Şehirler, günahların çokluğu sebebiyle zulmet mekânlarıdır. Şehir hayatında bunalan insanın kalbini kasvet kaplar. Adını koyamadığı ruhsal boşluk sebebiyle manevî arayışa başlar. Mistik felsefe, yoga, vegan hayat, minimalist yaşam çabası bir anlamda bu temel hakikatin arayışıdır.
İnsanlığın maddî ve manevî kurtuluşu; ilahî hakikat olan Kur’an’ın kendisine vahyolunduğu “esrâr ve hikmetin” kaynağı olan Muhammedî (s.a.) berekette gizlidir. Yaratılış ve Marifet sırlarının en kestirme yolu sûfîlere has düşünce ve yaşam tarzıdır.
Sûfîlerin yaşamı gayrimüslimlerin ilgisini çeker. Kişisel huzuru ve ontolojik hakikatini arayan batılıların çoğu sûfi yolu ve estetik irfan düşüncesinden etkilenerek Müslüman olmuşlardır.
Debdebeli lüks yaşam arzusu serkeş nefsin arzusudur. Bir lokma, bir hırka, mutmain bir kalp ve safâlı nefes, yaşamak için yeterdi insana. Kanaat etmek için uzaklara bakmaya gerek yok. Sahip olmadığımız nimetler için hırs yapmak yerine, elimizde olana şükredebilseydik kalbimiz de bedenimiz de rahat ederdi. Hayatta bize yetmeyen her şeyin tek bir sebebi var. Kötülük emreden “nefs-i emmare”nin arzuları.
İnsanoğlu ne acayip… Evrenin uçsuz bucaksız mekânları-zamanları kuşatan muhteşem döngüsünde kısacık bir hayat insan yaşamı. Bedenen zayıf ve korunmaya muhtaç, kalben harikulâde yaratılan insan; Allah’ın “Hayy ve Kayyum” sıfatlarının tecelligâhı. Tüm acziyetine rağmen âdemoğlu, Şeyh Galip’in ifadesiyle “merdüm-i dîde-i ekvân”dır. Âlemde mutavassıt olarak yaratılan insana Allah’ın tüm isimlerle birlikte ruh üflenmiş. Ruh acıkmaz, susamaz. Ruhun oksijene de ihtiyacı yoktur. Ruhun gıdası sadece güzel koku ve Allah’ın zikridir.
Dünyaya doğan insan bedeni, öldüğü ana kadar üç şeye “mutlak muhtaçlık” içinde yaşar. İnsan türünün hayatta kalabilmesi için elzem olan “nefes, ekmek ve su” haricindeki tüm ihtiyaçlar için hırsın sonu, dünyanın da dibi yoktur…
İnsanoğlu zengin olmak için tamah içinde çırpınır durur. Son nefesinde tüm kazandıklarını yine dünyada bırakır. Salih amel, hayırlı evlat, sadaka-i cariye haricinde geriye kalan tüm zenginlik hesap ve ateşten ibarettir.
İlahi nefhayla, “kün/ol” emriyle varlık âleminde yaratılan insan hayatı sayılı nefeslerden ibaret. Soluduğumuz havaya her daim muhtacız. Scuba diving meraklısı “US Dollar” milyarderinin oksijen tüpü arıza yaparsa nefes alabilmek için tüm servetini feda eder. Milyarder bile olsanız, zenginlik ve saltanat 4. dakikadan sonra oksijen kadar değerli değil ölüm hakikati karşısında…
Bırakın ekmek ve suyu, saymaktan dahi aciz olduğumuz diğer tüm nimetlere karşılık hayat boyu alnımız secdeden kalkmasaydı yine de aldığımız nefeslerin şükrünü ifa edemezdik.
“O halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?” (Rahman Suresi, 13) Bahsi geçen bu sûrede, sahip olduğu çeşitli nimetler insana hatırlatılır. Bir rivayete göre, Rahman Suresini okumak, nimetlerin de şükrüdür…
Yeryüzünde insana verilen sayısız nimetler içinde sadece “su ve ekmek” (nân) azizdir. Su; “Hayy” isminin, ekmek de “Rezzâk” isminin mazharıdır.
İnsanoğlu her şeyden bıkar. Ekmeğe doymaz, suya da kanmaz. Hiçbir nimet ekmeğin yerini tutmaz. Hiçbir meşrubat su gibi ferahlatmaz. Dünyanın her ülkesinde sofradaki nimetler değişir. Mümin veya kâfir olsun, Mecûsi veya putperest olsun. Siyah veya beyaz tenli olsun; Allah’ın yarattığı tüm insanlar için sofrada değişmeyen iki nimet vardır. Su ve ekmek.
Allah, bizlere nefeslenmek için havayı verdi. Ferahlayalım diye suyu verdi… Ekmek yapmak için buğdayı verdi…
Nefesin kıymetini bilseydik, her nefeste Allah derdik.
Suyun kıymetini bilseydik Ahmed Amiş Efendi gibi derdik. Elimizdeki bir bardak suya bakıp “sana şükür” derdik.
Ekmeğin değerini bilseydik, çöpe atmazdık. Eğer ki bizde birazcık irfan olaydı, buğday tanesinin çileli yolculuğunu düşünürdük. Ekmek olup soframıza gelen nimeti öpüp başımıza koyar, tarımın önemini anlardık…
Hiç aç kalmadık ki…
https://www.dunyabizim.com/nefes-ekmek-ve-su-makale,2981.html