Bir anne-baba için ölen çocuğunun kemiklerinin bir paket içerisinde kucağına tutuşturulmasından daha ağır bir yük, tarifi mümkün olan daha büyük bir musibet ve acı düşünemiyorum.
Erzurum/Karayazı nüfusuna kayıtlı Welat Çiya kod adlı Hakan Aslan, 2015 yılında PKK’nin özyönetim ilan ettiği yerlerden biri olan Diyarbakır’ın Sur ilçesinde çatışmalar sırasında ölmüş, kemikleri 7 yıl sonra otopsi işlemlerinin ardından bir paket içerisinde babası Ali Rıza Aslan’a teslim edilmişti.
Bahse konu olayları hatırlayınız: Çözüm Sürecinin akim kalması sonrasında KCK; 2015 Ağustos ayında "Kürdistan halkı için öz yönetimden başka bir seçenek kalmamıştır" kararını alarak Hakkari, Şırnak ve Batman illerinin yanı sıra Silopi, Nusaybin, Cizre, Lice, Sur gibi ilçeler dâhil toplam 17 merkezde özyönetim ilan edildiğini duyurdu. Suriye’deki iç savaştan esinlenilerek evler arasında gizli geçit ve tüneller kazılmış, sokaklar bariyerlerle ve patlayıcı maddelerle tuzaklanmış ve siviller de canlı kalkan olarak rehin alınmışlardı. Çatışmasızlık ortamından istifade edilerek hazırlıkları yapıldığı anlaşılan hendek olayları neticesinde yüzlerce güvenlik görevlisi ve sivil yaşamını yitirirken, iki bin beş yüz civarında militanının öldüğü tahmin edilmektedir. Bu olaylar neticesinde örgütün hem şehir merkezlerinde hem de kırsalda eylem yapma kapasitesinin büyük oranda örselendiği rahatlıkla söylenebilir.
Her açıdan yıkıcı sonuçlara yol açan bu karardan ötürü PKK veya bu kararın destekleyicisi konumundaki HDP cenahında her hangi bir nedamet, suçluluk veya özeleştiri emaresi görülmediği gibi, alınan bu kararın gerekçesine ilişkin tatmin edici bir açıklama yapma ihtiyacı da hissedilmedi. Ancak, hiçbir izahat yapılmasa da bölge siyasetine vakıf olanlar, alınan bu kararın Şam–Tahran mahreçli olduğu noktasında hemfikirdirler.
Hakan Aslan’da işte bu çatışmalar neticesinde Diyarbakır/Sur’da hayatını kaybetmiş yüzlerce militandan bir tanesidir. Son birkaç gündür örgüt bağlantılı veya sempatizanı konumundaki medya organlarında ‘ölen oğlunun kemiklerini bir paket içerisinde kucağında taşıyan çaresiz bir baba’ görüntüsü üzerinden insan hakları dersi verilmektedir.
Esasında bu örgüt için insan hakları söylemi diğer pek çok mevzu gibi bildik istismar alanlarından bir tanesidir. Bu sebepledir ki babanın kucağındaki paketi, alenen ölüme gönderdiği binlerce kişinin canından daha önemli kılan şey, propaganda ve istismar aracına kolayca dönüştürülebilir olmasından kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla bu tarz örgütler açısından bir militanın ölümü, davaya yeni militanlar kazandırmanın bir imkanı olarak ve sadece işlevsellik boyutuyla değerlendirilmektedir.
Çocuğunun kemiğini bir koli içerisinde babanın kucağına vermedeki özensizliğe dair birkaç hususun altını çizmekte fayda var.
Birincisi; ölen kişi hangi suçlara bulaşmış olursa olsun bir anne-baba nezdinde o bir evlattır. Kardeşlerinin nezdinde o bir ağabeydir, kardeştir, abladır…
İkincisi; dinimiz, geleneklerimiz, örfümüz ve yürürlükteki mevzuatlar cenazeye saygıyı esas kılar.
Üçüncüsü; hangi gerekçeyle olursa olsun insan cenazesine yapılan saygısızlık insan fıtratının kerih gördüğü ve rahatsız olduğu çirkin bir olaydır.
Kabul etmek gerekir ki; AK Parti iktidarı döneminde “terörle mücadele” adı altında maşeri vicdanı yaralayan olaylar yok denecek kadar azaldı. Faili mechuller, yargısız infazlar, sistematik işkenceler, köy yakmalar… Bu sebepledir ki uzun süredir insanlar devlet zulmünden kaynaklı sebeplerle dağa gitmiyor.
Diyarbakır/Sur’da yaşanan olayları daha dün gibi hatırlıyorum. Operasyonlar; sivil insanlar zarar görmesin diye büyük bir titizlik içerisinde ve geniş bir zaman dilimine yayılarak sürdürülmüştü. Bu sebepleydi ki örgütün kapı kapı dolaşarak yaptığı Sur’a canlı kalkan olma çağrısı karşılıksız kalmıştı.
Esasında bir devleti örgüt veya çetelerden ayıran temel hususlardan biri tanımlanmış bir hukuk sisteminin varlığıdır. Hukuk sisteminin yürütücüsü konumundaki yargı mensupları bunu en iyi bilmeleri gereken kişilerdir.
Kaynak: Bir babanın kucağına tutuşturulan en ağır yük - M. HASİP YOKUŞ