İsmail Kılıçarslan - Sonsuzluk ve bugün 29 Mar 2022, Salı

İsmail Kılıçarslan - Sonsuzluk ve bugün 29 Mar 2022, Salı

İsmail Kılıçarslan - Sonsuzluk ve bugün 29 Mar 2022, Salı


Sağ olsunlar bilhassa gençlik alanında çalışan sivil toplum kuruluşları bana sürekli “bize Sezai Karakoç’u anlatır mısın abi?” diyerek yapıyorlar konferans tekliflerini bir süredir. Bu teklifleri gücüm yettiğince kabul ediyorum.

Sezai Karakoç’tan bahsedecek çok daha yetkin isimler olduğunu bildiğim halde bu hadsizliği iki sebeple yapıyorum. Birincisi, Sezai Karakoç’un anlaşılmasına katkı sağlayabilecek en küçük fırsatı değerlendirmeyi şeref sayıyorum. İkincisi ise Sezai Karakoç’un “ağlak bir sağcı” zannedilmesinin önüne ne kadar geçebilirsem o kadar iyi diye düşünüyorum.

Ne demek Sezai Karakoç’un “ağlak bir sağcı” zannedilmesi? Anlatmaya çalışayım.

Bana kalırsa Türkiye’de akıp giden üç türlü “medeniyet algısı” var. İlki, bütünüyle faydasız bir medeniyet algısı. İnsanlığın ürettiği, dahası üretebileceği en yüksek medeniyetin Batı medeniyeti olduğunu düşünen bir algı çünkü bu. Ezik ve özenti. Faydasız ve gereksiz.

İkinci algı ise yenilgiyi baştan kabullenmiş müzeci ve müzelik bir sağcı medeniyet algısı. Genelde bütün insanlığın, özelde Müslümanların, daha da özelde Müslüman Türklerin ürettiği medeniyetin geçmişte kaldığını, tekrarlanamayacağını ve sürdürülemeyeceğini düşünen ağlak, yenilmiş bir sağcılıktan türüyor bu algı. Yapılmış en iyi caminin geçmişte yapıldığını, yazılmış en iyi hattın geçmişte yazıldığını, bestelenmiş en iyi müziğin geçmişte bestelendiğini düşünen bu ağlak ve nostaljik algı, kesin olarak “mağlup” hissediyor kendini.

Baki’den ya da Yahya Kemal’den öte şair, Ahmet Hamdi’den büyük romancı, Kazasker’den büyük hattat, Sinan’dan büyük mimar yetişmeyeceğini, yetiştiremeyeceğimizi düşünmekten kaynaklı bir mağlupluk bu. Düşmana bir kere yenilmiş ve düşmanı bir daha asla yenemeyeceğimizi düşünen bir mağlupluk.

Bu yanıyla ağlak sağcı medeniyet algısı ile özenti ve ezik seküler medeniyet algısı birbirinin neredeyse aynısıdır. Birisi için sadece piyano ve keman, diğeri için sadece ney ve tamburdur. Birisi için sadece modern resim diğeri için sadece ebrudur. Üstelik bu “sadece”lerden umdukları şey de bir tuhaftır: Diğerlerinden yüksekte durmak. Üstünlük taslamak. Dahası, kendinde olmayan üstünlüğü vehmetmek.

Şunun adını doğru düzgün koyalım. Medeniyeti dinamik ve akışkan bir üretim süreci olarak bugünde, anda süregiden bir şey olarak anlamayan, bunu böylece konumlandıramayan bu iki algının da hiç kimseye ve hiçbir şeye faydası yoktur.

Tam burada Sezai Karakoç ve onun temsil ettiği anlam dünyası girer devreye. O anlam dünyası ilk planda “yenilgi yenilgi bir zafer büyütmek” ve “koşu bittikten sonra da koşmak” ilkeleriyle koyar kendini ortaya. İnsanın medeniyet üretiminin Hz. Âdem ile başladığını ve bugünde, anda sürdüğünü ifade eder. Asıl olanın bilgi-kültür-medeniyet döngüsünü sağlıklı şekilde kurabilmek olduğunu düşünür.

Bu üçüncü yolun en temel meselesi “kendini kişiliğinle ve kimliğinle bugünde var kılabilmek” olagelmiştir hep. Anın getirdiklerini inkâr ederek değil, anın getirdiklerine teslim olarak değil, anın getirdiklerini yöneterek.

Bütün bunları niçin anlatıyorum peki?

Geçtiğimiz cumartesi akşamı Üsküdar Muamma Kafe’de süren Sonsuzluk Sergisi’nin konuğu oldum. Küratörlüğünü Numan Noyan’ın üstlendiği sergi, geçtiğimiz günlerde elim bir trafik kazasında hayatını kaybeden dört sivil toplum gönüllüsü gencimizin anısına düzenlenmiş.

Hani her fırsatta “bizde bu işleri bilen, yapan adam yok” deyip bienal için bile küratörü yurt dışından falan ithal ediyoruz ya. O incecik sağcı ezikliği sarıveriyor ya bünyemizi. Hah. İşte tam orada medeniyetin süregiden, akan, dinamik bir ırmak olduğunu bilen genç insanların varlığından haberdar etmek istedim sizi. Bu bir.

Resmin yağlı ya da sulu boyayla, hat kalemi ya da ebru teknesiyle, tablete ya da duvara yapılması sadece “teknik” meselelerdir. Asıl olan, “ortaya koyduğun eserle dünyaya ne söylediğin”dir.

Dahası medeniyet “ardından ağlanan” değil, “bugünde yapılan”dır. Dünde kalan değil, bugünde var olandır.

Üsküdar’da bir sergi, diğer yanda bir dergi, şurada bir mahfil, öte yanda bir düşünür. Kırık dökük, yarım yamalak da olsalar -ki değiller- öyle değerli, öyle kıymetliler ki…

Sezai Karakoç’un ömrünü verdiği amaçlarını bir miras olarak sürdürebilmenin yolu bugün ve burada kalmak, sözümüzü bugün ve burada söylemek, eserimizi bugün ve burada vermektir.

Sonsuzluk bugündür ve zannettiğimizden çok daha uzun sürer çünkü.