Zaman kavramı, insanın varoluşuyla birlikte zorluk ve kolaylık sıfatlarıyla birlikte anılır olmuştur. Rahat ve zor zamanlar insan faktörüyle anlam kazanır.
Avam ehli, sebeplere, havas ehli sebeplerin sahibine bakar. Hakikatte sebepleri de yaratan Allah, musebbibu’l esbâb’tır. İnsan ve kâinatın her zerresinde Allah’ın tecellileri cevelân eder. Âlemde kendi kendine olan hiçbir şey yoktur/olamaz. Depremler Allah’ın ayetlerindendir. Allah’tan emir gelmedikçe arz, kendi kendine sallanmaz. Gökten yağmur düşmez, rüzgâr esmez, toprak mahsul vermez.
“… O günleri biz insanlar arasında döndürüp duruyoruz ki Allah gerçek müminleri ortaya çıkarsın ve uğrunda şahitler olsun diye. Allah, zalimleri sevmez. Bir de Allah, iman edenleri günahlardan arındırmak, kâfirleri de yok etmek için böyle yapıyor.” (Âl-i İmrân Sûresi. 140-141)
Allah insanlar arasında günleri döndürür. Gündüzden geceyi, geceden gündüzü çıkarır. Ölüden diriyi, diriden ölüyü çıkarır. Allah’ın gücü her şeye yeter.
Kahramanmaraş Depremi’yle birlikte ölümlü olmanın, ilahî kudrete karşı acizliğin yakıcı hakikatini iliklerimize kadar yeniden hatırladık. Mülküne aldanan niceleri gece zengin yattı, sabah fakir kalktı. 1999’da gök kubbe Marmara’nın üzerine çöktüğünde biz de öyle olmadık mı? Depremde sağ kalanlarımız Rabbi’ne yöneldi de sonra ferahlık günlerine ulaşınca Rabbimiz’i unutup nefsimize kul olmadık mı?
Arz; şiddetli bir sarsıntıyla sarsıldığında, üzerindeki ağırlıkları savurup attığında, kimimiz enkaz altında kalmış, kimimiz de yaşamaya devam etmiştik. Çoğumuz “şehir bir daha ayağa kalkamaz” demiştik lâkin öyle olmadı. O günler de geçti. Şehir eskisinden daha güzel oldu. Yeniden imar edildi. Giden canlar gitti, bizimse dünya imtihanımız devam ediyor.
Adapazarı’nda çatırdayarak çöken binaların korkunç hışırtısı kulaklarımızda yankılanmıştı. Yıkılmaya direnen binalarımız sallanırken “Eyvah şimdi biz de çökeceğiz” korkusuyla kalplerimiz titremişti. Lüks apartman dairelerimiz, dayalı döşeli binalarımız olmasına rağmen ölüm korkusundan çadır tentesine sığınmıştık. Aradan geçen yıllar depremle ansızın gelen ölümü unutturdu bizlere.
Oysaki zevk-u sefaya dalmıştık ne güzel… Zevk ettiğimiz safâlı günler hiç bitmeyecekmiş zannediyorduk ki Maraş Depremi’yle ansızın tekrar sallandık… Allah, kudretini tekrar hatırlattı gaflet içinde yüzen biz aciz kullarına.
Allah, zamanın sahibidir. Dilerse zaman içinde zaman yaratır. Zamanın hâllerini değiştiren Allah’tır. Belâlar hayatımıza musallat olduğunda zaman durur sanki. Zorluk, yakamıza yapışır da hiç gitmeyecekmiş gibi gelir. Sonra ardından ferahlık zamanı gelir… Dünü çabuk unutan insan hemen de rahatlığa alışır… Bu sefer de yaşadığımız “zor zamanlar” yokluğa mahkûm olur küçücük hafızamızda. İnsan, nisyan ile maluldür. Zaten insan, aceleci, cahil ve yarımdır. Zorluklar karşısında daralan insan Rabbi’ni hatırlar da feraha çıkınca bir bakarsın ki hemen Rabbi’ni unutur.
Sabırsız zorluklar, şükürsüz ferahlıklar içinde gaflet kuşattı modern hayatımızı. Allah ferah zamanları zor zamanlara döndürdüğünde yapmamız gereken pişmanlık ve tevbe etmektir. Bu zamanda gerçek akıllı, darlıkta “istiğfârı” genişlikte “zikri ve şükrü” arttırandır. Günahlarına tevbe eden, musibetlere sabreden, nimetlere şükreden kulluk bilinci gerçek sultanlıktır.
Bu âlemde “ne gam bâki ne dem bâki” demiş erenler… Muhakkak her zorluktan sonra bir kolaylık gelir. Allah kullarına karşı El-Latîf’tir. Celal mutlak değildir. Mutlak olan Cemâl’dir.
Nefsine esîr olan gafil kul, Allah’tan kaçar. Depremde kaçacak yeri kalmayan insan hakikati görür de Allah’a kaçar…
“Fe firrû illallah / Allah’a kaçın.”
Ülke olarak zor zamanlardan geçiyoruz. İhtarını anladık ya Rabbi!