Geç tanıdığıma üzüldüğüm bir “ağabey” olan Rüstem Keleş ile son beş altı aydır bulduğumuz her fırsatta Sezai Karakoç’tan açıyoruz bahsi. Sezai Bey’i uzun süredir tanıyan Keleş, Üstadın pek fazla bilmediğim hususiyetlerini anlattıkça içimden şu cümleyi kurarken yakalıyorum kendimi: “O da adam, biz de adamız… Yalnız şu farkla ki onun adamlığı Dicle cesametindeyse bizim adamlığımız çocuk parklarına yapılan yapay şelaleler mesabesinde…”
Neresinden başlayayım? Şurasından: Sene 2021 iken, tabiri caizse ağzını doldura doldura konuşmak kolay. “Şunu yapmak lazım, bunu yapmak lazım, şu konuda eksik kalmamak lazım” diskurları çekmek de, bir şey yapmaya gerçekten niyetiniz varsa ona kaynak bulmak, onu hayata geçirmek de kolay. Oysa Sezai Karakoç ve kuşağı için “bir şey yapmak” demek, yapılan o şeyin altına bütün gövdenle, her şeyi göze alarak girmek demekti.
Sezai Karakoç’u Sezai Karakoç yapan asıl hususiyet hayatı boyunca bir kez bile “işin kolayına kaçmayı” kabullenmemektir bence. “İşin kolayına kaçsaydı” İkinci Yeni’nin birkaç kurucusundan biri olmasına rağmen kendisini ideolojik saiklerle görmezden gelen o malum çete onu el üstünde tutacaktı. “İşin kolayına kaçsaydı” dindar çevrelerin oluşturduğu politik hareketlerde kaptan köşkünde daimi bir sandalyesi olacaktı. “İşin kolayına kaçsaydı” dünyalık ve doyumluk konusunda hiçbir sıkıntı yaşamazdı. Oysa o, uzun ömründe bir kez bile “işin kolayına kaçmak” denilen melanete gönül indirmedi. Kendi anlattıklarından biliyoruz ki “açlıktan bayılsa bile” bir gram esnemedi, bir gram taviz vermedi inandığı değerlerden…
Hadi bir başka patikadan ilerleyelim. Bize, “hayal kurmayı öğreten” kişi şüphe yok ki Necip Fazıl Kısakürek’tir. 1940’ların o tozlu dumanlı, baskıcı atmosferinde Büyük Doğu dergisinin kapağına Ayasofya’yı koyma cesareti gösteren adamın adıdır çünkü Necip Fazıl. Sezai Karakoç’un bize kattığı en önemli şeyse Necip Fazıl çizgisine “dikey derinlik” katma başarısıdır. Tabiri caizse Necip Fazıl hayal kurmayı öğretti, Sezai Bey ise o hayali nasıl kurmamız gerektiğine dair temel bir yönelim, bir bakış açısı kazandırdı bize.
O bakış açısının belirgin önermesi şudur: “İslâm, bütün unsurlarıyla bir vahiy medeniyeti oluşturmuştur ve bütün bir insanlığın dirilişi ancak bu vahiy medeniyetinin yeniden inşası ile gerçekleşebilir.”
Bugün “kadim medeniyetimiz, büyük medeniyet çizgimiz” falan filan diye ağzını doldura doldura konuşan adamların neredeyse tamamının “eksiltili” bakışının aksine Sezai Karakoç için İslâm medeniyeti Hz. Âdem’den beridir süregelen ve yönelimleriyle, yaklaşımlarıyla, kurallarıyla sarsılmaz bir bütünlük arz eden, “imkânları çok net” bir Diriliş çağrısıdır bütün insanlığa.
Sezai Karakoç, 21 Ocak 2021 günü itibariyle tam 88 yaşına girmiş bir “dev”. Onunla aynı çağda yaşıyor olmak, onun eserlerini okuyabilme bahtiyarlığına erişmek ise mutluluk ve esenlik vesilesi. Rabbim, Sezai Bey’in ömrüne bereket versin.
Bu, burada bir dursun.
Bir de “Canına rahmet gitsin” diyeceğimiz bir vefat haberinden bahsetmek isterim. Yavuz Bahadıroğlu mahlasıyla benim kuşağıma “tarihi sevdiren adam” Niyazi Birinci, emaneti Rabbine teslim edip, dünya yolculuğunu tamamladı. Allah rahmet eylesin.
Tarihçiliğinin yanı sıra bence Yavuz Bahadıroğlu’nun asıl önemi, çocuklar ve ergenlik dönemini yaşayan gençler için kaleme aldığı romanlardı. Sunguroğlu serisi, Buhara Yanıyor, Şirpençe ve benzeri romanlardı. Hepimize “temel bir tarih şuuru” ve bir “kimlik” kazandıran romanlardı onlar. Tabiri caizse “bize hayal kurmayı öğreten” Necip Fazıl’ın “surda açtığı gediğin” yansımaları idi Yavuz Bahadıroğlu’nun ve o kuşağın ortaya koyduğu emekler.
Bakmayın siz bir takım insan taklidi yapan pisliklerin “Atatürk düşmanlığı ile bilinen tarihçi öldü” haberi yapmasına. Yavuz Bahadıroğlu’nu “Atatürk düşmanı” etiketine sıkıştırarak etkisizleştirmeye çalışanlara inat, demeliyiz ki Bahadıroğlu gibi adamlar etiketlere sığmaz. Onlar, sizin bütünüyle ihata etmeye çabaladığınız ve oryantasyonunu yerinden etmeye uğraştığınız aziz Türk milletine gidilmesi gereken istikameti gösteren işaret levhalarıdır.
Sizse, kendi pisliğinde boğulmaya mahkûm zavallılarsınız. Tarih, o büyük yargıç, hükmünü tam da böyle verecektir. Bahadıroğlu’nu rahmetle, sizi ise aşağılayarak anacaktır. Zira kaderin hükmü bu yöndedir ve bu hükmün önüne geçmeye gücünüz asla yetmeyecektir.
Not: Yeni Şafak gazetesinden alıntıdır.