Hicretin 545. yılında, Şevval ayının 17. gününde, minberde, usul usul konuşarak anlatmış bunları Şeyh Abdülkadir Geylani.
Hiç numara yapasım yok bugün. Aralara paragraflar, şık geçişler koyup onun dedikleriyle bir yazı kotarasım yok. Şöyle yapalım bugün. Okuyun işte. Sadece okuyun ve Abdülkadir Geylani’nin sabırdan bahsederken de aşktan bahsettiğini görün. Aşktan gayrısının olmadığını görün. Aşktan başka bir şey mi var ki de konuşmaya değer olsun hem? Allah, eyvallah.
Şöyle demiş bize:
Ey cemaat! Sabredin. Çünkü dünya tamamen âfet ve musibetlerle doludur. Bunun dışında bir şey olması çok nadirdir. Her nimetin beraberinde mutlaka bir sıkıntı vardır. Her sevincin yanında bir üzüntü, her bolluğun beraberinde de bir darlık vardır. Dünyaya hayatınızı verin ve ondan alacağınız payınızı dininiz eliyle elde edin. Zira dünyadan alınacak şeye ulaşmanın çaresi ve yolu budur.
Ey oğul! Eğer mürit isen nasibini dininin eliyle al. Şayet havas ehlinden ve sıddıklardan isen âmirinin eliyle al. Allah’a ulaşmış ve O’na yakınlaşmış kimselerden isen Allah Teâlâ’nın tasarrufu ile al. Nasibin sana bunlardan biriyle ulaştırılır. Âmir sana emreder ve yasaklar koyar, tasarruf ise seni harekete geçirir.
İnsanlar avam, havas ve havâssü’l-havâs olmak üzere üç kısımdır.
Avam, takva sahibi Müslümana denir. O, dini eliyle tutar, ona sımsıkı sarılır ve ondan ayrılmaz. Allah Teâlâ’nın, “Peygamber size ne verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının” buyruğu ile amel eder. Onun hakkında bu durum gerçekleşip de zâhiren ve bâtınen onunla amel ettiğinde, artık kendisiyle gördüğü nurlu bir kalbe sahip olur.
İşte böyle birinin kalbi Allah Teâlâ’dan korkar ve O’nun ilhamını bekler. Bu ilhamın alameti işin zâhirini almaktır. Bu ise geçinmeye çalışan kişinin dükkânında olan her şeyin O’nun mülkü olduğunu ve O’nun tasarrufunda olduğunu düşünmektir. Sonra döner ve kalbinin nurunun aydınlatmasıyla beraber bu hususta düşüncesinde neler olduğuna bakar.
Bu durum dinin emriyle amel ettikten sonra gerçekleşir. Artık bu kimse güçlü bir imana ve tevhide sahiptir. Kalbi dünyadan ve insanlardan uzaklaşmış, çölleri ve denizleri geçmiştir. İşte o vakit sabahın aydınlığı ile imanın nuru, Rabbine yakınlık nuru; amel, sabır, teenni ve mutmain olma nuru kendisine gelir. Bütün bu meyveler dinin emirlerini eda ettikten sonra gerçekleşir ve bunlar emre mutabaat etmenin bereketidir.
Abdal kullar ise havâssü’l-havâs tabakasındandır. Onlar tüm işlerde dinden fetva sorarlar. Sonra da Allah Teâlâ’nın emrini, fiilini, harekete geçirmesini ve ilhamını beklerler.
Bu üç kısım insanın dışında kalanlar geri dönüşü olmayan bir helâke kapılmış, amansız bir hastalığa tutulmuş ve çepeçevre haramlarla kuşatılmış durumdadırlar. Böyle kimseler dünya için bir baş ağrısı, kalp için bir musibet ve beden için bir yaradırlar.
Ey cemaat! O, bildiği halde nasıl davranacağınızı görmek için sizin üzerinizde tasarrufta bulunur. Yine bildiği halde sebat mı göstereceksiniz yoksa yenilgiye boyun mu eğeceksiniz; tasdik mi edeceksiniz yoksa yalanlayacak mısınız, bunu görmek ister.
Denilmiştir ki “kaderine razı olmayanla arkadaş olunmaz ve ondan razı da olunmaz. Kazâya razı olmayandan razı olunmaz. Vermeyene verilmez. Eğilmeyenin sırtına binilmez.”
Ey cahil! Değişmesini murat ettiğin şeylerin değişmesini mi istiyorsun? Sen ikinci bir ilâh mısın ki Allah Teâlâ’nın senin isteklerine uygun davranmasını bekliyorsun? Tersine hareket etmektesin. Bunun aksini yap ki doğruyu bulasın.
Kendi tutumunu yadırgayabildiğin zaman başkalarının da güzel olmayan tutumlarını reddedebilirsin. İman ayakları; insanlardan ve cinlerden olan şeytanlarla karşılaştığında sağlam duran, musibet ve âfetler geldiğinde sebat eden ayaklardır. Senin iman ayakların ise sebat göstermiyor, o halde gerçekten iman ettiğini iddia etme.
Her şeyin yaratıcısı olan Allah Teâlâ dışında hiçbir şeyi sevme. Eğer O, sana sevmediğin bir şeyi sevdirmeyi dilerse, o şey hakkında koruma altına alınırsın. Çünkü seven sen değilsin, sevdiren O’dur.