İsmail Kılıçarslan - Şifre: Hatme var! - 24 Ocak 2021

İsmail Kılıçarslan - Şifre: Hatme var! - 24 Ocak 2021

İsmail Kılıçarslan - Şifre: Hatme var! - 24 Ocak 2021


Eski fakat eskimemiş Maraş’ta, küçücük zaviyesinde oturan 50’li yaşlarında bir adam, ufukta gördüğü kara bulutları hayra yormayacak kadar sıkıntılıydı. Sanki o kara bulutlar gökyüzünden değil de kara gözlerinden, beyaz yüzünden geçiyordu.

Arabide, Fariside yazıp bozmayı bilen, Halep’te Fransızcayı da iyi derecede söktüren bu adam, eskilerin “çift kanatlı” dediği cinstendi. Bir yandan medreselerde talebelere ders verecek nitelikte bir müderris, bir yandan Rufai, Kadiri ve Nakşibendi kollarından icazetli bir şeyh efendi, bir gönül onarandı.

Gündüz fikirle, gece zikirle geçerdi günleri. Gündüzleri çevresinde eğitim almak isteyen cümle gençlerin hocası, geceleri zikir ile Arş-ı Âlâ’ya yükselmek isteyen müridanın babası idi. Öyle güvenilir, öyle donanımlı, öyle derin bir âlimdi ki Maraş’ın bazı Yahudi aileleri “bizim çocuk iyi eğitim alsın” diye ona yollarlardı evlatlarını.

Sene 1919 olduğunda Maraş’a taun gibi çöken İngilizlere ve peşinden verem gibi gelen Fransızlara karşı ne yapılacağına dair cümle ahali yüzünü ona çevirmişti. Ona çevirmişti; çünkü o “İngilizler geliyormuş” denildiğinde ilk iş olarak Lübnan’da bulunan büyük komutan Aslan Bey’i şehre davet etmişti. İngiliz komutanlarla yapılan toplantılara katılmış, bir öndere, bir hocaya, bir mümine yakışan izzet ve vakarla dimdik durmuş, söylenecek ne varsa eğip bükmeden söylemiş, Maraşlıların özgüvenini artırmıştı hızla.

İşte o adam, yani Ali Sezai Efendi, o kara bulutlarda gözlerini bir kez daha gezdirip müridandan pek sevdiği bir delikanlıya seslendi. Delikanlı seğirtip geldi. “Emredin” dedi. Ali Sezai Efendi, “Hele eşrafa haber et, akşama hatme var” dedi.

“Hatme var”, Ali Sezai Efendi’nin direniş için organize ettiği toplantıların şifresiydi. Eşraf, “hatme var” şifresini alınca akşamına tekkeye geliyor, Maraş’ın düşmandan nasıl kurtarılacağına dair istişareler, planlamalar yapılıyordu.

Denebilir ki sonradan memleketin dört bir yanını saracak olan istiklal mücadelesinin ve Kuva-yı Milliye yapılanmasının ilk nüvesi de, ilk karakteri de o küçücük tekkede çıkıyordu ortaya.

O karakter şudur: Bir yanda Aslan Bey gibi kabiliyetli ve vatansever askerler, bir yanda şehrinin ve vatanının kaderini kendi kaderinden üstün tutan muazzez halk, bir yanda da bu iki kesimin manevi babalığını, rehberliğini, önderliğini yapan alimler, fazıllar, arifler…

“Ali Sezai Efendi var nasılsa” cümlesi az bir cümle değildir. Ali Sezai’nin, Ali Sezailerin varlığı vatana gönül vermiş, istiklal arzusunu her türlü arzusunun üstüne koymuş insanlar için muazzam bir güvenlik alanı, bir güven halesi oluşturuyordu.

Maraş’ın kurtuluşundan sonra da boş durmadı Ali Sezai Efendi. 1920-1923 yılları arasında köy köy, kasaba kasaba dolaşarak halkı Kuvva’ya katılmaya, mücadeleye davet eden vaazlar, dersler verdi. İngiliz ve Fransız ajanlarla tek başına, bir dağ gibi mücadele etti.

Ali Sezai Efendi’yi Ali Sezai Efendi yapan bir başka hususiyet ise zaferden, başarıdan zerrece pay istememesidir. Bu öyle net bir tavırdır ki bugün bile hepimize örneklik teşkil etmesi lazım gelir.

Her büyük hikâyenin bir “ama”sı vardır malum. Ali Sezai Efendi’nin büyük hikâyesinin “ama”sı da memleket gavurdan kurtarılıp da felaha erdiğinde çıkar ortaya. Tekkesini kapatırlar. Öğrencilerini alırlar elinden. Müridanından koparırlar.

Daha da acısı, yaşarken üzeri “Hüvel Baki” yazılı bir mezar taşı yaptırdığı için tevkif etmeye kalkarlar, mahkemeye verirler bu güzel insanı.

Bütün bunlara rağmen sor ki Ali Sezai Efendi bir kez bile küsmüş mü memlekete? Bir kez bile öf demiş mi kurtarılmasında büyük yararlılıklar gösterdiği vatana? Elbette dememiş. O adamlar öyledir çünkü. Vazife başa düştüğünde Allah için öne atılmaktan da, kendilerine zulmedildiğinde “vardır bunda da bir hayır, sabır gerek” demekten de zerrece geri durmamışlardır.

Yolumuza ışık, kalbimize mutluluk olmaları da bundandır, kara bulutları dağıtmadaki maharetleri de…

1- Din görevlilerinin, tekke ve camilerin her açıdan ehemmiyetini varlığıyla ortaya koymuştur.

2- Zafer ertesinde ilçe ilçe, köy köy dolaşarak İngiliz ve Fransızların ekmeye çalıştığı zehirli tohumları söküp atmıştır.

3- Zaferden sonra ‘zafer’den pay istememiş ve kürsüsüne geri dönmüştür.

4- Cumhuriyet devrinde, şapka gibi, dil devrimi gibi meseleler dolayısıyla yakışıksız tavırların muhatabı olmuştur.

5- Hikâyesi, hâlâ anlatılmamış bir kahraman!

Not: Yeni Şafak gazetesinden alıntıdır.