Muhammed Kutub, "Nasıl Davet Edelim?" ile Müslümana önemli bir görevi hatırlatıyor. Elbette ki Müslüman, öncelikli olarak inancına uygun olarak yaşayabileceği bir ortam ister. Bunun için mücadele eder, savaşır ve dolayısıyla hakkını arar. Fakat iş burada bitmiyor. Bazen yüz yüze, bazen dolaylı olarak Allah'ın dinine davet de gerekir. İslâmi araştırmalarıyla ve incelemeleriyle tanıdığımız Muhammed Kutub, bu görev ve sorumluluğu hatırlatarak bu hususta yapılması gerekenleri sıralıyor.
Geçmiş dönemle kıyas
Kutub, Asr-ı Saadet'e yönelik olarak kolaycı bakışları izah etmektedir. Bu anlamda o dönem davet daha mı kolaydı, şimdi daha mı zor gibi konular ve sorular cevabını buluyor. Geçmiş dönem şartları, Peygamber Efendimizin (s.a.) varlığı, ilk neslin gelecek nesillere örnek teşkil etmesi ve aktarıcıların bu nesli örnek alması gibi konular tartışılıyor. Burada unutulmaması gereken husus, ilk dönemin temel teşkil etmesi ve sağlam bir altyapıya sahip olmasının zorunluluğudur. Hz. Muhammed’den (s.a.) sonra ortaya konan içtihatların dinin özünden sapmaması ve dolayısıyla müminleri istikamet içinde tutması gerekiyordu. Bunun ne kadar zor bir süreç olduğunu biraz düşünerek kavramak mümkün.
La ilahe illallah
Kitapta tarihsel olaylara atıflar yapıldığı için hızlandırılmış bir İslâm tarihi okumak da söz konusu oluyor. Hz. Muhammed (s.a.) dönemi güç mücadeleleri, aynı dönemdeki davetler ve özellikle Bedir Savaşı vahiy vurgusu ile beraber dikkate değer konular olarak değerlendirilebilir. Özellikle Bedir Savaşı ve onun önemine dair daha başka yerlerde zor bulunacak ipuçlarından faydalanmak gerekiyor. Yazar, günümüzden çok uzak yıllara ait bilgiler vermekte ve yaşanan zorlukları anlatmaktadır. Muhammed Kutub, geride kalan on dört asır boyunca İslâm'dan sapmalar olduğunu tespit ederek bu sapmaların insanları yavaş yavaş dinden uzaklaştırdığını ortaya koyar. Burada öncelikli olarak teşhis konulmasını önerir. Ona göre ilk olarak "la ilâhe illallah"ın doğru anlaşılmasını tesis etmeye çaba göstermeliyiz. Kutub, bu ifadenin insanların gözünde sadece dil ile söylenen ve dolayısıyla anlamı daralmış ve hafiflemiş bir ifade olduğunu savunur. Oysa bu söz insanları şirkten alıkoyan inancın direği konumunda olan bir sözdür. Hatta sadece söz değil aynı zamanda sistemin temeli ve başlangıç noktasıdır da. Bu açıdan bu cevheri kaybeden insanın ya da toplumun yeniden düzlem içine çekilmesi, doğru üzerine dönmesi için belirli bir çaba gerekmektedir. Yazar, bunun için Peygamber Efendimizin (s.a.) Mekke'de uyguladığı yöntemi öneriyor. Bununla birlikte yazar, geçmiş dönemle şimdiki dönem arasında kıyas yapıyor ve eski dönemde şirkin fiilen işlendiğini şimdi ise ağızla "la ilâhe illallah" denilse de şirkin her türüne bulaşıldığını belirtiyor. Bu arada Kutub’un laiklik konusunda pek olumlu düşüncelere sahip olmadığını söyleyebiliriz. Ona göre laiklik bir asite benzemektedir ve akidenin yapısını zayıflatan, onun içeriğini boşaltan ve Allah'ın indirdiği şekliyle hakikatini koruduğu günkü etkinliğini ortadan kaldıran bir etkiye sahiptir.
Düşünce istilasının farkında olmak
"Nasıl Davet Edelim?" bir tespitler kitabı. Sorunlar, kaynakları ve çıkış yolları tespit edilmiş ve anlatılmıştır. Muhammed Kutub, yukarıda da bahsedildiği gibi geçmişle günümüz arasında kıyas yapıyor ve günümüzdeki zorlukları maddeliyor. Buradaki en çetin sınav Batı'nın sessizce başlattığı düşünce istilasına karşı verilen sınav olarak değerlendirilebilir. Kimimiz bu istilanın farkında bile değilken nasıl savaş verilecek belli değil. Söz konusu istilayı ya da emperyal hareketliliği görmeyen, göreni de beğenmeyen bir kitle var. Kutub, bu durumu zorluğu zamanla artan bir durum olarak görüyor ve ona göre bir yöntem belirliyor. "Nasıl Davet Edelim?", bu açıdan bir sızlanma kitabı değil. Muhammed Kutub, bu eseriyle şartlar ne olursa olsun geri dönüşün mümkün olduğunu anlatıyor, bir şeyleri nasıl kaybettiysek öyle kazanacağımızı gösteriyor. Sonuçta biliyoruz ki Allah nurunu tamamlayacaktır. Muhammed Kutub, aynı konuyu ele alırken “benzeşme”den de bahsediyor. Bir süre sonra özellikle moderniteyle beraber İslâm’ın çok uzağında bulunan bir anlayış hâkim oldu ve normalleşti. Belki şimdi bizlere de normal gelen alışkanlıklar yerleşti ve aksi gericilik olarak kabul edildi. Dejenere olmak nedir diye sorarsanız cevabını burada bulabilirsiniz. Kutub’un hatırlattığı şekliyle geleneklere ve dinin öngördüğü uygulamalara bağlı kalmak ve onda ısrar etmek kişilerin ayıplanmasına sebep oldu. Çevre, değişimin önünde durmanın imkânsız olduğunu yani evrimin kaçınılmaz olduğunu “baskıyla” kafalara kazıdı. Öyle ya teknolojik gelişmenin, kalkınmanın, evrimin karşısında durulmazdı.
İnsanların İslâmî hayat yaşayamamasının temelini birkaç maddeyle izah eden yazar, tasavvufi düşünüşe, devletlerin yönetim biçimine ve hatta Osmanlı Devleti’ne de eleştirilerde bulunuyor. Emevilerin, Abbasilerin, Memlukların ve Osmanlıların insanları toplumu ilgilendirmeyen işlerle meşgul olmaya yönlendirdiğini ve ibadet kavramını sadece belli ibadetlere yönlendirerek kısıtladığını savunarak pasif bireyler meydana getirdiğini belirtir. Aynı şekilde kaza ve kader akidesinin yanlış yorumlanmasının insanları tembelliğe ve olaylar karşısında eli kolu bağlı durmaya sevk ettiğini savunur.
Risale Yayınları’ndan çıkan “Nasıl Davet Edelim”, tespitleriyle ve yol göstericiliğiyle geçmişten günümüze değişen şartları dikkate alan istikamet gösterici bir kitap olarak değerlendirilebilir. Bozulmaya neden olan tüm faktörleri izah eden Muhammed Kutub, çıkış yolunu yine kendisi izah ediyor. Bu yönüyle bu eseri basit bir hatırlatma kitabından çok ötelerde görmek gerekir.