Yazıyı yazmaya oturduğumda Türkiye, iki temel gündemle kavruluyordu. Birincisi, 8 lira sınırına dayanan dolar kuru meselesi idi. Böyle zamanlarda ben, “gözüne far tutulmuş tavşan gibi” kalakalıyorum. Kalakalıyorum zira ne “öldük, bittik, mahvolduk çetesi”ne nefer olabiliyorum ne de “operasyon çekiyorlar, bize diz çöktürmeye çabalıyorlar çetesi”ne…
Niçin böyle bu? Şundan: Merkez Bankası Başkanı değişince ekonomin ister istemez kırılgan ve “fırsat dolu” hale geliyor. Asya’dan başlayarak dalga dalga bütün para babaları şanslarını “bizim piyasada” deniyorlar anlandığım kadarıyla. Buna “operasyon çekiyorlar” değil, “kırılgan hale gelen ekonomide dalgayı yakalıyorlar” denebilir en fazla.
Diğer yandan “öldük, bittik, mahvolduk” durumu da yok ortada. Samimiyetle söylemem gerekirse bu işlerden hiç anlamam ama pandemiye rağmen Türkiye ekonomisinde “öldük, bittik” denilebilecek bir noktaya gelinmedi. Görünen o ki gelinmeyecek de.
Yani Türkiye’de hayat ve durum çok uzun süredir olduğu gibi “yandaş medya ile candaş medyanın kurduğu söylemlerin tam arasında, iki tarafa da benzemeyen hakiki bir yerde” her gün kendi dengesini bularak akmaya devam ediyor. Ne yaz ne kış. Bazen esintili bir güz, bazen güneşli bir ilkbahar… Hepsi bu bence…
Bunları böylece yazarken Türk parasının değer kaybı yaşamasının acısını sert şekilde hisseden bir “işletme sahibi” olarak da yazdığımı bilmenizi isterim. Paramız değer kaybettikçe satın alma gücümüzle birlikte zorlu ekonomik şartlara dayanma gücümüz de azalıyor. Fakat bir taraftan da “kendi halinde bir işveren” olarak pandemide devletin verdiği desteklere de son derece müteşekkirim. O destekler olmasaydı o zaman seyrederdik esas gümbürtüyü.
Yani toplamda şu: Japon ev hanımlarının “Hadi Türkiye’yi batıralım” diyerek operasyon çektiğine de, bu saatten sonra büyüme ve direnme rakamları bunca iyi olan Türkiye’nin “batacağına” da inanmıyorum. Türkiye’nin kahir ekseriyeti gibi bolca umut ve endişe ile çabalamaya devam ediyorum.
Eh, bir yandan “İstanbul Sözleşmesi’ni iptal ettik diye ekonomimize operasyon çekiyorlar” yazanlardan, bir yandan da “İstanbul Sözleşmesi iptal olunca Ortaçağ’a dönüyoruz” tweeti atanlardan; yani o “ortak şizofreni koğuşu”ndan uzak durmanın yolunu böylece buluyorum bir bakıma.
Sanırım bunu da açık seçik yazacağım. İstanbul Sözleşmesi’ni “içerdiği tehlikelere şerh düşerek” büyük oranda savundum. Konuyla ilgili son yazılarımdan birinde de sözleşmenin “taşınabilir bir yük olmaktan çıktığını, başka bir toplumsal mutabakat metni ile bu meselenin halledilmesi gerektiğini” ifade ettim.
Aslına bakılırsa “İstanbul Sözleşmesi’ni taşınabilir bir yük olmaktan çıkaran” asıl şey sözleşmeyi ve sözleşmeye büyük oranda sahip çıkan KADEM’i, sözleşmeyi okuma, KADEM’i dinleme zahmetine katlanmadan “linçleyen” bir kesimdi. Görünen o ki Cumhurbaşkanı Erdoğan “sözleşme etrafında biriken o yükü” daha fazla taşımak istemedi. Doğru bir politik hamle gibi duruyor yani sözleşmenin iptali.
Şimdi yapılması gereken kadına şiddet konusunda ciddi bir “toplumsal mutabakat metnine” erişmektir.
Diğer yandan yeri gelmişken “kadını şiddetten sözleşme korumaz” diyenlere de bir çift laf edeyim. Çok haklılar. Kadını şiddetten hiçbir sözleşme koruyamıyor. Korusaydı, Belçika, Avusturya gibi ülkelerde kadına şiddet Türkiye’den yüksek olmazdı. “Toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda dünyanın zirvesi” kabul edilen Finlandiya’da taciz-tecavüz rakamları korkunç seviyelere ulaşmazdı. Ancak unutmamak lazım gelir. Bu tip sözleşmeler işin hukuk, eğitim ve bilinç yönlerini vurgular, onları önemser; lazımdırlar.
Bir hatırlatma. Beş bin kez yazdım, beş bin kez daha yazacağım. Kadına şiddet başta olmak üzere her türden şiddetin asıl kaynağının “alkol ve madde kullanımı” olduğunu gözden uzak tutmaya çalışan kimse ama hiç kimse kadına şiddete çözüm öneremez. Önerdiği her çözüm samimiyetsiz olur.
Son: Bize “yaratılış bakımından birbirlerine doğal olarak üstünlükleri ve doğal olarak eşitsizlikleri olan; birbirlerinde huzur bulmalarını umduğumuz kadın ve erkekler” bakış açısıyla kaleme alınmış, cinsiyeti “toplumsal” değil “fıtri” olarak konumlayan bir mutabakat lazım. Bunu başarabilirsek çok güzel olur.
Kaynak / Yeni Şafak Gazetesi