Ramazanla birlikte huzurlu bir ortam elde etmiştik. Salgın ve onun getirdiği kısıtlamalar bile Ramazanımıza hiç bir zarar verememiş hatta hepimiz için olmasa bile sakin ve huzurlu olma adına lehimize çevirmiştik.
Ve ardından kokuşmuş ve karanlık bir gündemin içinde bulduk kendimizi. Hiç bir yerinden tutamayacağımız, hiç bir noktasını savunamayacağımız, kimin nerde durduğu anlaşılmayan pis bir kavga önümüzde duruyor. Huzurun ne demek olduğunu az çok bilenler için bu durum bir işkencedir.
Halbuki Filistin, Kudüs ve Mescid-i Aksa’da cereyan eden olaylar Ramazanımıza, bayramımıza denk gelmesine rağmen manevi dünyamıza hiç bir zarar veremediği gibi netice itibariyle takviye bile olmuştu.
Galiba birileri bu huzuru insanımıza çok görmüş olmalı ki en küçük bir fırsatta fesat ortamı oluşturmaya çalışıyorlar.
Her ne kadar taraf değilsek de olup bitenlere elbette duyarsız kalamayız. Fakat kendimizi kaptırmadan şöyle belirli bir mesafeden izlemenin huzurumuz adına daha hayırlı olacağı kanaatindeyim.
Her şeyden önce bu milletin yapısında vardır eşkıyaya, mafyaya ve çetelere az çok sempati beslemek. Hem gerçek hayatta hem sanal dünyamızda böyledir, isterseniz şöyle bir bakın filmlerimize, romanlarımıza, kahramanlarımız hep onlardır, hep onları alkışlarız, hep onların kazanmasını isteriz.
Çünkü toplumsal hayatımızda onların dolduracağı boşluklar bırakmışızdır hem de çok büyük boşluklar.
Ve sosyolojinin en önemli kuralı da toplumsal hayatın boşluk kabul etmeyeceği gerçeğidir.
Toplumda kabul görebilmek, meşru bir çizgide görünebilmek için çeteler ve mafyalar adaletin olmadığı yerde onun yerine hak alma adına devreye girerler. Bir kere bunu başardı mı tamamdır, artık arkası gelir. Artık her işinin hak arama olmasına gerek yoktur, silahla yerine getirilecek ne varsa hepsini yapmaya başlar.
Sözü fazla uzatmayalım, bütün mafyaları da çeteleri de biz üretiriz, biz besler ve yaşatırız. Müsaadenizle bedelini de ödeyelim.
Kaynak / https://dogruhaber.com.tr/