Beni burada mı öldüreceksin?
Bu engebeli dünya arsasında, bu bitmeyen kötü şarkının son notasında, bu tuhaf karmaşada, bu insafsız kör karanlıkta mı öldüreceksin beni? Bana bütün yalnızlıkların, bütün ihmal edilmişliklerin, bütün endişelerin şovalyeliğini vererek mi? Kılıcı, usulca başıma dokunduracağını zannettiğim o rahat, o gevşek, o mutlu anda mı? Töreni izlemek için gelmiş bütün sevinçlilerin, bütün hasislerin, bütün harislerin şaşkın bakışları arasında kılıcın bir ıslık sesi çıkarmasına izin vererek sonsuza kadar kesecek misin sesimi?
Bunu yapacak mısın? Kendimi en rahat, en mesut hissettiğim o anda yapacak mısın bunu? Kendimi bir şovalyenin cesaretiyle donanmış ve bir aşkın vaftiziyle gönenmiş bulduğum bu yalnızlıktan yapılma kulede, nerede doğduğunu kimselerin bilmediği o tek gözlü cellata uzattıracak mısın boynumu?
Şarkı burada bitecek mi?
Yoksa hiç başlamamıştı da ben onu bir düşte mi düşlemiştim? Öyleyse notaları nasıl böyle kazınmış aklıma? Öyleyse nasıl durmaksızın o melodiyle uyuyorum kaskaranlık gecelere ve uyanıyorum sıkıntılı sabahlara?
Beni burada mı öldüreceksin?
Bu kuş uçmaz, kervan geçmez çölde, gömleğime bir başkasının kanını bulaştırarak bırakacak mısın beni o kuyuda? Gecelerce “Niçin Yusuf değil adım?” diyerek gözyaşı dökmeme müsaade mi edeceksin? Kuyuda bana hakikat mi eşlik edecek, mecaz mı? Hakikatin eski püskü elbiselerine mi, mecazın saçının kıvrımlarına mı dalıp gideceğim? Kendi ölümümü beklerken niçin bir deve kervanına mahsus şıngırıtılar değmeyecek kulaklarıma? Niçin kimse sormayacak adımı? Niçin alıp satmayacaklar beni bir köle pazarında? Niçin Züleyha büyütmeyecek beni? Niçin kimse parmaklarını kanatmayacak benim için? Gömleğimde başkasının kanı, başıma değen kılıca niçin asla güvenemeyeceğim?
Evet, evet ve evet. Çünkü adım Yusuf değil ve değilim bir şövalye.
Şarkı burada bitecek.
Dişlerimin arasına birikmiş kanı tükürerek, girişini güçlükle hatırladıktan sonra devamını rahatlıkla hatırladığım o şarkı. Tütünle ve tırnaklarımızı yememizle, aşkla ve ölümle dolu o şarkı burada, bu konuğu kalmamış kervansaray harabesinde bitecek.
Beni burada öldüreceksin.
Karmaşada, karanlıkta, sarayda, kulede, kuyuda, kervansarayda değil. Beni tam burada öldüreceksin. Elimin elini arayıp da bulamadığı o ilk anda öldüreceksin beni?
Hakikati ve mecazı çağıracağım imdada.
Süslü lafları, parlak cümleleri, aruzları, redifleri, teşbihleri ve tenzihleri getirecek yanında mecaz. Onlardan bir çiçek, bir mezar taşı ve kuşlar içsin diye minnacık bir havuz yapacak mezarıma. Gülümseyecek bana. Saçlarımı okşayacak. Merhamet edecek. Ölürken ellerimi tutacak.
Sert ve ihtiyarlamış kemiklerinden başkasını getirmeyecek yanında hakikat. Elimi tutmayacak. Mezarıma çiçek getirmeyecek, taş dikmeyecek… Yalnızca o son anda, kulağıma eğilip, kimsenin duymadığından emin olunca fısıldayıverecek: “Öleceksen aşktan ve aşkla öl.”
Şarkı bitecek, beni burada öldüreceksin. Hayata dair anladığım son şey hakikatle mecazın kardeş olduğu olacak. İki kardeş: Kuyuda ya da kulede aşk için, aşk ile…
Kaynak / Yeni Şafak Gazetesi