Âyet-i kerime şöyle: “Rabbinin yoluna hikmetle, güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et. Şüphesiz senin Rabbin kendi yolundan sapanları en iyi bilendir. O, doğru yolda olanları da en iyi bilendir.”
Dikkat isterim. Peygamber’e (s.a.v) bir uyarı olarak gelen bu âyet, Müslümanların toplumsal olarak zayıf oldukları Mekke döneminde değil, başat unsur oldukları Medine döneminde nazil olmuş. Yani şu: Müslümanların toplumsal üstünlüğü elde ettikleri bir atmosferde bile âdetullah ve sünnetullah hikmeti, güzel öğüdü önceliyor ve mücadelenin “en güzel şekilde” yapılmasını şart koşuyor.
Bu, burada bir dursun.
Sözün şehvetine kapılmak, zaman zaman hepimizin duçar olduğu bir bela. Hele kendimizi bir meselenin takipçisi değil de sahibi zannettiğimizde sözle imtihanımız çok ama çok ağır oluyor.
Hele hele sözün şehvetine kapılıp karşınızda sözünüzü can-ı gönülden destekleyen bir “konsolide kitle” bulduğunuzda kendinizi sürekli “el artıran poker oyuncusu” kıvamında buluyorsunuz. Söz şehvetlendikçe, sertleştikçe, eksantrik hale geldikçe kitle sizi daha çok alkışlıyor ve bir süre sonra tüm uzayı bu kitle zannetmeye başlıyorsunuz. Oysa uzay orada değil.
Her zaman söylüyorum. Aslında son derece makul şeyler söylemek üzere yola çıkan “youtube hocaları”nı giderek sertleştiren, giderek yumuşaklaştıran, giderek tuhaflaştıran yer tam olarak burası. Sadece kendi kitleleriyle etkileşim halinde oldukları için bir süre sonra üsluplarını da fikirlerini de bu kitleler belirliyor. Bunun, “kitle böyle istiyor” diyerek tiktok çeken, insta videosu atan fenomenlerin yaptığından bir farkı olduğunu düşünmüyorum.
Oysa bilinen şeydir: “Kitle, cehennemdir!”
Siz boş verin, “çakma Sedat Peker” olmaya soyunup Halil Konakçı Hoca’ya ayar vermeye, onu azarlamaya çalışan yol düşkünü Gürsel Tekin’e, “uzun süreli yeteneksiz” Özgür Özel’e falan. Asıl ve en önemli sorunumuz, kitleye göre şekillenen ve nerede, nasıl duracağını asla kestiremediğimiz bu “kitle tabanlılık” durumudur.
Bu da burada bir dursun.
Halil Konakçı Hoca’nın vaazlarını dinlemeye başladığımda şöyle düşünmüştüm. “Parlak, sözü tesirli bir hoca ile karşı karşıyayız. Üstelik genç ve belli ki oldukça yetkin. İnşallah kitlesi hocayı zorlamaz.”
Fakat gördüğüm o ki kitlesi hocayı zorladı. Hem de çok zorladı.
Şimdi soru şu: Halil Hoca çok açık giyinen kadınlara “kasap vitrini seyreder gibiyiz, et pazarı ortalık” dediğinde çok açık giyinen kadınlar üzerindeki etkisi “hoca çok haklı” cümlesi mi oldu yoksa “yahu bu ne ayıp bir benzetme” cümlesi mi oldu? Dahası, Halil Hoca bu kadınların abilerine, babalarına, kocalarına “namus” üzerinden çeşitli imalarda bulunduğunda o abiler, o babalar, o kocalar ne hissetti?
Yani davetçi, beklediği etkiyi aldı mı? Bence hayır. Peki ne oldu? Halil Hoca’nın üslubunu belirleyen kitle biraz daha memnun oldu. Biraz daha tatmin oldu. “Gördün mü bak, hocamız mübarek ne koydu ama lafı gediğine” diyerek anlık bir haz yaşadılar. Peki kaç kadın o vaaz üzerine giyimine kuşamına dikkat etme kararı aldı? Söyleyeyim: Sıfır.
Peki soru şu bu sefer: Halil Hoca, keskin ve şehvetli olanı seçmek yerine “doğru ve uzun yoldan gidilecek olanı” seçseydi ve bu meseleyi bambaşka şekilde anlatsaydı daha az bilinirlik ve daha çok etki elde eder miydi? Evet ve elbette. Çünkü adetullaha uygun olan budur. Sünnetullaha uygun olan budur.
Açık konuşacağım: Sözgelimi Mehmet Zahit Kotku merhumun üslubundan buralara gerilemek tarifi zor bir gerileyiştir. Hacı Veyiszade merhumun üslubundan buralara gerilemek tarifi zor bir gerileyiştir.
Hacı Veyiszade yahut Mehmet Zahit Kotku Allah’ın dininin emir ve yasaklarında bir gevşeklik gösteren adamlar mıydı? Hayır ve asla. Halil Konakçı’dan daha mı azdı ilimleri ve kitleleri? Hayır ve asla.
Ne yazık ki şundan da eminim. Bu yazım üzerine o kitleden bin türlü hakaret işitecek, bin türlü küfür yiyeceğim. Böylelikle “kitle” Allah’ın dinini bir münafıktan, hatta bir kafirden koruduğunu düşünerek tatmin olacak. Cübbeli hakkında, Nurettin Yıldız Hoca hakkında, İhsan Şenocak Hoca hakkında yazdığım yazıların sonuçları hep böyle oldu. Halil Konakçı Hoca hakkında yazdığım yazıdan sonra da böyle olacak. Ne dediğimi, Halil Konakçı Hoca’yı ne kadar önemsediğimi anlamaya çalışmak yerine küfür ve hakarete sığınıp “bugün de İslâm’ı kurtardık” tatminiyle hayat geçiren adamlarla aynı hizada yazılıp çiziliyoruz ne yazık ki.
Hep söyledim, yine söyleyeceğim. Çok sevdiği amcasının hidayetine vesile olamayan lakin İran’dan gelmiş Selman’ın (r.a.), Habeş’ten gelmiş Bilal’in (r.a.), Bizans’tan gelmiş Süheyb’in (r.a.) hidayetine vesile olan Peygamber’in (s.a.v) azamet, izzet ve üslubundan lazım bize. Defineye malik viraneler olduğunu bilen, viraneleri yerle yeksan etmek yerine onarmaya talip adamlar.
Mesele budur ve bu kadardır.