M. NİHAT MALKOÇ - KIYAMETİN PROVASI: 6 ŞUBAT DEPREMİ..

M. NİHAT MALKOÇ - KIYAMETİN PROVASI: 6 ŞUBAT DEPREMİ..

M. NİHAT MALKOÇ - KIYAMETİN PROVASI: 6 ŞUBAT DEPREMİ..


Deprem bilgileri kılavuzu yahut depremle ilgili bilmemiz gerekenler

Türkiye’nin bir deprem ülkesi olduğunu bilmeyenimiz yoktur. Şayet bu ülkede yaşıyorsanız bu gerçeği bilmeli ve öylece kabul etmelisiniz. Korkudan azade yaşamak istiyorsanız hayatınızı ona göre düzenlemelisiniz. Peki, bizi korkutan ve hayatımızı zindan eden deprem gerçekte nedir? Yerkabuğuyla ilgili çalışmalar yapan bilim adamları depremi ‘yerkabuğu içindeki kırılmalar nedeniyle ani olarak ortaya çıkan titreşimlerin dalgalar halinde yayılarak geçtikleri ortamları ve yer yüzeyini sarsma olayı’ olarak tanımlıyorlar. Bir başka deyişle depremler yer içinde birikmiş gerilme enerjisinin aniden boşalmasıdır.

Yer altındaki enerji birikiminin nedeni dünyayı saran levhaların hareketleridir. Hareket eden levhalar birbirleri üzerine kuvvet uygulayarak belirli bölgelerde enerji birikmesine yol açar. Bu enerji kayacın kırılma sınırını geçtiği anda kırılma (faylanma) olur ve enerji boşalır. Yüzeye yakın depremlerde kırılma yer yüzünde görülebilir. Alman bilim adamı R. Hoernes depremlerin "tektonik depremler, volkanik depremler ve yer içindeki büyük boşlukların çökmesi ile oluşan depremler" olmak üzere üç çeşit olduğunu belirtmiştir.

Tektonik depremlerde, biriken enerji çok büyük olduğundan ortaya çıkan enerji de büyük olur. Ülkemizdeki büyük depremlerden 17 Ağustos 1999 Kocaeli depremi sırasında çıkan enerji Hiroşima’ya atılan atom bombasının yaydığı enerjiden 400 kat daha büyüktür.

Deprem sırasında açığa çıkan enerji ses veya deniz dalgalarına benzeyen ve elastik dalgalar (sismik dalgalar) olarak adlandırılan deprem dalgaları ile yayılır.

Volkanik depremler çok küçük olup, kendilerine özgü yapıları vardır. Bu tip depremler günümüzde patlama tehlikesi olan (Vezüv, Fuji vb.) volkanların içinde olur. Volkanların içindeki küçük patlamalar ve kırılmalar küçük depremleri meydana getirir.

Deprem sırasında çeşitli yeryüzü değişimleri gözlenmektedir. Birincil değişim, yeryüzündeki kırılmadır. İkincil etkiler ise heyelanlar, kopmalar ve çökmelerdir. Zeminin sağlam olmadığı yamaçlarda deprem dalgalarının etkisiyle toprak harekete geçer. Toprak ve çamur akmaları, harekete geçen yeraltı suyunun etkisiyle olur.

Sıvılaşma, özellikle kumlu zeminlerde görülür. Deprem dalgalarının etkisi ile kum bir sıvı gibi davranır. Kum zemin üzerinde bulunan yapılar fazla hasar görmeden zemin içine gömülür. Yine Kocaeli depreminde, sahil şeridindeki yazlıkların yıkılmasının en önemli nedenlerinden biri sıvılaşmadır. Ülkemizde kum zeminler üzerinde ve deprem bölgelerinde (Ege, Marmara) bu tipte birçok yazlık ve turistik tesis bulunmaktadır. Yangınlar, su basmaları; şehirlerdeki alt yapının hasar görmesi sonucunda meydana gelirler.

Oluş zamanı, depremin oluş zamanının (saat: dakika: saniye) Greenwich (GMT) zamanına göre değeridir. Episantir koordinatı, depremin merkezinin (odak) yer yüzündeki izdüşümüdür. Odak derinliği, depremin merkezinin yer yüzünden olan derinliğidir.

Depremler derinliklerine göre üçe ayrılır: Sığ depremler: 0-60 km derinliklerde, genelde kıtasal alanlarda (Türkiye, Asya, Ege...) meydana gelir. Orta derinlikli depremler: 60-300 km derinliklerde, dalma-batma bölgelerinde (Japonya, Şili, Filipinler...) görülürler. Derin depremler: 300-700 km derinlikte meydana gelir. Dalma-batma bölgelerinde dalan okyanus levhasının en uç kesimlerinde görülürler.

Depremlerle açığa çıkan enerji çok büyüktür.

Depremlerle açığa çıkan enerji çok büyüktür. 8 büyüklüğünde bir deprem Hiroşima’ya atılan atom bombasının bin katı enerji açığa çıkarır. Büyüklükleri arasında 1 puanlık fark olan iki depremden büyük olanının çıkardığı enerji küçüğünün yaklaşık 31.5 katıdır.

Depremleri inceleyen bilim dalına "sismoloji" denir. Sismoloji jeofiziğin önemli bir koludur. Uzay çalışmalarının da önemli bir unsurudur. Depremlerin ya da diğer enerji kaynaklarının yaydığı sismik dalgalar sismometre adı verilen aletlerle algılanır ve sismograf olarak isimlendirilen aletlerle kaydedilir. Elde edilen kayda ise "sismogram" denir.

Bilimin bunca ilerlemesine rağmen depremlerin önceden bilinmesi bugünün şartlarında bile ne yazık ki mümkün değildir. Anlaşılan o ki deprem uzun bir süre daha gizemini koruyacaktır. Bunun içindir ki elimizden gelen tek şey sağlam binalar yapmaktır.

Yeri gelmişken depremle ilgili bir kısım terimlerin de açıklığa kavuşturulmasının faydalı olacağına inanıyorum. Bunlardan ilki, çok sık duyduğumuz artçı depremlerdir. Artçı deprem ana sarsıntıdan sonra, yerkabuğunda bozulan dengenin sağlanması için meydana gelen küçük depremlerdir. Öncü deprem, daha büyük bir depremden ya da ana şoktan birkaç saniye ya da birkaç hafta önce gelen ve büyük depremin kırılma alanının içinde ya da yakınında ortaya çıkan küçük titremelerdir. Büyüklük, bir depremin kuvvetinin ya da ortaya çıkarttığı gerilim enerjisinin sismografik gözlemlere dayanarak ölçümüdür.

"Sismograf" yerin hareketlerini, özellikle de depremleri kaydeden cihazdır. 1935’te Charles Richter tarafından geliştirilen logaritmik bir ölçeği esas alır. Sismolog, deprembilimci demektir. Sismogram, depremin bir sismograf tarafından kaydedilen yazılı kaydıdır.

Büyük deprem, Richter ölçeğinde 8 ve üstünde büyüklüğü olan depremlerdir. Fay (kırık) yerkabuğu ve üst mantoda kaya tabakalarının koptuğu ve kaydığı yerdeki zayıf noktadır. Başka bir deyişle yerkabuğundaki deformasyon enerjisinin artması sonucunda, kayaç kütlelerinin bir kırılma düzlemi boyunca yerlerinden kayması ile ortaya çıkan kırıktır. Faylar depremler sonucunda ortaya çıkar, depremler de daha önceden var olan faylar boyunca ortaya çıkar. Kırılma, bükülme ya da yön değiştirme demektir. Yeryüzü kabuğunu meydana getiren dev bölümlerden her birine "levha" denir. Levhalar sürekli hareket halindedir.

"Şiddet" herhangi bir derinlikte olan bir depremin yeryüzünde hissedildiği bir noktadaki gücünün ölçüsüdür. Şiddet; deprem şiddetini belirlemek için yapılan ve depremin insan, eşya, yapı ve yere yaptığı etkilerin derecesine dayanan ölçektir. Belirli bir yerdeki depremin insanlar, yapılar ve toprak üzerindeki etkisinin ölçüsüdür. Şiddet yalnızca depremin büyüklüğüne değil, merkez üssünden uzaklığına ve o yerin yapısına bağlıdır.

Hayatın acı gerçeklerinden biri olan deprem sadece yerbilimcileri (jeologları) ilgilendiren bir konu değildir. Aksine deprem yerbilimlerinden inşaat mühendisliğine, tarihten sosyal psikolojiye kadar birçok disiplini kapsayan disiplinler arası çok geniş bir konudur.

Bu ülke insanı tarih boyunca ne depremler gördü.

Bu ülke insanı tarih boyunca ne depremler gördü. Adana-Ceyhan Depremi’ni 27 Haziran 1998’de, Marmara Depremi’ni 17 Ağustos 1999’da, Düzce Depremi’ni 17 Kasım 1999’da yaşadık. Bu depremlerde çok büyük miktarlarda can ve mal kayıpları verdik, binlerce insanımız yaralanıp sakat kaldı. Yuvalar dağıldı. Çocuklar yetim ve öksüz kaldı. Nice civanlar toprağın kara bağrına gömüldü. Ocaklara ateş düştü. Düzen, yerini keşmekeşe bıraktı.

Bundan çeyrek asır evvel böyle bir senaryo yaşadı güzel ülkemiz… Bu aslında senaryodan öte bir hakikatti. Son büyük depremden (17 Ağustos 1999) bugüne kadar 24 yıl gibi uzun sayılabilecek bir zaman geçti. Türkiye olarak o acı günlerden ders alacak yerde, deprem gerçeğini unutur olduk. Sanki hiçbir şey olmamış gibi davranmaya başladık. Öyle ki etrafta açıkça gözüken deprem çatlaklarını sıvalarla kapatarak güya acılara set çektik. Yıkılması gereken binaları eğreti kolonlarla ayakta tutmaya çalıştık. Yeni yapılar inşa edilirken eski kör mantığı bir kenara bırakamadık. Pansuman çözümlerle durumu idare ettik, günü kurtardık. Ölüm hücrelerini inşa edenler çok geçmeden aklanarak(!) hapisten çıktı.

Ülkemin 10 vilâyeti deprem yüzünden karalar bağladı.

6 Şubat 2023 Pazartesi günü Kahramanmaraş'ta meydana gelen 7.7 ve 7.6 büyüklüklerindeki iki deprem 10 ilde büyük yıkıma neden oldu. Osmaniye, Kilis, Şanlıurfa, Gaziantep, Diyarbakır, Adıyaman, Hatay, Adana, Malatya ve Kahramanmaraş'ı vuran depremin bilançosu her geçen saat daha da ağırlaştı. Doğu, Güneydoğu Anadolu Bölgesi ile İç Anadolu ve Akdeniz Bölgesinde birçok il depremle sallandı. Kahramanmaraş'ın Pazarcık ve Elbistan ilçelerini üs edinen 7,7 ile 7,6 büyüklüğündeki bu depremler, Doğu Karadeniz Bölgesi’ndeki Trabzon, Rize, Ordu, Giresun ve Gümüşhane illerinde de hissedildi. Depremlerin ardından 2500'ün üzerinde artçı sarsıntı gerçekleşti. Yazı kaleme alınırken ölü sayısı 40 bine yaklaşmıştı, yaralı sayısı ise 110 binin üzerindeydi. Bu rakamların geçen zamanla birlikte maalesef çok daha fazla artacağından endişe ediliyor.

Deprem nedeniyle Türkiye'de yedi gün süreyle milli yas ilân edildi. Bütün yurtta ve dış temsilciliklerimizde bayrağımız yarıya çekildi. Depremin büyük yıkıma neden olduğu Kahramanmaraş, Osmaniye, Şanlıurfa, Kilis, Adana, Diyarbakır, Adıyaman, Hatay, Malatya ve Gaziantep illeri genel hayata etkili afet bölgesi ilân edildi. Yine deprem bölgesinde işlerin hızlı ve sağlıklı yürütülebilmesi için "Olağanüstü Hâl" ilân edildi. KYK yurtlarının depremzedeler için kullanılabilmesi için bütün üniversiteler bir dönem boyunca uzaktan eğitime geçti. Anaokulu, ilk, orta ve lise düzeyindeki okullar ise iki hafta süreyle tatil edildi.

İlk iki gün fazla bir şey yapılamasa da deprem bölgesinde 10 günü aşkın bir süre devam eden arama kurtarma çalışmalarında toplam 233.320 personel, 12.322 araç ve iş makinesi ile birlikte 70 uçak, 167 helikopter, 24 gemi, 45 İHA ve 9 drone görev yaptı.

Tarihte eşine emsaline az rastlanmış bir facianın sonunda koskoca şehirler bir anda yok oldular. Deprem on binlerce insanımızı yuttu. Depremzedelerin yeme içme ihtiyaçlarının giderilmesinin ardından sırada evsiz kalan yüz binlerce kişinin barınma ihtiyacını gidermek var. Bunu da devlet-millet (hayırseverler) iş birliğiyle inşallah halledeceğiz. Memleketlerindeki büyük afetten dolayı muhacir konumuna düşen kardeşlerimize ensar olup yaralarını saracağız. Bu bizim bir anlamda vatandaşlık ve insanlık borcumuzdur.

Barınma kapsamında Antalya’daki otellere 100 bin depremzede yerleştirildi. Havanın buz kestiği bu karakışta KYK yurtları, polisevleri, öğretmenevleri ve devlet dairelerinin misafirhaneleri ile sosyal tesisler depremzedelere tahsis edildi. Türkiye'nin 81 vilâyetinde vatandaşlar ilâve konutlarını depremzedelerin kullanımına açtı. Herkes bir şeyler yaptı.

85 milyonluk ülkeyi yasa boğan 6 Şubat depreminde insanlarımızın ne kadar diğerkâm ve fedakâr olduğunu bir kere daha gördük. Cömert insanlarımız tıpkı Kurtuluş Savaşı’nda olduğu gibi (Kuvay-ı Milliye ruhuyla) bu korkunç deprem felâketinde de fedakârlık yarışına girdi. Öte yandan devletimizin bütün elemanları ve kuruluşları canla başla çalıştı. Askerlerimiz, polislerimiz, sağlıkçılar, karayolları teşkilâtı, AFAD, Kızılay, küçük büyük bütün belediyeler, iş yeri sahipleri, Diyanet teşkilâtı ve bütün halk bu depremin yaralarının sarılması için gecelerini gündüzlerine kattılar. Az veren candan, çok veren maldan verdi. Bu muhteşem tablo, yanan yüreklerimize bir nebze de olsa su serpmiş oldu.

Milletçe depreme karşı tedbirli olmaya ve depremle barışık yaşamaya mecburuz.

Yıllardan beri deprembilimciler (jeologlar) tarafından Türkiye'nin bir deprem ülkesi olduğu söylenir durur. Fakat yetkililer buna rağmen yerinde ve zamanında önlem almakta gevşek davranırlar. Buna gaflet mi yoksa daha ötesi bir şey mi demek lâzım, bilemedim.

Senelerdir televizyon ekranlarında, gazetelerde ve sosyal medyada avaz avaz bağıran deprem bilimcilerin (jeologların) söyledikleri hep doğru çıktı. Tüm bu yaşanılanlar, bu sözlerin bir çeşit sağlaması hükmündeydi. Ama olan, neticede milletimize ve insanımıza oldu.

Mademki deprem bizim bir anlamda kaderimiz, o zaman onunla barışık yaşamaya, ona karşı gerekli tedbirleri almaya çalışmalıyız. Lâkin daha düne kadar deprem gerçeğini çabuk unutmuş bir hâlimiz vardı. Yine müteahhitler bildiğini okuyordu, kontroller yetersizdi.

Depreme karşı aslında o kadar da çaresiz değiliz. Yapmamız gerekenler eksiksiz olarak yerine getirilse en az zayiatla işin içinden çıkabiliriz. Onun için öncelikle yerleşim bölgelerinin zemin etütlerini yaptırarak, yerleşim alanlarını bilimsel bir bakış açısıyla ve titizlikle belirlemeliyiz. Binaları deprem etkilerine karşı dayanıklı yapmalıyız.

Ömrümüzü geçireceğimiz, canımızı içinde saklayacağımız evi alırken dikkatli olmalıyız. Çok ucuz evlere şüpheyle yaklaşmalı, bunlarla ilgili olarak da bir ön araştırma yapmalıyız. Çünkü böyle evler belli ki sağlam değildir, malzemeden çalınarak yapılmıştır. Fakat her pahalı evin de sağlam ve depreme dayanıklı olduğu söylenemez. Bu, tek başına bir ölçü değildir. Paranızla aldığınız evin mezarınız olmaması için alınması gerekli acil önlemler öncelikle ve özellikle alınmalı, bu hususta daima uyanık olunmalıdır. Deprem riski zihnimizden silinmemelidir. Her an bu afete karşı hazırlıklı ve uyanık olunmalıdır.

Dünyada deprem ülkesi sadece biz değiliz şüphesiz. Japonya bizden çok daha büyük bir deprem riski altındadır. Fakat onlar buna uygun bir inşaat teknolojisi geliştirmişlerdir. Bizler de söz konusu hadiseye onlar gibi makul ve mantıklı yaklaşmalıyız. Bu hususta bilimi rehber tayin etmeliyiz. Allah ülkemizi deprem gibi büyük afetlerden korusun.

Yüce dinimiz İslâmiyet, yardımlaşmaya çok önem vermiştir.

İslâm inancının bir gereği olarak, her canlının rızkının Allah’ın teminatı altında olduğuna inanılır. Bu yüzden hiçbir Müslüman rızık endişesi taşımaz. Öte yandan vermenin çoğalma vesilesi olduğu düşünülür. Hiç kimse vermekle fakir, saklamakla da zengin ol(a)maz.

Yardımlaşmayı ve dayanışmayı en büyük değerlerden biri olarak gören bir neslin evlâtlarıyız. Ecdadımız olan Osmanlı, insana büyük değer veren bir anlayışa sahipti. Her şey insan içindi Osmanlı’da. İnsan ve insaniyet merkezli bir idare anlayışı söz konusuydu. Ecdadımız “Komşusu açken tok gezen bizden değildir” hadisini iyi etüt ederek ona göre davranmışlardır. Karakteri sağlam ceddimiz, kuşları ve topal leylekleri bile hesaba katan ve onların hayatlarını nasıl devam ettireceklerini düşünüp gereğini yapan bir vicdana sahipti.

Bir ferdi olmakla onurlandığımız yüce dinimiz İslâmiyet, yardımlaşmaya çok önem vermiştir. Cenâb-ı Hakk: “İyilikte ve kötülükten sakınmakta birbirinizle yardımlaşın, günah ve düşmanlıkta yardımlaşmayın.” buyuruyor. Bunun yanında zenginlerin mallarının kırkta birini fakirlere dağıtması da İslâm’ın yardımlaşmaya verdiği önemi açıkça ortaya koymaktadır. Böylesine güçlü bir paylaşma, İslâm dışındaki hiçbir dinde ve felsefî gelenekte yoktur. Üstelik verirken işine yaramayanı değil, en çok sevdiğini vererek fedakârlık yapacaksın. Müslümanların düşkünlerini bir yük olarak değil, sevaba götüren bir merdiven olarak göreceksin. Böylece zenginle yoksul arasında çekemezlik değil, bir sevgi ve muhabbet hâsıl olacak.  Neticede Müslüman zenginler fakirleri, fakirler de zenginleri hor görmeyecek.

Öncelikli iş hesap sormak değil kurtarma ve yardım çalışmaları olmalıydı.

Deprem sonrasında başta twitter olmak üzere sosyal medyanın, iki tarafı keskin bir bıçak misali olduğu olumlu ve olumsuz örneklerle bir kere daha görüldü. Sosyal medyanın kurtarma ve yardım çalışmalarında ne kadar faydası olduysa dezenformasyon (yalan yanlış bilgi) yayma konusunda da bir o kadar zararı oldu maalesef. Böyle büyük can kayıplarının ve tarifsiz acıların yaşandığı bir felâketi sosyal medyada algı operasyonlarıyla başka taraflara çekenler, yakın gelecekteki seçimleri hesap ederek buradan oy devşirmeye çalışanlar en iyimser ve hafif tabirle ayıp ediyorlar. Aslında bu bir ayıptan öte bir insanlık suçudur. Keşke bu kişiler birilerine iftira atacaklarına, nefret kusup salya akıtacaklarına enkaz altında kalan insanlara uzanan el olmayı, bir an evvel derin bir nefes almalarına vesile olmayı deneselerdi. Fakat malumdur ki iyilik de bir vicdan ve nasip işidir. Bundan herkesin payı yoktur.

Bu acı ve kederli günler suçlu arama günleri değildir, yaraları sarma ve şefkat günleridir. 29 Haziran 1939'da kendi rızasıyla Türkiye Cumhuriyeti devletine katılan Hatay'ın evlâtlarını, Tahir Sökmenoğlu'nun torunlarını; 31 Ekim 1919'da Türk milletini ayağa kaldırıp, "Kahraman" unvanını alan Maraş'ın evlâtlarını, onun yolbaşçısı Sütçü İmam'ın torunlarını enkaz altından kurtarma günüdür. Bu günler birlik beraberlik ve dayanışma içinde olma günleridir. Yaralar böylesine taze iken onları kanatmak vicdansızlıktır. Bu demek değildir ki aziz milletimizi acılara boğan, on binlerce insanımızın ölümüne sebep olan bu büyük felâkette bariz ihmalleri olanlar tespit edilip cezaları verilmesin. Elbette onlar da olmalıdır, olacaktır da. Fakat şimdi öncelik can kurtarmak ve yara sarmaktır. Hataların muhasebesini yapma, suçluları tespit etme, ihmali olanları belirleme ve gereğini yapma zamanı da gelecektir.

Bu depremde herkes şunu gördü ki bireysel veya kolektif olsun, düşmanlar darbe indirmek istedikleri hedef ülkenin en zor zamanını bir fırsat ve ganimet olarak kollamaktadır. Onların gözleri vardır ama hakikati göremezler, kulakları vardır hakikati duyamazlar. Hepsinin de vicdanları pas tutmuştur. Bu zalimler bir ülkenin en zor zamanlarında ona son darbeyi indirmenin fırsatını kolladılar. Alçakça bir psikolojik harekât gerçekleştirdiler. Bu kapsamda yeri geldi arama ve kurtarma ekiplerini alâkasız yerlere yönlendirdiler, yeri geldi yardım gerekmeyen yerler için ‘acil yardım’ çağrıları yaptılar. Allah müstahaklarını versin.

Bu deprem de gösterdi ki ölüm bize çok ama çok yakın...

Ölümle birlikte hayatın kepenklerini kapatırız farklı bir boyuta geçene kadar. Fakat insana verilen sonsuz yaşama arzusunun elbette bir karşılığı vardır ötelerde. Lezzetleri acılaştıran ölüm, en büyük adalettir aslında. Zira hiç kimseyi ıskalamaz. Makamımız, mevkiimiz, şöhretimiz, zenginliğimiz her ne olursa olsun o, vakti gelince mutlaka uğrar kapımıza. Efendi-köle ayrımı yapmaz. Ölen kişi bir yanımızı da alır götürür beraberinde, ortak hatıralar toprağa taşınır bir anlamda. Dünyadaki kişi, ölen dostuyla birlikte ortak paylaşımlarını da toprağa gömmenin derin acısını ve sızısını yüreğinin derinliklerinde hisseder. Bu durum, geride kalanların acısının katmerleşmesi neticesini de beraberinde getirir.

Ölümü bir hicran olarak görsek de aslında bir vuslattır ölüm… Fenadan bekaya uzanan muhkem bir köprü… Kimler geçmedi ki bu köprüden… Bu köprüden geçmemeye çare var mı? Hem bu dünya terk edilmeyecek kadar cazip mi sanki? Cennet hayatıyla bu dünyayı kıyaslamak bile abestir. Durum bundan ibaretken niçin bu kadar soğuk karşılarız ölümü?

Ölümden sonra, geride hoş bir seda bırakabildiysek kederlenmeye ne hacet var? Rahmetle anılmak kadar büyük bir nimet var mıdır? Bunu yaşarken hesaba katanlar ve o minvalde yaşayanlar hiç unutulmazlar. Ne mutlu öldükten sonra rahmetle anılanlara!...

Her ölüm, aslında gelecekte vuku bulacak kendi ölümümüzü hatırlatır bize. Biraz da bu yüzden hüzünleniriz. Ölüm hep gündemimizde olmalı… Zira “Lezzetleri acılaştıran ölümü çok zikrediniz” hadisini unutmamak lâzım. Ölümü unutursak gaflet uykusuna dalabiliriz.

Dostlarımız dünyadan birer birer göçünce aslında hep bir yanımız eksiliyor. Biraz daha azalıyoruz gün geçtikçe. Hâlleşecek, dertleşecek ahbap bulamaz duruma geliyoruz.

Yüce Allah, biz kullarını imtihan etmek için dünyaya göndermiştir. Ruhumuza beden elbisesini giydiren Allah, ömrün nihayetinde, bedene hayat veren ruhu çekip alacaktır. Artık bedenin bir mânâ ve ehemmiyeti kalmayacaktır. Zira hakikatte tenin hiçbir önemi yoktur. Bedene hayat veren ve onu farklı kılan ruhtur. Onun içindir ki ruh yoksa hayat da yoktur.

Hakiki mânâda akıllı insan, ölüm vakti gelmeden nefsini öldürür. Keza Peygamberimiz: “Ölmeden evvel ölünüz” diyerek bu hususa atıfta bulunmuştur. Kişi ebedî hayata hazırlıklı olmalıdır. Kış mevsimine odunsuz ve kömürsüz giren bir insanın hâlini bir düşünün! Bir mevsimi rahat ve huzur içinde geçirmek için yaz boyu hazırlık yapan bir kişinin, ebediyen yaşayacağı ahiret için hazırlık yapmaması ne kadar akılsızca bir harekettir.

Başta Hatay, Kahramanmaraş ve Adıyaman olmak üzere Malatya, Gaziantep, Adana, Osmaniye, Diyarbakır, Kilis ve Şanlıurfa'yı acı ve hüzünlere gark eden 6 Şubat depreminde on birlerce canımızı kaybettik. Çocuklar yetim ve öksüz kaldı. Öte yandan evlâtlarını kaybeden anne ve babaların gözyaşları ırmak olup aktı.  Bazı ölümlere vazifelerini yapmayan, gözünü para hırsı bürümüş insanların ihmalleri sebep olsa da büyük resme baktığımızda "Allah verdi, Allah aldı." demekten başka çaremiz yok. Merhum şair ve mütefekkir Seyyid Ahmet Arvasi'nin bir şiirinde söylediği gibi “Emir geldi en güzelden,/Üzüntü bize post oldu./Takdir edildi ezelden,/Musibet bize dost oldu./Kim kaçabilir ecelden?/Bak tedbirler alt üst oldu.” Adeta bir kıyameti andıran bu büyük ve dehşetli depremde hayatlarını kaybedenlere Allah'tan rahmet, yaralılara acil şifalar, yakınlarını kaybedenlere de sabırlar diliyorum.

Sözlerimi, yuvaları söndüren, on binleri öldüren 6 Şubat Depremi sonrası "Kahramanmaraş" için yazdığım "Yüzyılın Ağıdı" adlı bir şiirimle bitirmek istiyorum:

YÜZYILIN AĞIDI

Binboğa Dağları'na kara dumanlar çöktü

Güneşi tutsak olmuş bir garip şafak söktü

Evlâtların ardından analar kan yaş döktü

Kirpikler tuz bağladı, sel oldu gözyaşımız

Boynun büküktür şimdi sevgili Maraş'ımız!

 

Enkazların altında   yatanımız üşüdü

Hatay, Antep, Maraş'ım; vatanımız üşüdü

Âh sol yanımızdaki atanımız üşüdü

 Hüzünlere gark olmuş toprağımız, taşımız

Boynun büküktür şimdi sevgili Maraş'ımız!

 

Acı ağır geliyor, başlar düşüyor şimdi

Analar tırnağıyla enkaz eşiyor şimdi

Gecenin ayazında canlar üşüyor şimdi

Can kafesinden uçtu, uzaklarda kuşumuz...

Boynun büküktür şimdi sevgili Maraş'ımız!

 

O simsiyah geceden bugüne bir ân kaldı

Her ne varsa yok oldu, geriye ziyan kaldı

Edeler göç eyledi, Maraş'ım viran kaldı

Bir gece tuz buz oldu nice pembe düşümüz

Boynun büküktür şimdi sevgili Maraş'ımız!

 

Şimdi enkaz altında hayaller ve umutlar

Acılara dönüşmüş tebessümler ve mutlar

Ahır ve Keş Dağı'na yaş döküyor bulutlar

Hüzünlere gebedir baharımız, kışımız

Boynun büküktür şimdi sevgili Maraş'ımız!

 

Hüzün trenlerinin katarları uzuyor

Babalar evlâdına şimdi mezar kazıyor

Millet yardımlaşmada yine destan yazıyor

Takatimiz tükendi, yarım kaldı işimiz

Boynun büküktür şimdi sevgili Maraş'ımız!

 

Hoyrat bir el, kanayan yaraları kaşıyor

Hüzünler sulusepken, kirpiklerden taşıyor

Trabzon Caddesi'nde bir hüzün dolaşıyor

Soframız sofranızdır; ekmeğimiz, aşımız...

Boynun büküktür şimdi sevgili Maraş'ımız!

 

Maraş'a iğne batsa bize çuvaldız batar

Nice körpe bedenler enkaz altında yatar

Al bayrağın altında kalplerimiz bir atar

Acınız acımızdır, öne eğik başımız

Boynun büküktür şimdi sevgili Maraş'ımız!

 

M. Nihat Malkoç