İSMAİL KILIÇARSLAN - YÜRÜMEKLER - 20 Ağustos 2023 Pazar

İSMAİL KILIÇARSLAN - YÜRÜMEKLER - 20 Ağustos 2023 Pazar

İSMAİL KILIÇARSLAN - YÜRÜMEKLER - 20 Ağustos 2023 Pazar


“Bence nisyandan değil, ünsiyetten geliyor insan” dedi dostum. Ondan da seçimi böyle yapması beklenirdi zaten. Ardından devam etti: “İnsan ancak bir diğer insanla ünsiyet kurdu-ğunda varlığının farkına varabiliyor. O ünsiyet insana ayna tutuyor. Bana öyle geliyor ki mürşide olan ihtiyaç tam buradan kaynaklanıyor işte. Mürşit sana ayna tutuyor, sen kendini o aynada görüyorsun ve varlığının ayırdına öylece varıp kendini biliyorsun. Kendini bilince de…”

Aşkı “bir başkasının varlığını kendi varlığından daha çok önemsemek” diye tanımlayabiliriz değil mi? Dahası tanımlamalıyız.

İşçi sınıfından olabilmek için sağlığını kaybetme pahasına ağır işlerde çalışmayı tercih eden Simon Weil, aşk hakkında şöyle dedi: “Hiçbir orman böylesine yapraklara ve çiçeklere sahip, bu güzellikte bir ağacı taşıyamaz.”

 

“Ağacın güzelliği kendinden mi kaynaklanır, bakan gözden mi?” sorusunun cevabı üzerine düşünmeye davet ediyorum kendimi.

Bir marangoz, ağaca baktığında bir masa yahut sandalye görür. Bir orman işçisi baktığında kışlık odun görür. Bir hakkak baktığında üzerine bir kelam-ı kibar nakşedilecek bir budak görür.

Peki ya ben baktığımda bir ağaca, onu güzel görmemi sağlayan şey nedir? Hayır, bir kısa yol yaratıp “güzel bakan güzel görür” demeyin bana. Tam da onu soruyorum zira: “Bir ağaca güzel bakıp onu güzel görmemi sağlayan şey nedir?”

“İçinde kaybolduğun güzel ormanlar ihsan etsin Allah sana ve ormanını hiç Milli Park yapmasınlar” diye dua eden bir dilenci görseniz, para verir miydiniz ona?

 

Karıştı her şey.

Dostum şunu da söyledi: “Kendi varlığını çok önemsemeye başladığında ortaya çıkan defolarla mücadele edemiyor insan. Dünyayla ve içindekilerle bir ünsiyet kuramıyor bunu yaptığında.”

“Hiçbirimiz İbrahim değiliz ki” demeyi geçirdim aklımdan. Demedim fakat.

Bilinen şeydir: Günün birinde hepimize geleceği gibi Hazreti İbrahim’e de Azrail gelir. Hazreti İbrahim canını vermez Azrail’e. Der ki “var git, ilişme benim canıma.” Orada, Hazreti İbrahim’in yanı başında bulunanlardan biri sordu ona: “Ruhunu Azrail’e niçin vermek istemezsin? Âşık olduğunu söyleyen sen değil misin? Âşıklar canlarını feda etmede tereddüt ederler mi? Maşukuna kavuşmak konusunda ayak direrler mi? Hayata niçin bunca düşkünsün?”

 

Doğrulur Hazreti İbrahim ve konuşur. Konuştukça inci taneleri gibi saçılır kelimeler meclistekilerin üzerine: “Aramıza Azrail girmişken ben canımı niçin verecekmişim? Beni ateşe attıklarında Cebrail gelmişti de ‘bir isteğin var mı?’ diye sormuştu bana. Bir an bile yüzümü çevirip de bakmamıştım ona. İstediğimi ondan istemediğim belli olsun diye. Ben Cebrail’e dahi yüzümü çevirip istediğimi sadece O’ndan isterken nasıl olur da canımı Azrail’e teslim ederim? Allah’tan bana ‘ver canını’ emri gelmedikçe bende Azrail’e teslim edecek can yoktur.”

Berraklaştı her şey.

Şöyle diyelim o zaman. İnsan iki yerden gelebilir. Ünsiyettir biri ve İbrahim’in yürüdüğü yoldur o yol. Nisyandır biri ve şeytanın talim ettiği yoldur orası.

“Yolu yürümekten daha önemli kılan nedir?” diye sorarsan sana derim ki: “Azrail gelmiş de can talep eder / benim can vermeye dermanım mı var.”

 

https://www.yenisafak.com/yazarlar/ismail-kilicarslan/yurumekler-4554166