Türkiye’nin en iyi yetişmiş, işini en iyi yapan valilerinden biri olan Gökmen Çiçek, bir evin balkonuna çıkıp cayır cayır yanan mahalleye karşı “Ben öfkenizi iyi anlıyorum. Şu an gerçekten çok kızgın olduğunuzu ve bu olayın alçak bir olay olduğunu biliyorum. Ben size valiniz olarak söz veriyorum. Bir daha Danişmengazi Mahallesi’nde böyle bir alçaklık olmayacak” diyerek toplanan kalabalığı yatıştırmasa, polislerimiz canlarını dişlerine takıp sabaha kadar olayları yatıştırmasa uzun süredir korktuğum şey olacak, Kayseri’de bir “kristal gece” yaşanacakmış. Aptal ırkçılar alçak bir suç üzerinden bütün bir mahalleyi, tüm mültecileri ateşe verip, yanmalarını zevkle izleyeceklermiş.
Bir yandan “geçmiş olsun” diyelim tabii ama, neticesinde 10 polisimizin yaralandığı bu “uzun gece” üzerine uzun uzun ve son derece kaygılı şekilde de konuşalım. Çünkü konuşmak zorundayız.
Kayseri’nin Melikgazi ilçesinin Danişmengazi Mahallesi’nde çıkan olaylar, an itibariyle yıllardır aralıksız şekilde ırkçılık yapan, Türk insanını mülteciler konusunda terörize etmeye çabalayan kansızlarda bir “başardık” duygusu oluşturacaktı az kalsın. Anlıyoruz ki valimizin, polisimizin, gece boyunca mahallede canını dişine takarak çabalayan herkesin olağanüstü gayretleri sayesinde bir katliamın kıyısından dönülmüş ve şimdilik kaydıyla sükûnet sağlanabilmiş.
Nedir peki? Şudur: Suriyeli bir şahsın 7 yaşında bir çocuğu taciz ettiği bilgisi dolaşıma sokuluyor ve Ümit Özdağ’ın faşist yavrularının, tengrici aptalların, kendilerine “Türk ırkçısı” süsü vererek parayı İsrail’den, İran’dan indiren oluşumların beklediği fırsat böylelikle oluşmuş oluyor. Gece boyunca olayla hiçbir ilgisi olmayan insanların evleri kundaklandı Kayseri’de. Araçları yakıldı. Eşyaları, yiyecekleri yağmalandı.
Artık bunu söylemekten bile yorgun düştüm. Suriyeli, Alman, Ugandalı, Türk… Ne fark eder? Biri, hele hele çocuk tacizi gibi iğrenç bir suç işlediyse ona verilebilecek en hafif ceza ölümdür. Bu, benim açımdan tartışmaya bütünüyle kapalı bir meseledir. Tartışmaya kapalı bir başka mesele ise “suçun sabitliği” ve “cezayı hukukun vermesi”dir.
Ancak Kayseri’de olan şey “bir çocuk tacizcisine hukuk dışı da olsa cezasının verilmesi” olmaktan çıkıp ırkçılık için araçsallaştırılan bir leşliğe dönüştürüldü. Suçun şahsiliği, suçu işleyenin sosyal durumundan bağımsız olarak değerlendirilmesi gibi evrensel normlar tamamen rafa kalkmış görünüyor Kayseri’de.
Görüntülerde olup bitenler kelimenin tam anlamıyla korkunç. Bu yanıyla, Türk gurbetçilerin evlerini ateşe veren Alman neo-nazilerinin mantığı ve suç işleme biçimleriyle bütünüyle örtüşüyor.
Tekrarla-yalım: Bu noktaya kolay gelinmedi. Türkiye, başta İsrail, İran ve Suriye olmak üzere pek çok ülkenin yerli maşaları ve etki ajanları eliyle akılla mantıkla izah edilemeyecek bir mülteci düşmanlığının tam ortasında bırakıldı. Yalan haberler yalan haberlere eklendi. Bir sürü deneme yapıldı. İstenilen elde edilemeyince ırkçılığın, düşmanlığın, aptallığın dozu artırıldı birileri tarafından. Ve gelinen noktada “doğru olup olmadığını an itibariyle bilmediğimiz” bir taciz olayında, “şüpheli” durumunda olan bir Suriyeli üzerinden katliam provası gerçekleştirildi.
Göç politikamız, mültecilerin uyum süreçleri, iskanları falan gibi çok kritik meseleler de doğru düzgün yürütülemedi süreç içerisinde. Bu da bazı önemli sorunlara yol açtı. Bunu da ifade etmek lazım.
Kabahatin büyüğü ise bizde. “Makul çoğunluk”ta yani. Mülteciler üzerinden üretilen leş propagandaya yavaş yavaş kandık. “Mülteciler tabii kardeşimiz ama” diye başlayan cümleler giderek “bunlar da böyle” noktasına, sonunda da “Türkiye’de ne işleri var?”a kadar ilerledi.
Dünkü gözü dönmüş kalabalık, çocukları, kadınları, kendilerine karşı koyamayacak insanları katletmek üzere hareket ederken bile “ya zaten Suriyelilermiş. Zaten bir taciz olayı da varmış” diye düşünmemizi temin etmeye çalıştı bir büyük mekanizma ve günün sonunda biz, bu mekanizmaya o ya da bu oranda teslim olduk.
Şimdi, sırayla iki şey olmasını bekliyorum. O katliama girişen hiçbir köpek hapse atılmayacak. Büyük ihtimalle yargı önüne bile çıkmayacaklar. Sadece onlar değil. İsrail’in, İran’ın, Suriye rejiminin çıkarlarını korumak için 10 Türk polisini yaralamayı göze alan itler bile yargılanmayacak büyük ihtimalle.
Bu böyle olursa (ki maalesef olacak) bu azgın topluluk sonrasında bir başka şeyi bahane ederek insanları öldürecek, yakacak, katledecek.
Burası, köprüden önceki son çıkış bile değil artık. Vandallığın, zulmün, katliamın kapısı aralanınca o kapı giderek genişleyecek. Günün sonunda bizler, Türkiye’nin makul çoğunluğu, kendimize korku içerisinde şunu sorarken bulacağız: “Benim evimi niçin yakıyorlar ki? Geçenlerdeki kafatası ölçümünde testi geçmiştim halbuki.”
Sıra bizim evlerimize de gelecek | İsmail Kılıçarslan (yenisafak.com)