Işık sandım ben. Değilmiş. “Öldürmeyeceksin” dediler. “Kimi?” diye sormadan inandım. Yalanmış.
Işık karanlıktan ayrılsın diye öldüm ben. Zulüm dursun, ışık ayrılsın karanlıktan diye.
Adı özgürlükler ülkesi ülkemin. Tabii inanırsanız bu berbat masala.
Ama inanmayın ve kulak verin öfkeli bir adama:
“Okyanusun sahibi kim
Uçakların sahibi kim
Alışveriş merkezlerinin sahibi kim
Televizyonun sahibi kim
Radyonun sahibi kim
Sahip olunabileceğinden haberdar bile olmadığın şeylerin sahibi kim
Gerçek sahip olduklarını düşünenlerin efendileri kim
Varoşlar kimin
Kim emiyor şehirlerin kanını
Kim koyuyor kanunları
Bush’u kim başkan yaptı
Kim inanıyor konfederasyon bayrağının dalgalanması gerekliliğine
Kim bahsediyor demokrasiden ve kim yalan konuşuyor
Yeni Ahit’teki canavar kimdir
Kimdir 666
Kim bilir kim fermanını verdi
İsa’nın çarmıha gerilmesinin”
Burada durdum ben. Bu evin önünde.
Burada durdum ben. Bir buldozerin karşısında.
Burada durdum ben. Tarihin doğru tarafında.
Özgürlükler ülkesi ülkemin adı. Tabii inanırsanız bu berbat masala.
Burada durdum ben. Gazze’de. Tarihin sıfır noktasında.
Burada durdum ben. Eczacı Samir’in evinin tam önünde.
Burada. Işık olsun diye. Ve ışık yensin diye karanlığı.
Adım Rachel. Rachel Corrie. Gazeteler “bir Amerikalı aktivist, İsrail askerlerinin yıkmak istediği bir evin önünde, buldozerler tarafından ezilerek öldürüldü” diye verdiler hakkımdaki haberi.
Bense şöyle dedim: “Zulüm bizdense ben bizden değilim.”
Ve şöyle: Işık gelecek ve karanlığı yenecek.
Perde sahte. Ve sahte dekor. Dünya sahte. Ve sahte insanlar.
Ama elimde megafonla ölmemin de bir anlamı var.