk, memleketinde ana okuldan orta okula kadar eğitimi görmüştü. Hem derslerine hem de yaşının gereği oyunlara çok gayretliydi. Çok hareketliydi, bazı hocalar bu çocuk yüzünden yorgun düşüyordu. Cesaretliydi, yeni şeylere görmeyi çok arzu ediyordu. Ve bu çocuk, okulda bulunduğu her sınıfın neş’esiydi. İlkokuldaki Budist asıllı sınıf öğretmeni Patşarapon hanımın, kendisinin iyi bir eğitim almasındaki katkısını minnetle yad ve O’nun hakkında hayır dualar ediyor.

            Türkiye’ye küçük yaşta gelen bir çocuk artık bu ülkeyi evi olarak hissetti. Türkiye’de ortaokuldan üniversiteye kadar eğitimine devam etmekte. Birçok hayat tecrübeleri kazandı, farklı insanlarla karşılaştı ve ilginç olaylar yaşadı. Bu çocuk bir gün evinden ayrılacağını biliyordu ama; bu ayrılığın, gelecekte ailesine bir katkıda bulunacağını da inanmaktadır.
2003 yılının 19 kasım tarihinde Tayland’ın doğusunda bulunan Şonburi şehrinde doğmuş olan bu çocuk, 2017 yılının Ekim ayında Tayland’dan 10 saat uçuş mesafesi olan bir ülkeye eğitim için geldi. Neyi göreceğini ve neler ile karşılayacağını hiç hayal edemedi. Uçak, o zamanlar Yeşilköy semtinde bulunan ve adını daha önce hiç duymadığı bir havalimanına sabah saat 07.00 civarında indi. Çocuk ve beraberindeki üç arkadaşı, daha önce hiç görmedikleri bir yere geldiklerinden derin bir şaşkınlık içindeydiler. %95’i Budist olan ülkesinde hiç olmadığı kadar büyük camiler, yüksek minareler, muhteşem ezanlar… O yaştaki çoğu çocuklar, evlerinin bulunduğu sokaktan bile daha uzaklara çıkamazlarken, bu çocuk Asya’nın bir ucundan diğer bir kıtaya, taaa Avrupa’ya gelmişti. Ailesi, bu çocuğun burada, hayata memleketine kıyasla daha iyi yetişeceğine inandıkları için yaş dolu gözlerle, onu uzaklara gönderdiler. Türkiye’ye gelmek için ailesinden ilk ayrılış esnasında kendisinde hem üzüntü hem de şaşkınlık hisleri vardı. Uçak Malezya’dan kalkacağı için önce kardeşleriyle ve memleketiyle vedalaşarak, babası ve annesiyle Malezya’ya gitti. Abileri ve ablaları kendisine ayrılırken: “Git ve başarılı ol’ değil; “git ve iyi bir insan ol” dediler. Çünkü bu Dünya’da iyi bir insan olmanın, hayatta başarılı olmakla eşit olduğunun farkındaydılar. Malezya’ya vardıktan sonra, babasının eski işdaşı Safvan amca, onları sanki aynı ailedenmiş gibi, etkileyici bir şekilde ağırladı ve orada 3 gün gezi yaptırdı. Birlikteliğin son saatleri geldiğinde bu çocuk, kalbinde büyük bir şaşkınlık yaşıyordu. Kalbinin bir parçası, yeni şeyleri görmek isterken, diğer parçası da hiç ayrılmak istemezdi..

             Bu çocuk seneler boyunca İstanbul’da ikamet etti ve hala da devam ediyor. İlk geldiğinde İstanbul’a sadece yeni bir şehre gelmiş olduğu için heyecanlandı ama o heyecanı, kaldıkça ve gezdikçe arttı. Çünkü bu şehrin gerçekten inanılmaz güzelliği ve binlerce keşfedilecek yerleri olduğunu fark etti. Dünya çapında bilinen meşhur tarihi ve turistik yerleri gerçekten çok fazladır. Bu çocuğun en sevdiği semt Üsküdar’dır. Çünkü hem iki kıtayı birbirinden ayıran boğazın kenarında, karşıya bakınca Avrupa’yı görmüş oluyor, hem de Üsküdar’ın ruhu, ona eksiğiyle-fazlasıyla İslam atmosferini hissettiriyordu.

              Kendisi, yedi çocuklu bir ailenin en küçük ferdidir. Ailesi Tayland’ın başkenti olan Bankok yakınında dünya çapında bilinen turistik yeri “Pattaya” diye adlandırılan şehrinde ikamet ediyorlar. Bir hoca (kru) olan babası İsmail Bey, Pattani bölgesinden, annesi ise kuzey doğu bölgesinden gelmişler. 

               İlkokuldan sonra, yine ülkesinde iki ayrı orta okulda ilk üç seneyi okuduktan sonra Türkiye’de eğitim görmesi için, bu başarılı çocuğu Tayland’da WAMY derneği ve Türkiye’deki Eriş Vakfı iş birliği yaparak, destek ve imkanlar sunup İstanbul’a gönderdiler. İstanbul’da hazırlık sınıfı gibi okuduğu orta okul 8. sınıftan lise son sınıfa kadar okuyacağı İhramcızade Anadolu Lisesi’ne kayıt yaptırdı. Ve buradan mezun olduktan sonra Marmara Üniversitesinde Siyasal Bilgiler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümünü tercih etti.

            Ortaokulun sekizinci sınıfını epey heyecanlı geçirdi. Yeni şeyleri görmeye ve öğrenmeye hazırdı. Memleketindekilerle buradaki insanların yaşantıları ile yeme-içme tarzlarının yanı sıra düşünme ve konuşmalarının hiç benzeşmediğini gördükçe, öğrenme isteği artıyordu. Yaşı küçük olduğundan Türkçeyi yaşıtlarıyla oynayarak öğreniyordu. Bazı Türkçe kelimeler, Tayca ile telaffuzu aynı olmakla birlikte manası çok farklı idi. Bazen bu çocuk yeni kelimeleri öğrenirken bunları komik görürdü. Mesela: ‘Yap’, Tayca sözlüğünde ‘düzensiz’ anlamına gelirken;  ‘Su’ , kelimesi ise Tay dilinde ‘kavga’ demektir.

Hocaları onu severdi ve o da hocalarına saygıda kusur etmezdi. Bu ilk gençlik yıllarında kişiliğinin oluşmasında olumlu etkiler bırakan hocalar arasında Mehmet Mutlu ve Bulgaristan kökenli Ali Mizuski hocaları en başta saymak gerekiyor. Ama en etkili olan ise Türkçe öğretmeniydi. “Mustafa Tektaş Hoca”. İlk ders verdiğinde 29 yaşındaydı. Gençti ama sanki yıllarca ders vermiş gibi çok ustaca ders anlatıyordu. Bu çocuğu ve arkadaşlarını yemek yedirmek için evine davet eden ilk öğretmendi. Çok mütevazi ve güzel kalpliydi. Ayrıca yakışıklı ve karizmatik biriydi. Çok iyi futbol oynuyordu. Çünkü üniversitede, okulun futbol takımına katılmış. Bu çocuk hocasına “Madem bu kadar çok iyi oynuyorsunuz, neden devam etmediniz?” diye sorardı. 

Kendilerini hep sevgiyle ve hayırla anacağı Uygur asıllı Bilal Obul, Mısır’lı Abdurrahman Negih ve Ahmed Said, Mağrib’(Fas)li Bedir Bouzid, Filistin’li Adem Berham ve hemşehrisi olup Tayland’dan birlikte geldiği Sabit Roonakas ile Türkiye’li Özgür Yazar, kendileriyle güzel anlar ve anılar biriktirdiği samimi arkadaşlarından sadece birkaçıdır. Bu onun ne kadar sevildiğini gösteren bir kriterdir. Bu durum, onu İst. yaşayan 70 civarında Taylandlı öğrencilerin başkanı yapmaya sebep olacaktı.

           Bu çocuk, spor yapmayı çok sevdiği için okuldaki büyük abiler ile takılmaya çalışırdı.  Yemeklerde Türk usulü damak tadına uyum sağlaması ilk önceleri zor olduysa da, o yemeklerden hiç nefret etmez ve alışmaya gayret ederdi. Türk yemeklerinden en sevdiği yemek, et kavurmasıdır ve Tay yemekleri arasında en sevdiği, tavuk eti ve yerli sebzelerden oluşan bir çorba çeşidi olan Kengkha’dır.

Liseye başladığında zorluklar artmıştı. Eğitimini yerli öğrencilerle beraber görüyordu ve hayatında ilk kez sınıf arkadaşlarından her konuda farklı olduğunu hissediyordu. O kadar zor ki, sınıf arkadaşları kadar başarılı olamayacağını düşünüyordu. Ancak, öyle olmadı. Hocaları o çocuğa yardım ederek ve kendisi de çaba göstererek, sene sonunda sınıfını geçebilmişti. 

Lise ikinci sınıfın birinci dönemini bitirdikten sonra Dünya’yı büyük bir felaket sarmıştı. Korona virüsü… Bu her şeyi değiştirdi. Herkes panik olmuştu ve bu yüzden istemesek bile, birbirimize karşı sanki yeni tanışıyormuş gibi davranıyorduk. Evi olanlar evlerinde online eğitimi görüyorlardı. Bu çocuğun evi, okuluydu. O hiçbir yere gidemedi. Ancak o süreçte onun için çok güzel anılar vardı. Mesela; o süreçte kimse evden çıkamazken, çocuk okulda arkadaşlarıyla futbol oynayabiliyordu.
 Lisede on birinci sınıfa geçince üniversiteye hazırlığa başladı. Hangi üniversiteyi kazanmak istediği ve hangi bölümü tercih edeceği konusunda kararsızdı. Ancak bir şey kesindi: O da, yükseköğretimini Türkiye’de devam ettirmekti. Memleketinde eğitim görmeyi hiç hedeflemedi. Çünkü artık bu sisteme, bu yaşam tarzına ve bu kültüre bütünüyle alışmış ve hiç farkında olmadan Türkiye’yi artık öz evi olarak kabul etmişti. 

Lisenin son senesinde de ciddi bir şekilde üniversite sınavına odaklandı. Artık hedeflerini belirleme vakti gelmişti. O sene çok heyecanlı ve aynı zamanda da çok yoğun geçti. Ve girdiği sınav sonucunda hedeflediği üniversiteyi kazandı. 

Türkiye’ye gelişinin altıncı senesinde, üniversite hayatına başladı. Ancak birinci dönemin ara tatili günlerinde Türkiye’ye büyük bir deprem ortaya çıktı ve Yükseköğretim başkanlığı tarafından eğitim sistemi yine uzaktan olarak kararlaştırıldı. Bunun üzerine, birkaç senelik aradan sonra memleketine döndü ve orada yaklaşık 5 ay kaldı. 
Ancak memleketinde kaldığı sürece çok acayip hisler ortaya çıktı. Kendisini, şimdi de öz vatanında sanki yabancı biri olarak hissediyordu. Yolları Türkiye’deki kadar bilmezdi ve ailesi hariç, oradaki insanlarla çekinerek iletişim kurardı. Günlük hayatını akışına alışmak için uğraşması epey vakit almıştı. Nihayet, tekrar Türkiye’ye geri döndü ve fakültede ikinci sınıf öğrencisi olarak eğitimine devam etti.

Türkiye’ye ilk geldiğinden şimdiye kadar çok insanlarla karşılaştı. Ve 2024 yılında Fütüvvet Vakfı bu delikanlıyı iftara davet etti. Ve öylece Vakıf Başkanı Emir Hoca, hayata dair yorum ve görüşlerinden çokça istifade ettiği gazete yazarı Selahaddin E.Çakırgil ve Afganistanlı Habibullah ve Masum isimli bir kaç abiler ile tanışmış oldu. Onlar çok samimi kalplere sahipler. O, Fütüvvet Vakfını artık ikinci ev olarak görmektedir. Adeta ayaklı kütüphane gibi birisi olan yazar büyüğümüzün çok geniş malumat sahibi oluşundan hayli faydalandı. 

Emir Hocanın ise gençlerin akidelerini korumaları konusunda vakıfta, tüm diğer ülkelerden gelen genç kardeşlere hitaben küçük gruplar halinde yaptığı sohbetler, oldukça faydalı olmaktadır. Artık delikanlımız, herhangi bir sorun veya sıkıntı ile karşılaştığında aklına gelen ilk başvuracağı ve danışacağı yer Fütüvvet Vakfı’dır. Orada zaman zaman Malezya’lı, Endonezya’lı, Tayland’lı vs. arkadaşlarıyla birlikte hazırladıkları ve diğer ülkelerden kardeşleri de davet ettikleri yöresel yemek programları, sohbete ve memleket hasretini gidermeye iyi bir vesile oluyordu. 

Bu gencin hobileri, ailesiyle beraber olunca sohbet etmek, arkadaşlar ile olunca spor aktiviteleri yapmak, tek başına kalınca ise Kur’an ve kitap okumak ve tefekkür etmektir. Kur’an okuma stili genellikle çok beğenilirdi. Bu özelliği annesi ve babasından kaynaklanmaktadır. Küçükken annesi ona hep Kur’an tilavetleri dinletir ve babası da yanlış okuduğu kelimeleri tecvid ile düzeltirdi.

 Orta okuldan, şimdi okuduğu üniversiteye kadar, memleketinden uzakta uluslararası bir ortamda öğrenim gören bu genç, sadece eğitimi değil, hayatı da gördü. Yanında ailesi olmadığı için, karşılaştığı sorunları tek başına ya da yaşıtlarıyla veya yukarıda belirttiğimiz yardım kuruluşlarıyla danışma ve de dayanışma içerisinde çözmeyi öğrendi. Bu yaşlarda uluslararası bir ortamda bulunmakla, hayatın zor şartları karşısında Allah’ın yardımıyla kendisi çözümler üretme yeteneği kazandı. Ama tabii tek olmak zordur. Fütüvvet Vakfı gibi, öğrenciler ile yakından ilgilenen ve onları oturum izni, denklik, yurt bulma, sağlık sorunları vd. tüm konularda desteklemeye hazır olan kurumlar sayesinde, bu gençte olduğu gibi misafir öğrencilerin hayatı kolaylaşır.

Bu gencimizin adı, Muhammed Hamdan HAMDANEE’dir.