Kitaplardan öğrendiğimize göre Mekke o gün her zamankinden daha sıcak imiş. Allah’ın emriyle kocası İbrahim peygamber tarafından oğlu İsmail ile birlikte buraya, bu sıcağın ortasına bırakılan Hacer annemiz, susuzluktan dudaklarını kuruyan ve artık ağlamak için bile mecali kalmayan evladına bir damlacık su bulmanın telâşında.
Evladıyla çıkıp “Su var mı acaba?” diye baktığı tepeciğin karşısında bir başka tepecik var. “Belki o tepede su vardır” diyerek ve evladını da çıktığı tepeciğe bırakarak diğer tepeciğe koşuyor. Ardından, belki evladının başına bir iş gelir, belki çöl sırtlanları onu kapar da kaçar diye evladına koşuyor. Evladının susuzluğu geçmeyince diğer tepeciğe, evladının canından endişe edince yeniden evladını bıraktığı tepeciğe...
Yedi kez sürüyor koşu.
Son olarak umutsuzca, tükenmiş olarak evladının, İsmail’inin yanına döndüğünde, onun yere vurduğu topuklarından bir su çıktığını görüyor ve suyun “azıcık” olduğunu zannederek ona “zem zem” yani “dur dur” diyor.
Su durmuyor. Binlerce yıldır akmaya, içene ferahlık ve şifa vermeye devam ediyor.
Her yıl milyonlarca hacının Safa ile Merve tepeleri arasında “sa’y” etmesi yani yedi kere koşuşturması, bize Hacer annemizden miras.
Sa’y, malum, “çalışmak, gayret etmek, yürümek, koşmak” demek.
Zemzem evet orada; ama Allah’ın bize Zemzem’i bahşetmesi için Safa ile Merve arasında koşuşturmamız gerekiyor. Çünkü kader, sadece gayrete âşıktır.
Gazze’nin, Doğu Türkistan’ın, Suriye’nin ve daha pek çok mazlum coğrafyanın kurtarılması için bulmamız gereken suyun adıdır Zemzem. Biz biraz gayret etsek, biraz yürüsek, azıcık koşsak Allah bize Zemzem’i ikram edecek.
Fakat öyle yorgunuz, öyle tembeliz, öyle vurdumduymaz hale geldik ki Zemzem’i “sa’y etmeden” istemeye başladık. Vermez kardeşlerim vermez. Âdetine aykırı. Beyanına aykırı. Ahdine aykırı.
“Zemzem orada, sen neredesin?” diye soruyor bize ve ekliyor: “Akletmez misiniz?” Ve biz, bütün tembelliğimizle, bütün yorgunluğumuzla, bütün gayretsizliğimizle cevap veriyoruz O’na: “Hayır, akletmeyiz.”
Bayrammış bugün. Öyle diyor takvimler. Hem de Kurban Bayramı imiş. Kestiğimiz hayvanların ne etleri, ne kanları O’na ulaşacak. Bunu biliyoruz. O’na ulaşmasını umut ettiğimiz tek şey takvamız olabilir.
Filistinli, Doğu Türkistanlı, Suriyeli Müslüman kardeşimizin; Nijerli, Ukraynalı insan kardeşimizin yaşamaya bizden daha az layık olduğunu düşünen zihinlerimizle nasıl ulaşacaksa artık takvamız O’na?
İtiraz edeceksin değil mi? “Vallahi onların canını da kendi canım gibi biliyorum” diyeceksin. Yok öyle yağma güzel kardeşim. Önce kendime söylüyorum bunu: “Onların canını kendi canım gibi aziz bileydim Filistin de, Suriye de, Türkistan da bu halde olmazdı, olamazdı.”
Bir Müslüman sahabi kadının kıyafetini zorla çıkarıp onu şehrin ortasında çırılçıplak bırakan o Yahudi için Resul (s.a.v.)’in ne dediğini hatırla: “O mendeburun kellesini bana hangi yiğit, hangi şanlı avcı getirecek?” demedi mi?
Resul (s.a.v)’in “Ahdinize sadık kalın, bize ihanet etmeyin” dediği halde kendilerine ihanet eden Benî Kaynuka’ya ne yaptığı hatırınızda mı? Bir kutlu sefere çıkmadı mı? Seferin sonunda Hz. Ali “Üç gün boyunca hem benim hem Zübeyr’in kolları koptu yorgunluktan” demedi mi?
Koşmuyoruz ama Zemzem istiyoruz. Çünkü ahmaklığımızı kendimize kalkan ettik.
Koşmayana, gayret etmeyene, çalışmayana Zemzem yok kardeşlerim. Hem vallahi yok, hem billahi yok.
Bayrammış bugün. Öyle diyor takvimler. Hem de Kurban Bayramı imiş. Unutma kardeşlerini bugün. Onlar için hiç olmazsa küçücük bir şey yap. Umulur ki o yaptığımız küçücük şey yarın divanda karşımıza gelir. Ve umulur ki merhametinin bolluğu okyanuslarca olan Allah Teâlâ, belki de “Haydi işe yaramaz kulum, seni de hiç olmazsa niyetin için affettim” deyiverir.
Affına sığınmak olmasa yanmışız biz.
Zemzem orada, sen neredesin? | İsmail Kılıçarslan (yenisafak.com)