Seçim bitti, Meclis’te yeminler edildi, Cumhurbaşkanımız göreve başlama töreni düzenledi, kabineyi kurdu. Dolayısıyla benim açımdan her şey “bir gündelik politika” meselesine dönüştü yine. Dolayısıyla ben o zaman buradan devam.
Seçim sonrası Aziz Mahmut Hüdai Vakfı, tam da kendilerinden beklenen nefis bir üslupla “Tebrik ve Çağrı” üst başlıklı bir metin yayınladı. Öncelikli olarak seçim sonuçları ile ilgili olarak Cumhurbaşkanımızın ve başlangıcı itibariyle Türkiye Yüzyılı’nın tebrik edildiği metinde üç konuda da çağrı var: Aile, eğitim ve kültür-sanat.
Aileden başlayalım. Metindeki can alıcı cümle aynen şöyle: “Küresel ifsat şebekesinin saldırılarını artırdığı bir dönemde hükümetimizin aile kurumunun korunmasına ilişkin bir yol haritasını hayata geçirmesi zaruri bir ihtiyaçtır.”
Aynı zamanda geniş katılımlı bir “Aile Şurası” toplanması da öneriliyor metinde.
Soru şu: Hükümet bunu yapabilir, aile kurumunun korunması için bir yol haritasını hayata geçirebilir mi? Cevap da şu: Hayır.
Bu “hayır”ın ne hükümetle, ne yeni bakanla, ne de başka bir politik düzlemle ilgisi var. Değil bir bakan yahut bir hükümet, hatta değil ailenin korunması için Meclis’teki tüm muhaliflerin bu yol haritasına destek vermesi, toplumun bütün kesimleri bu harita üzerinde anlaşsalar yine de olmaz o iş. Zira küresel kültürün can düşmanı artık aile kavramı. Küresel kültürü ve ona bağlı endüstriyi yenebilecek hiçbir enstrümana sahip değiliz. Çocuklarımızın elindeki cep telefonlarından edindikleri içeriklerin neredeyse tamamı “ailenizden memnun değilseniz kendinize yeni bir aile bulabilirsiniz” fikrini taşıyor. LGBT konusundaki ısrarlı propagandalara her gün maruz kalan çocuklarımız son derece savunmasız. “Boşanmak” ise son derece “sıradan bir olağanlık” olarak kodlanıyor.
Üzgünüm ama “aile” konusunda gündelik politikanın bazı standart, hatta geçici ve pejoratif çözümlerden başka bir şey üretebileceğini düşünmüyorum. Bu iş yasal düzenlemelere terk edilemeyecek kadar kritik bir mesele ve çözüm politikada değil, bambaşka bir inisiyatif alma biçiminde.
Gelelim metnin ikinci vurgusuna. Cümle şu: “Milli eğitim, milletin değerlerini temel alan, bizi millet yapan ve bu topraklarda konuşlandıran ideal ve gayeyi önceleyen bir sistematik ve içeriğe kavuşturulmalıdır.”
Soru şu: Bu mümkün mü? Cevap da şu: Mümkün ama neredeyse imkânsız bir mümkün.
Bu da hükümetten ve mevcut bakandan bağımsız bir mesele aslında. Milli Eğitim Bakanlığı’nın ürettiği bürokrasi ve mücadele etmek zorunda olduğu “fiziki gerçeklikler”, bu tarzda bir düzenlemeyi neredeyse imkânsız hale getiriyor. Türkiye’deki tüm okulların kayıtsız şartsız 2-3 yıl kapatılması, her şeyin sıfırdan düzenlenmesi ve sistemin bu düzenlemeye göre resetlenmesi gibi “fantastik” bir yol haritamız yoksa elimizde Bakanlığın “yapısal bir reform” yapmasını beklemek en çok Bakanlığa haksızlık olur. En fazla sistemin orasını burasını kurcalayarak bazı “kısmi iyileştirmeler” bekleyebiliriz Milli Eğitim’den. Gerisi de kelimenin tam anlamıyla bizim yani sivil alanın vazifesidir. Ama biz, tüm sorumluluklarımızı 5 yılda bir Recep Tayyip Erdoğan’a devredip işimize gücümüze bakmaya fena alıştığımız için bu alanda da “pek bir şey üretmemeye niyetli” bir görünüm arz ediyoruz. Çocuklarımızın eğitimi okula gidince değil, okuldan döndüklerinde başlamalıyken Milli Eğitim Bakanlığı’nı “elinde sihirli değnek olan şişe cini” zannediyoruz.
Gelelim metnin son çağrısına. Yani “kültür” alanındaki çağrıya. Cümle şu: “Önceki dönemlerde bayındırlık ve imar hizmetlerine verilen önem yeni dönemde kültür ve sanat alanına hasredilmeli, köküne, değerlerine ve milletine yabancı bir kesimin kültürel iktidarına son verilmelidir.”
Soru şu: Bu mümkün mü? Cevap da şu: Kesinlikle hayır.
Bunun iki sebebi var. Birincisi, “kültürel iktidarda dönüşüm” kesinlikle bakanlık eliyle projelendirilip yapılabilecek bir şey değil. Sivil kültür alanının olabildiğince güçlendirilmesi işi de hükümetin ya da bakanlığın işi değil. Hükümet ya da bakanlık en fazla bu alanda “ön açıcı bir işlev” üstlenebilir.
İkincisi, bakanlık eliyle bu işin olabileceğine inansak bile (ki lütfen inanmayalım) Kültür Turizm Bakanlığı’nın “turizm bakanlığı” görünümünden bu dönemde de çıkamayacağını düşünmemek için herhangi bir nedenimiz yok elimizde.
İnancınız olsun bu satırları “bir haksızlığa sebebiyet vermemek” adına son derece yumuşak yazıyorum.
Değişmeyen gündemlerime geri döndüğüme göre, daha bu meseleleri konuşmak için bolca vaktimiz var demektir.
Umudum Aziz Mahmut Hüdai Vakfı’nın umutlarıyla aynıdır. Sadece “iyimser olabilmek için elimizde yeterli karine yok” demeyi bir vazife bildiğim için yazıyorum bunları.