Bir Macar Yahudisi ve 19. yüzyılın önemli şarkiyatçılarından biri idi Ignaz Goldziher. İlginç bir biyografisi olduğu kesindir. 25 yaşına varmadan “görevli” olarak çıktığı Yakındoğu gezisi, Ezher şeyhleriyle ve Cemaleddin
Efgani ile kurduğu yakınlık bu ilginçliği destekler niteliktedir.
Kendisini “her bakımdan dindar bir Yahudi” olarak tanımlayan Goldziher, içinde yaşadığı, hatta temsilcilerinden biri olduğu Yahudileri “gizli ateist, şirke bulaşmış münafıklar topluluğu” falan gibi tanımlasa da Yahudilerin bütün çıkarlarını son nefesine kadar cansiperane savunmaktan da asla vazgeçmez.
İslam alanında yaptığı çalışmaları ise iki bakımdan önemi haiz bulur bazıları. Birincisi, hadislerin kaynağı ve sıhhati hakkında ortaya koyduğu “kasıtlı bulanık” yaklaşımı, ikincisi ise kavramlaştırılmasına ciddi katkılar yaptığı “Emevi İslamı” yaklaşımı.
Allah rahmet eylesin, Fuat Sezgin Hoca “Buhari’nin Kaynakları” adlı çalışmasında Goldziher başta olmak üzere hadisler konusundaki “bulanıklık teorisi”ni destekleyen tüm Şarkiyatçıları perişan eder. Ancak şu neredeyse kocaman bir zırvaya dönüşmüş “Emevi İslamı” kavramsallaştırmasını İslam âleminde satın almış çok adam bulursunuz hâlâ.
Geçenlerde Prof. Dr. Bilal Aybakan Hoca sosyal medyada kısaca yazdı meseleyi. İnşallah derinleştirir de zevkle okuruz. Hoca, özetle diyor ki: “Yahu kardeşim, bütün varyantlarıyla ana akım İslam’ı zayıflatmak için kullandığınız ‘Emevi İslamı’ kavramı bir zırvadan ibarettir. 90 yıllık Emevi iktidarına son veren Abbasiler önceki iktidarın tesis ettiği hemen her şeye format atmışlardır. Bugün tevarüs ettiğimiz gelenek Emevi geleneği olmadığı gibi olsa olsa Abbasi damgası taşır.”
Hoca, yerden göğe kadar haklı mı? Evet haklı.
Buradan biraz devam edelim. Emevi tecrübesi, hemen herkesin üzerinde ittifak ettiği şekliyle, oldukça kötü bir siyasi tecrübedir. Devleti bütünüyle “dinin dışındaki saiklerle yönetmeye çabalayan” bir mekanizma olarak kurgulayan Emeviler, doğru, işi mesela Ehl-i Beyt’e alenen saygısızlık yapacak noktalara taşımışlardır.
Ancak bugün gelinen noktada ana akım İslami anlayışların hiçbiri ama hiçbiri Ehl-i Beyt-i Resul’e en küçük bir saygısızlığı hoş görmezler. Sahabe efendilerimize ve Aişe annemize açıktan galiz küfürler savuran Şia’nın aksine, meseleleri “içe doğru toparlayan” muazzam bir gelenek kurmayı başarmıştır ana akım İslami anlayışların bütünü. Ki Şia dediğimiz şey de dünya Müslümanlarının ancak %8’ini oluşturur malum.
Devlet geleneğinde de adalet, liyakat ve geniş toplumsal tabanlılık ana akım İslami anlayışların hepsinde “tanımsal olarak” mevcuttur. “Molla sultası” diyebileceğimiz Şia’nın, “oligarşik Arap diktotaryası” diyebileceğimiz Vehhabiliğin aksine Ehl-i Sünnet devleti “insan ve akıl tabanlı” hale getirmiştir.
Buna rağmen Türkiye’de meseleleri “Emevi İslamı” zırvasıyla izaha teşne küçük Goldziherler, aslında çok temel bir tuzak kurmaktadırlar hepimize. Bizim, kabileci, ötekileştirici, Ehl-i Beyt-i Resul düşmanı insanlar” olduğumuzu ihsas ederek toplumsal bir “yarık” oluşturmaya çabalamak. Oysa Ehl-i Sünnet’in neredeyse hiçbir devlet tecrübesinde kavimcilik, kabilecilik, hele hele Ehl-i Beyt düşmanlığı görülmemiştir. Yani Emevilerin politik tecrübesi asla tevarüs edilmemiştir. Yahu en basiti, camilerimizde Hasan ve Hüseyin efendilerimizin ism-i şerifleri parıldamaktadır.
Tebriz’e girdiğinde tüm Sünnileri kazanlarda kaynatarak öldüren, ordusuna “Mehdi ordusu” diyen, Sahabe efendilerimize ve Aişe annemize küfürler savuran Şah İsmail’in mezhepçi, ötekileştirici, ayrıştırıcı devlet tecrübesini görmezden gelip o “yarık”ı belirginleştirmek için uğraşan Goldziher çakmalarının niyeti olsa olsa “ajanlık”tır, fazlası değil.
Sünniliği “düşük, ırkçı, ayrımcı” bir şey olarak kodlamaya çabalamanın beyhude olduğu aşikardır lakin başta “pos cihazlı antikapitalist” ile “habis Mustafa” olmak üzere “Kur’an Müslümanlığı” zırvasının temsilcilerinin tamamının çalıştığı ana saha, “ana akım İslam’ı itibarsızlaştırma” sahasıdır.
“Bırakalım Suriye meselesini de İran halletsin” diyenlerin gizli ajandaları da tam burasıdır, açık ajandaları da.
“Bu adamlarla mücadele ediyoruz” adı altında pazara karşılıklı tezgâh açıp o alana “Kuran İslamı” savunucuları ile kendilerinden başka kimseyi sokmayan çakma Sünni hocalarla bu mücadele verilir sanıyorsunuzdur belki de. Hayır. Birbirlerinin altını çizip “pazarı kontrol etmek” dışında hiçbir numaraları yoktur onların. Dertleri de sadece “pazar payı”dır.
Bize “ok gibi” adamlar lazımken tarih bize küçük bir harf hatası yapmıştır. İnşallah debelendiğimiz o kuyudan çıkarız, çıkabiliriz.