“Öyle demiş adam mahşer günü. Cehennemliksin demişler buna. Bu da cehenneme doğru çaresiz yürürken kafayı yukarı kaldırıp ‘böyle beklemiyordum’ demiş. Onun üzerine kurban olduğum Allah ‘o kulumu cennete götürün’ demiş. Bakın buna hadis de derler ya ben bilmem. Zaten bilsem âlim olurum. Ama hikâyenin ne dediğine kulak verdim ben hep.”
Sanki geride bıraktığı, kaçırdığı yılları telafi etmek için acelesi varmış gibi nefes nefese, soluk soluğa anlatıyordu.
“Peki, bunları nerede anlatıyordu?” diye sorsam size “cami gölgeliği, çay ocağı, çay bahçesi” cevapları gelir peş peşe. Haklı da olursunuz bu cevapları vermekte. Çünkü insanın zihni, konuşmaya kolaycacık bir mekân belirlemekte mahirdir. “Haklı olursunuz” dedim tabii de, “bildiniz” demedim.
Yanımda oturan arkadaşım laf olsun diye sordu. Öyledir o. Konuşma sürsün de, bir gürültü olsun da ne olursa olsun. “Peki” dedi, “hikâye bize ne anlatıyor?”
Konuşmak istiyordu zaten adam. Konuştu da: “Şimdi iki şey var. Birincisi, yola çıkarken hayal ettiğin yerle yolun seni götürdüğü yer arasında geçene ne diyoruz? Hayat diyoruz. O yüzden ‘böyle beklemiyordum’ diyor adam. Öyle ya. Kim cennet için çıktığı yolun sonunda cehennem bekler ki?”
Dayanamadım: “Yapmasaydı madem cehennemlik olacağı işleri o da.”
Kızar gibi oldu: “Tabii. Çok kolaydır zaten başkasının yolculuğunu eleştirmek. Biliyor muyuz adamın ne yaşadığını, nasıl cehennemlik olduğunu?”
Ben de yükseldim: “Bilmiyoruz ama belli ki çok yanlış işler yapıp cehennemlik olmuş. Aksi takdirde Allah’ın adaletini tartışmaya açmamız gerekir.”
Kesti sözümü: “Yanlış yapmış tabii. Yanlış yapmasa cehennemlik olmaz.”
Oturduğumuzdan beri ilk defa bir sessizlik oldu. Arkadaşım dayanamadı sessizliğe: “İki şey var diyordun?”
“Ha, evet. İki şey. İkincisi şudur ki insanın bu dünyada istekleriyle ilgili olarak yapması gereken en önemli şey istediğini nasıl isteyeceğini bilmektir.”
Saçma geldi bana bu. İtiraz ettim: “Laf mı bu? İnsanın bir isteği varsa onun için yapması gereken şey istemek değil çalışmaktır. İnsana yalnız elinin emeği vardır çünkü. Fakat siz şimdi ‘her istediğini Allah’tan iste’ deyip ipe un sereceksiniz muhtemelen. Allah’tan istemenin en sağlıklı yolu gayret etmektir.”
İkna olmadı: “Yanlış soruya doğru cevap vermek eski bir cedel yöntemidir delikanlı. Ben o yolları çoktan yürüdüm. ‘Kimden isteyeceğini bilmektir’ demedim ki. Çünkü insanın kimden isteyeceği açıktır. Allah’tan gayrısından isterse işinin görülmeyeceği de açıktır. Allah’tan istemenin en sağlıklı yolunun gayret etmek olduğu da açıktır. Dua da bir gayrettir böylece. Oysa ben size dedim ki ‘nasıl isteyeceğini bilmektir.’ Doğru mu?”
Arkadaşım tasdik etti: “Doğru abi.”
Adam devam etti konuşmaya: “Tam o anda, başını yukarı kaldırıp ‘böyle beklemiyordum’ diyen adamın isteme bilgisi tamdır bence. Onu diyorum. İstememiz hoşuna gitmeseydi istemeyi yaratmazdı. Onu diyorum. Dahası, hayatın boyunca yaptıkların seni cehenneme sokacak olsa da umudunu ve pişmanlığını diri tutarsan bir çıkış bulursun. Onu diyorum.”
Anladım susulacak yere geldiğimizi. Adam gülümsedi: “Ben, geride bıraktığım acılı ve yorgun hayattan tek beklentisi affedilmek olan bir adamım. Yaşadıklarım için pişmanlıktan gayrısı gelmiyor artık elimden. Buraya da o yüzden gelip gidiyorum.”
Arkadaşım sordu: “İyi de abi, buraya gelip gitmenin bu anlattıklarınla ne alakası var?”
Adam, gülümsedi: “Çok alakası var delikanlı. Çok alakası var. Denizin sonsuzluğuna, ufkun güzelliğine bakıp merhametinin sonsuzluğunu iliklerinde hissetmek istiyorsan çok alakası var. Başka çıkışın yoksa çok alakası var.”