İSMAİL KILIÇARSLAN - SAATE HİÇ BAKMADIM...

İSMAİL KILIÇARSLAN - SAATE HİÇ BAKMADIM...

İSMAİL KILIÇARSLAN - SAATE HİÇ BAKMADIM...


O gecenin gündüzünde bir arkadaşımın şöyle dediğini hatırlıyorum: “İnsanı sonuca varmak zorunda olan bir hayvana çevirdiler. Herkes bir yere varmaya çabalıyor. Kimse yolda olmanın güzelliğine talip değil.”

Menzile ulaşmaya çabalamadan yolda olmanın, dahası yolda kalmanın güzelliği. Ne zor, ne uzak bir hedef artık... Sıkıştığımız köşelerde imkansız kimliklerimizle sadece ulaşmanın derdindeyiz. Toprağa nasıl tutunduğunu bir türlü anlayamadığımız incecik bir yol kenarı çiçeğinin bizi sarhoş eden çağrısına icabet etmek mi? Ne zor, ne uzak bir hedef artık.

“Bu yol sonsuz olsa ya” dedi o gece, “gitse ya sadece bu yol, sonsuz gitse. Sonsuza gitse değil, sonsuz gitse.”

Her yolun sonsuz olduğunu anlatmanın bir yolunu aradı zihnim. Çünkü her yolun sonsuz olduğuna eminim. Kesin bir bilgiyle biliyorum bunu. Ama bunu başkasına, ötekine anlatmanın bir yolu olmadığına da eminim.

Yola çıkarsın ve çıktığın her yol sonsuzdur. Sen yolu bitirmeye karar vermediğin sürece gider yol. Gide gide bir dağa, bir okyanusa, bir çöle de dayansan da sonsuzdur yol. Önündedir yürürsen.

“Yol var yürürsen, meczupluk var talip olursan” yazmalı kimi duvarlara.

Gerçek hayat bizi çağırmasa meczupluk dünyanın en muazzam hali değilse nedir?

O gecenin gündüzünde bir dostum, bundan yirmi beş yıl önce bir gün aynaya baktığını ve aynada kendini göremediğini anlatmıştı. Başkalarına yazılmış mektupları çalmaya talip bir meczup olmanın eşiğine gelmiş, arafı görmüş, iki ayağını iki dünyaya basmış, aradaki çatlağın açılmasını beklemiş. Nedense açılmamış aradaki çatlak. Neredeyse “seçim senin” denmiş ona. O da yapılabilecek en kötü seçimi yapıp burayı, acıların ve üzgünlüklerin yurdunu, o yere batası aklı seçmiş.

“O yere batası akıl” dedim o gece, “o yere batası akıl bizi buraya, bu yolların her zaman bittiği ve varacağımız yere her zaman vardığımız dünyaya raptediyor. O halde sana üzeri çiçeklerle bezeli bir şişe vereyim. İçine öd yahut siyanür, karanfil yahut baldıran özü koyarsın. Şişeyi ovaladığında bir cin çıkar belki içinden ve dile benden ne dilersen der sana. Gerçeğin çölünü hayalin okyanusuna çevirmeyi dilersin sen de. Bilirim ben seni. Dünyaya ve içindekilere dair olmaz istediğin. Sonsuz giden yollar istersin.”

Sonsuz giden yollar. O seriyyede kalbine mızrağı alan bembeyaz giyimli adamın döne döne raks ederek “kurtuldum, kurtuldum” diye ünlemesi mesela. İki kaşın arasından çıkan o ışığın tam kalbine, kalbinin içine, süveydaya ulaşıp orayı siyahtan beyaza, karanlıktan aydınlığa çıkarması gibi mesela.

Ve mesela yolun sonsuz gitmesi ve gerçeğin bir anlığına bile bizi çağırmaması ve aşkla kalakalmak kaldığımız yerde, oturduğumuz koltukta, kokladığımız şişede.

Bana sorarsanız “sormayın bana” olur size cevabım. Ama sorunuzda ısrar ederseniz size derim ki “aynada kendini görmediği an insan ‘kazandım’ diye bağırmaya başlasa yeridir.”

Hurmaları birer ikişer yiyen Süheyb’in “vallahi Süheyb kazandı, vallahi Süheyb kazandı” diye fısıldaması böyledir. Yolun sonsuz gitmesi ihtimalini satın almak böyledir. Karşımıza dağ çıkarsa dağa tırmanmak, çöl çıkarsa çöle dalmak, okyanus çıkarsa okyanusa atlamak böyledir.

Elma yanaklı genç bir kızın aşık olmak için doğru insanı bir türlü seçemediği bir oyun geldi aklıma. İnsan da böyledir işte. Aşık olmak için doğru insanı, doğru dağı, doğru çölü, doğru okyanusu araya araya yaşar ve ölür.

İnsan da böyledir işte. “Sana dair uzayıp giden bir masala dönüşüyor bütün geceler” der de kıymetinin bir türlü bilinmediği, kıymetini bir türlü anlamadığı gerçek hikayelerin içinde yitip gider.

“Neden?” diye sorsanız bana, “sormayın bana olur” cevabım. Israr etseniz de cevap vermemeye çalışırım. Ama yeteri kadar uğraşırsanız bir cevap bulurum size: “O, Kendisinden isteyebileceğiniz her şeyi size verdi. Allah’ın nimetini saymak isterseniz sayamazsınız! Doğrusu insan çok zalim, çok nankördür.”

  •