İSMAİL KILIÇARSLAN - VARSIN YERE GELSİN SIRTIMIZ - 31 Mart 2024 Pazar

İSMAİL KILIÇARSLAN - VARSIN YERE GELSİN SIRTIMIZ - 31 Mart 2024 Pazar

İSMAİL KILIÇARSLAN - VARSIN YERE GELSİN SIRTIMIZ - 31 Mart 2024 Pazar


“Kaderin işi çeşit çeşittir. Kimini düzünden kimini tersinden işlese de netice değişmez” denilmiştir ve doğru denilmiştir.

Genç çömlekçinin işini her zamankinden iki, hatta üç kat hızlı yapıyor olmasından huzursuz olan ustası ve babası “Emir, daha yapacak dört tane çömleğin var. Ne kadar uğraşırsan uğraş o güreşe yetişmen zor” der ve ekler: “Hem zaten ne anlıyorsun şu güreşten anlamıyorum. Buharalıların çoğu burun kıvırıyor güreşe. Hem sana da hiç yakıştıramıyorlar. Efendimiz (s.a.v)’in soyundan gelen bu delikanlı niçin malayaniyle, boş işle meşgul oluyor ki

diye soruyorlar.”

 

Emir, çömlek yapım hızını hiç değiştirmeden cevaplar soruyu: “Büyük dedem bunca sevdikten sonra Buharalılara ne ki benim güreşmemden? Hem sen merak etme. Çömlekler vaktinde bitecek Allah’ın izniyle. Ben de Suhar’dan Buhara’ya bir şekilde yetişeceğim.”

Çömlekçide bunlar olurken, Buhara’ya yakın sayılabilecek bir köyde ismi Muhammed olan bir avcı “kuşanın, ava çıkıyoruz” diye emir buyurur huzurundaki gençlere. Henüz yolda olmanın önemini pek kavrayamayan gençlerden biri, yanındaki arkadaşının göyneğini hafif çekiştirerek “av mı?” diye sorar, “av nedir yahu? Asker olmak istesem orduya yazılırdım?”

Emir yetişir tabii ki Buhara’ya. Kendisinden hem yaşça hem de cüsse bakımından büyük olan bir pehlivanın karşısına çıkar o gün.

 

İşin burasını şöyle hayal ettim ben hep.

Meydana çıktığında Emir, kendisine güreş öğreten hocasının sözlerini getirmiştir hatırına. Peşrevi biraz uzun tutarken rakibinin açıklarını araştırmıştır. Ayağında, belinde, ensesinde, kollarında bir boşluk aramış, hırtadak tek dalsa bu ağır rakibi devirip deviremeyeceğini, hızla şaşırtıp ayı kilidi vursa künde atıp atamayacağını düşünmüştür. Altta kalırsa yerinmemeyi, üste çıkarsa sevinmemeyi öğretmiştir ona hocası. Asıl olanın oyunu doğru düzgün, hilesiz hurdasız oynamak olduğunu belletmiştir.

O bakımdan Emir, daha o yaşında yenmenin de yenilmenin de önemsizliğini kavramış, oyunu oynamanın derdiyle dertlenmenin dertlerin en güzeli olduğuna ikna etmiştir kendini.

 

Rakibi iyi başlamıştır güreşe. Gücünü kullanıp Emir’i sert bir hareketle belinden kavramış, bir çuval kaldırır gibi kaldırmış, fakat Emir öğrendiği en önemli hamlelerden birini yaparak kollarını rakibinin kilidinin arasına sokup kurtulmayı başarmıştır.

Nefes nefese süren müsabakada Emir, galibiyetin pek de mümkün olmadığını fark edip “olacaksa öyle olsun” diyerek iki adım geriye çekilir. Rakibi bu geri çekilmeyi fırsata dönüştürüp biraz da temkinsizce hücum edince Emir, bütün esnekliğiyle rakibinin bacaklarına çift dalıp dağ gibi adamı yıkar meydana. Buharalıların hayhuyu, tezahüratı arasında sırtını yere serer rakibinin.

Güreş bittikten sonra Emir’in yanına kendisine pek de yakıştıramadığı belli olan bir avcı kisvesiyle biri yanaşır. Emir’e ilerdeki tepeyi gösterip “bir büyük avcının yareniyim. Avcı der ki ‘Emir bizim avımız olmak isterse Semmas’a gelsin. Okunu da yanında getirsin, bizi yormasın.”

 

İşin burasını da hep şöyle hayal ettim ben.

Emir “ne saçma şeymiş yahu bu” diyerek dinlemiştir genç avcıyı, “ben niye av olayım ki” diye düşünmüştür. Yürüyüp gitmiştir köyü Suhar’a. Genç avcı Emir’in “gelmem” cevabını Muhammed Baba’ya ulaştırmış, avcıların avcısı da “gelir o gelir. Okumuz ona isabet etti” diye cevap vermiştir gence.

Emir, o gece tedirgin bir düşten uyanıp şöyle seslenmiştir gecenin karanlığına: “Avla beni ki av olmanın lezzetini yaşayayım, sefasını süreyim.”

Emir, ertesi sabah babasının elini öpüp hayır duasını alarak Semmas’a yürümüş, yatsı vakti Semmas’a varıp Muhammed Baba Semmasi hazretlerinin dergahını bulmuştur. Baba Semmasi, Külal’e yani çömlekçi Emir’e “okunu getirmemişsin, nedendir?” diye sormuş, Emir de edeple cevap vermiştir: “Ben ne türden bir ahmak olmalıyım ki avcının yanına okumla gelip beni benimle vurmasını isteyeyim Şeyhim? Senin yanına dünyadan bir şeyle gelmem demek senin beni avlamaya layık biri olarak görmeyeceğin manasına gelirdi. Şimdi görüyorsun ya, av da burada, yay da burada, ok da burada. Vurasın ki sırtım yere gelsin de kazanayım bu oyunu.”

 

Tam böyle mi olmuştur? Nereden bileyim ben? Ben anlatanın yalancısı, hakikatin aşığıyım. Bildiğim tek şey, kazanmak için kaybetmenin, kaybetmek için kazanmanın birbirine muhtaç olduğu ile kazanmanın da kaybetmenin de

esasen bir olduğudur.

Allah, eyvallah.

 

Varsın yere gelsin sırtımız | İsmail Kılıçarslan (yenisafak.com)