1920’lerin sonunda Kamalistlere soracak olursanız başlıktaki sorunun cevabı “muasır medeniyetler seviyesi” olacaktır. Genç Türkiye Cumhuriyeti’nin boynunu “Batıya” çevirmesi bir tercihti ve bu tercih doğal olarak taraftarlarını, karşıtlarını, zalimlerini ve mazlumlarını oluşturdu.
Türkiye’nin kendi içerisindeki yüz yıllık mücadelesi aşağı yukarı bu tercih üzerinden belirginleşti. Yüzünü bütünüyle batıya yani muasır medeniyetler seviyesine dönen Adnan Menderes’i bile müesses nizam için büyük bir tehlike olarak belirleyen Kamalistler, Menderes’i ortadan kaldırarak “düzenin ihyası”nı sağlayabileceklerine dair ham bir hayal geliştirdiler ama süreç, o andan itibaren Kamalistlerin aleyhine işlemeye başladı ve en nihayet “2002 devrimi” diyebileceğimiz bir devrimle halk, yönetime el koydu.
2002’den bu yana halkın bu tercihini bir iktidar biçimi olarak kullanan AK Parti ve Recep Tayyip Erdoğan’ın ne ölçüde başarılı ya da başarısız olduğunu tartışmak bir yana, başlıktaki sorunun cevaplarının “tam bir çeşitlilikle çeşitlenmesi” de bu tercihle birlikte oldu bana kalırsa.
Bu, burada bir dursun.
İki gün önce göçü toplayıp giden Mehmet Genç Hoca, “Türkiye’nin pusulası ne yanı gösterecek?” sorusuna özgün bir cevap arayışıyla geçirdi ömrünü. Ömer Lütfi Barkan’ın asistanlığı ile başlayan parlak yürüyüşünü, tüm akademik titrleri elinin tersiyle itip “hikmet sevgisi”ne gönül veren özgün bir tarihçi imgesiyle taçlandırarak göçtü hoca. İlber Ortaylı’yı “büyük tarihçi” zanneden kalabalıklara Mehmet Genç Hoca’nın Osmanlı iktisat tarihine verdiği ömrü anlatamazsınız.
Bu anlatamama, iki bakımdandır. İlki, Mehmet Genç Hoca, “Türkiye’nin pusulası ne yanı gösterecek?” sorusuna gönül rahatlığıyla “muasır medeniyetler seviyesini” cevabını vermemiştir. İkincisi de “görünür konfor alanlarını” elinin tersiyle iterek arşivlerde, “hikmetin peşinde” bir hayat geçirmeyi tercih etmiştir.
Bu da burada bir dursun.
Türkiye, 2002’deki halk devriminden bu yana aslında başlıktaki sorunun cevabını bulma üzerinden verilen kavganın ayyuka çıktığı bir dönemi yaşıyor. Recep Tayyip Erdoğan’ın bu soruya yanıt vermeye gönüllü olup olmaması meselesini bir kenara bırakarak söylemek gerekirse “Adnan Menderes’e yaptıklarını yapamamanın öfkesi ile titreme nöbetleri geçiren bir şizofreni koğuşu” ile “her seferinde soruya bir başka cevap verecekmiş gibi yapıp cevaplamayan iktidar” arasında oynanan pinponun tarafı ya da tarafsızıyız. Hepsi bu.
Peki bütün bunların Ömer Faruk Gergerlioğlu ile ne alakası var? Şu alakası var: Gergerlioğlu, başlıktaki sorunun cevabını verme bakımından tedavi kabul etmez bir Kamalisttir epeydir. Barış, demokrasi vd. gibi gevelemelerini de, FETÖ ile iltisakını da, PKK’ya intisabını da tam buradan ve bu pencereden görmek gerekmektedir.
Gergerlioğlu’na İslâmcı geçmişi üzerinden sahip çıkmaya çabalayan şaşkınlara tavsiyem Gergerlioğlu’nun Kamalist ontolojisini akıldan çıkarmamalarıdır. Burada elbette Gergerlioğlu’nun bizatihi kendisini kastetmediğim açıktır. Bir “tipoloji örneği”dir Gergerlioğlu. Hatta “tam bir tipoloji örneği.”
Son olarak, bu dahi burada bir dursun.
“Türkiye’nin pusulası ne yanı gösterecek?” sorusuna “muasır medeniyet seviyesini” cevabını vermeksizin özgün cevaplar arayan insan sayısı an itibariyle bir elin parmaklarını geçmemektedir. Bugün “kadim medeniyet” falan diskuru kuran pek çok sağcının ve/veya sağcı refleksli adamın bu soruyla ilgili olarak kurabileceği tek cümle yine bir sorudur: “Soru neydi?”
HDP’yi, CHP’yi ve diğer “halk devrimi karşıtı” bileşenleri ortaklaştıran cevabın memlekete neler yaptığını görerek yaşlanmanın derdiyle, “soru neydi?” diye soran adamların çokluğunun derdidir bizi kocatan. Yoksa elbette Mehmet Genç Hoca göçecek, Gergerlioğlu’nun vekilliği düşecek, seçimler yapılacak, sandıklar açılacak, hayat devridaimine devam edecektir.
Bu devridaimde yüzünü Türkiye’ye dönmüş milyonlarca mazlum insanın hatırı vardır. Bunun böyle değil de başka türlü olduğunu düşünmek, bize vakit kaybettiren asıl meseledir nitekim.
Kaynak / Yeni Şafak Gazetesi