M. NİHAT MALKOÇ - TARİHTEN BUGÜNE MÜSLÜMAN ÂLİMLER VE İLMÎ ÇALIŞMALARI... 02 ARALIK 2022

M. NİHAT MALKOÇ - TARİHTEN BUGÜNE MÜSLÜMAN ÂLİMLER VE İLMÎ ÇALIŞMALARI... 02 ARALIK 2022

M. NİHAT MALKOÇ - TARİHTEN BUGÜNE MÜSLÜMAN ÂLİMLER VE İLMÎ ÇALIŞMALARI... 02 ARALIK 2022


İslâm dini ilimle çelişmez, aksine ilmi daima destekler.

Türkçede “bilim” kelimesiyle de karşılanan “ilim” kavramı “Evrenin veya olayların bir bölümünü konu olarak seçen, deneye dayanan yöntemler ve gerçeklikten yararlanarak sonuç çıkarmaya çalışan düzenli bilgi” anlamına gelmektedir. Yine lügatlere göz attığımızda ilim kelimesiyle ilgili olarak “bir şeyin hakikat ve mahiyetini kavrayıp idrak etmek” anlamına da rastlamaktayız.  Bilgisizliğin (cehlin) zıddıdır ilim. “Alîm, allâme, ma‘lûm, ma‘lûmât, muallim” kelimeleri de bu Arapça “ilm” kelimesinden türetilmiştir.

İlmi teşvik eden (kadına ve erkeğe farz kılan) bir din olan İslâmiyet’in kutsal kitabı olan Kur’ân-ı Kerîm’de ilim kökünden türeyen kelimelerin yaklaşık 750 yerde geçtiği görülmektedir. Sevgili Peygamberimizin “İlim Çin'de de olsa ona tâlip olun. Çünkü ilim her Müslümana farzdır.” hadisi, ilim öğrenmenin önemini vurgulamaktadır. Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’in ilk ayetinin “Oku” emriyle başlaması da fazlasıyla manidardır: "Oku, yaratan Rabb'inin adıyla. O, insanı pıhtılaşmış kandan yarattı. Oku, Rabbin nihayetsiz kerem sahibidir. Ki o kalemle öğretendir. İnsana bilmediğini öğretmiştir. " (el-Alâk, 96/1 -5)

Allah’ın sübûtî sıfatlarından biri olan ilim Rabbimiz’de ezeli ve ebedîdir. İnsanda ise ilim vasfı Allah’a nispetle gayretine karşılık yine de cüzi miktarlarda bulunur.  

İslâm dini ilimle çelişmez, aksine ilmi destekler. Fakat Kur’ân-ı Kerîm bir fizik, kimya, tıp, matematik, astronomi kitabı değildir. Onun içindir ki bu ilâhî kitabı pozitif bilimlerin peşinden koşturmak ve onlara tâbi kılmaya çalışmak sakat bir görüştür. Aksine ilimleri Kur’an’ın peşinden koşturmak ve ilâhî hakikatleri anlam(landırm)aya çalışmak gerekir. Zira asıl ışık kaynağı olan güneş İslâm’dır, bilimler sunî ampuller hükmündedir.

İslâm, Ernest Renan gibi bazı Batılı sözde aydınların iddia ettiği gibi terakkiye (ilerlemeye) asla engel değildir. Müslümanların günümüzde ilim konusunda Batı’dan geri kalmalarının sebebi İslâm değildir. Bunun değişik sosyolojik sebepleri mevcuttur. Konumuzun devamında tarih boyunca ilme hizmet etmiş, bu konuda öncülük yapmış İslâm âlimlerinden birkaç somut örnek vererek konuyu daha anlamlı ve anlaşılır kılalım.

Leonardo da Vinci’ye ilham kaynağı olan Müslüman mucit: El-Cezerî

Dünya bilim tarihinde ilk robotu yapan Müslüman âlim, mucit, fizikçi ve mühendis El-Cezerî (tam adıyla İsmâil bin er-Rezzâz el-Cezerî) (1136-1206) aynı zamanda sibernetiğin de ilk adımlarını atmıştır. El Cezerî, "Mekanik Hareketlerden Mühendislikte Faydalanmayı İçeren Kitap" (özgün adıyla El Câmi-u’l Beyn’el İlmî ve El-Amelî’en Nâfi fî Sınâ'ati’l Hiyel)ı kaleme alarak pozitif bilime önemli katkılarda bulunmuştur. Orijinalinin hiçbir yerde mevcut olmadığı bu eserde 50’den fazla makinenin nasıl kullanıldıklarını ve ne işe yaradıklarını çizimlerle göstermiştir. Cezerî’nin hezarfen olarak nitelendirebileceğimiz, Mona Lisa tablosunun ressamı Leonardo da Vinci’ye ilham kaynağı olduğu da söylenir.

Robotik ve otomasyon sistemlerinin temelini atan büyük mucit Cezerî’nin icat ettiği başlıca makine ve sistemler şu şekildedir: “Kam Mili, Krank Mili ve Kaydırıcı Krank Mekanizması, Segmentik Dişli, Mekanik Kontrol, Su Yükseltme Makineleri, Sifon Mekanizmasıyla El Yıkama Otomasyonu, İçecek Servisi Otomasyonu, Müzikal Robot Grubu, Astronomik Saatler, Mum Saatleri, Fil Saati, Kale Saati, Ağırlıkla Çalışan Su Saatleri”.

Semerkant’tan İstanbul’a, ilme adanan bir ömür yahut Ali Kuşçu

Müslüman ilim adamlarından bir diğeri de 15. yüzyılda yaşayan; Semerkant’ta doğup İstanbul’da vefat eden astronom, matematikçi, dil bilimci ve kelâm âlimi Ali Kuşçu (1403-1474, asıl adı Alâeddin Ali) ’dur. Uluğ Bey’in kuşçusu olduğu için bu sıfatla anılmıştır. Matematikte, Harezmî matematiği ve Desimal sisteme ilişkin çalışmalar yapmıştır. Uluğ Bey'in kurmuş olduğu medresede çalışmıştır. Osmanlı padişahı II. Mehmed (Fatih)’in davetiyle İstanbul’a gelen Ali Kuşçu, Sahn-ı Seman Medresesi’ne müderris olarak atanmıştır. İstanbul’daki ilk güneş saatini o yapmıştır.  İstanbul’un enlem ve boylamlarını ölçmüştür. Astronomi, matematik, mekanik, kelâm, fıkıh, dil ve belâgat sahalarında onlarca kıymeti eser kaleme alarak ilim dünyasının istifadesine sunmuştur. Bunlar arasında astronomi alanında kaleme aldığı ve Fatih Sultan Mehmed’e sunduğu “Fethiye” ve bir matematik kitabı olan “Muhammediye” çok önemlidir. Osmanlı medreselerinde matematik dersinin okutulmasında çok mühim rolü bulunan Ali Kuşçu, Osmanlı ilmine çok büyük değer(li)ler katmıştır.

Batı dünyasında “Geber” olarak tanınan Câbir bin Hayyân

Batı dünyasında “Geber” olarak tanınan Câbir bin Hayyân (721-815) Abbâsîler döneminde yaşamıştır. İslâmiyet’te fen bilimlerinin temelini atan kişi olarak bilinir. Başta kimya olmak üzere tıp, astronomi, matematik ve felsefe alanlarında birbirinden kıymetli çalışmalar yapmıştır. İslâm dünyasında kimya ile ilgilenen ilk kişi sayılan Cafer bin Sadık’ın talebesidir. Câbir bin Hayyân, kimyayı sistemli bir deneysel bilim hâline getirmiştir. Bu yönüyle modern kimyanın kurucusu da sayılır. Orta çağ kimyacıları Câbir’in etkisinde kalmışlardır. Ebû Bekir er-Râzî ve İbn Sînâ gibi filozof ve bilginler onu “üstat” olarak tanımışlardır. İngiliz bilim insanı Roger Bacon ise ondan “üstatların üstadı” diye bahsetmiştir.

Büyük âlim Câbir bin Hayyân, ölçü ve tartı işlemlerini ustalıkla kullanmış ve element kavramına bakış açısını ilerleterek dünya üzerindeki ilk kimya laboratuvarının kurucusu olmuştur. Atomun parçalanamaz oluşu tezini ilk kez reddeden de odur. Su geçirmez kâğıt ve paslanmaz çeliğin mucididir. Platin ve altının çözülmesini sağlayan kral suyunu elde ettiği, sitrik asit, asetik asit ve tartarik asidi keşfettiği düşünülmektedir. Çok büyük bir bilim külliyatının sahibidir. Kitapları Orta çağ Avrupası’nda yaşamış kimyacıları etkilemiştir.

'İslâm'ın Altın Çağı'nda bilim göklerinde parlak bir yıldız: Fârâbî

'İslâm'ın Altın Çağı' olarak adlandırılan dönemde yaşamış ünlü filozof ve bilim insanı Fârâbî, 870 yılında bugün Kazakistan’a bağlı Türkistan’ın Fârâb şehrinde doğduğu için bu isimle anılmıştır. Künyesi Ebu Nasır Muhammed İbn el-Farah el-Fârâbî’dir. İslâm felsefesini metot, terminoloji ve problemler açısından temellendiren ünlü Türk filozofudur. Buhara, Bağdat, Şam, Kahire, Harran ve Halep gibi zamanın önemli ilim merkezlerini dolaşmıştır. Felsefe, matematik, mantık, siyaset bilimi ve musiki alanında çok önemli eserler yazmıştır. İslâm dünyasında felsefe alanında Muallim-i Evvel (İlk Öğretmen) denen Aristo ile mukayese edilecek kadar büyük bir üne sahiptir. Onun içindir ki “Muallim-i Sânî” (İkinci Öğretmen) olarak anılır. Batı dünyasında "Alpharabius" olarak tanınır.

Musiki alanında da önemli çalışmaları olan Fârâbî, bu alanda “Muallim-i Evvel” (İlk Üstat) olarak anılıyordu. Öyle ki o, bazı kaynaklara göre kanun ve udu icat eden kişiydi. O, kitaplarını Arapça yazdı. En çok bilinen eserleri şunlardır: “El-Medinetü’l-Fazıla, Es-Siyasetu’l-Medeniyye (Mebadi’ül-Mevcûdât), İhsa’u’l-Ulum, Tahsilu’s-Saâda, el-Cem’ Beyne Re’yeyi’l-Hakîmeyn, Risale fi’l-Akıl, Kitabu’l-Mille, Kitabu’l-Hurup”

Fârâbî, ilimleri; fizik, matematik ve metafizik ilimler diye üçe ayırdı. Onun bu metodu, Avrupalı bilginler tarafından ancak on üçüncü asırda kabul edildi. Hava titreşimlerinden ibaret olan ses olayının ilk mantıklı açıklamasını yine o yaptı. Fârâbî, titreşimlerin dalga uzunluğuna göre azalıp çoğaldığını deneyler yaparak tespit etti.

İbn-i Sînâ’nın “El-Kanun fi't-Tıb” adlı kitabı Avrupa üniversitelerinde okutuldu.

Buhara’da doğan İbn-i Sînâ (uzun adıyla Ebû Alî el-Hüseyn b. Abdillâh b. Alî b. Sînâ)(980-1037) küçük yaşlarda Kur’an’ı ezberlemiştir. Dil, edebiyat, akaid ve fıkıh öğrenimi görmüştür. Kuşyar isimli bir hekimin yanında tıp eğitimi almıştır. Başta tıp ve felsefe olmak üzere, değişik alanlarda 200 kitap yazmıştır. Batılılarca, Orta Çağ Modern Biliminin kurucusu ve hekimlerin önderi olarak bilinir ve "Büyük Ustad" ismi ile tanınır. Tıp alanında yedi asır boyunca temel kaynak eser olarak süre gelen El-Kanun fi't-Tıb (Tıbbın Kanunu) adlı kitabı ile ünlenmiş ve bu kitap Avrupa üniversitelerinde 17. asrın ortalarına kadar tıp biliminde temel eser olarak okutulmuştur. Hatta bu eser Montpellier ve Louvain'de 1650 yılına kadar ders kitabı olmuştur. Değişik konular üzerine 240'ı günümüze gelen 450 kadar makale yazmıştır. Elimizdeki yazıların 150 tanesi felsefe, 40 tanesi de tıp üzerinedir. Eserlerinin en ünlülerinden biri de felsefe ve fen konularını içeren çok geniş bir çalışma olan Kitabü'ş-Şifa’dır.

Matematikten tıbba, fizikten coğrafyaya bir büyük âlim: Birunî

Birunî; astronomi, matematik, fizik, tıp, coğrafya, jeoloji, jeodezi, farmakoloji, filoloji, tarih ve dinler tarihi başta olmak üzere çeşitli alanlarda önemli eserler veren, Türk-İslâm ve dünya tarihinin en tanınmış ilim adamlarından biridir. El-Biruni, dönemin ünlü matematik ve astronomi bilgini Ebû Nasr Mansûr b. Alî b. Irâk’ın maiyetinde büyümüştür.

Bütün hayatını ve varlığını bilime adamış önemli bir şahsiyet olan El-Biruni, astronomi ve coğrafya ölçümleri için birçok alet geliştirmiştir. Bunlardan sadece piknometre, mekanik usturlap ve bazı harita projeksiyonları günümüze kadar ulaşmıştır.

Evrensel bir deha kabul edilen Birunî, öğrenmekten asla vazgeçmemiştir. Galileo’dan önce dünyanın döndüğü fikrini El-Birunî savunmuştur. Yine Newton’dan asırlar evvel yerçekimi kuramı üzerine ilk fikirleri El-Biruni ileri sürmüştür. Modern bilimin babası kabul edilen Georges Sarton, XI. yüzyıla “Birunî Asrı” adını vermiştir. Kendisinden çok sonra gelen Newton, Toricelli, Copernicus ve Galileo gibi Batılı bilim adamlarına ilham kaynağı olmuştur. Fizikten matematiğe, tıptan astronomiye kadar toplamda 113 eser kaleme almıştır. Güneşin hareketlerinden, mevsimlerin ne zaman başladığını belirlemiştir. Dünya tarihinde ilk kez sezaryen doğumun nasıl yapılacağını yine kendisi ortaya koymuştur.

Bütün bu isimlerin yanında Hâlid bin Yezid, Battanî, Ferganî, Kindî, Zunnûn-i Mısrî, Mecrîti, İbnül Baytar, Kambur Vesîm, Harezmî, İbn-i Firna,  Battanî, İbn-i Heysem, İbn-i Rüşd, İbn-i Hayyan, İbn Tufeyl, Ferüdüüddin Addar, İbn-i Haldun gibi Müslüman ilim adamları bilimin gelişmesinde ve bugünlere gelmesinde büyük katkılarda bulunmuştur.

Geçmişe baktığımızda yüzlerce Müslüman âlimin dünya bilimine katkıda bulunduğunu ve ilme yön verdiğini görmekteyiz. Fakat son kertede Müslümanların bu alanda irtifa kaybettiği görülüyor. Yine Batılı bilim adamları ilmî altyapılarını Müslüman âlimlerden alarak yükselmişlerdir. Dünyanın yuvarlak olduğunu söyleyen Galileo de Kopernig de gerçekte Müslüman âlimlerin eserlerinden ya doğrudan ya da dolaylı olarak etkilenmiştir. Öte yandan bilime deneyi ilk sokanlar Müslümanlardır. Yunan kültüründe deney diye bir şey yoktur. Fakat son yıllarda dengeler Batılı ilim adamlarının lehine evrilmiştir.

Batılı bilim adamlarının çoğu bilimsel ilerlemelerini önceki dönem Müslüman âlimlerin birikimlerine dayandırdıkları halde bunu büyük bir kibirle yok farz etme yolunu tercih etmişlerdir. Bu da şüphesiz ki onların enaniyetlerinin bir tezahürüdür.

Son söz niyetine yahut İslâm terakkiye engel değildir.

Gayesi üzüm yemek değil de bağcıyı dövmek olanlar, uzun yıllardan beri İslâm dininin bizi geri bıraktığı safsatasını ağızlarında geveleyip durmaktadırlar. Oysa bunun hakikatle ve vicdanla bağdaşır hiçbir yanı ve mantığı yoktur. Gerçekte bizi geri bırakan İslâm değil kendi tembelliklerimiz ve ufkumuzun darlığıdır. İslâm iki günü eşit olanı ziyanda görecek kadar ilmi ve çalışmayı önemseyen bir dindir. Bizi geri bırakan İslâm değil gaflet uykusuna dalışımızdır. Batı’dan ilmî açıdan geri kalışımızı görerek eseflenen Millî şairimiz Mehmet Akif, bir şiirinde bize şu tavsiyede bulunur: "Alınız ilmini garbın alınız san´atını;/Veriniz hem de mesainize son süratini./Çünkü kabil değil artık yaşamak bunlarsız;/Çünkü milliyeti yok san´atın ilmin; yalnız, ..." Yine aynı Mehmet Akif son söz olarak da şu mısrayı söyleyerek kurtuluş reçetemizin ne olduğunu yüksek sesle şöyle haykırır: "Doğrudan doğruya Kur’ân’dan alıp ilhamı,/ Asrın idrakine söyletmeliyiz İslâmı..." Ne diyelim aklın yolu birdir ve de budur. Ne mutlu ilhamını Kur’an’dan alabilenlere!

 
YORUM EKLE