Yazıya başlamadan önce ilahî kaideyi yerli yerine koyalım. “Arabın Aceme üstünlüğü yoktur. Üstünlük –Allah korkusu– takvadadır.” İslam’da ırkçılık lanetlenmiştir. Allah katında Türk olmakla, Kürt olmak arasında hiçbir fark yoktur. Üstünlük ırkımızda değil, sorumluluk bilinciyle “Allah’a secde eden kul” olmamızdadır. Irkçılık ve faşizmin her tonu müşriklerin cahiliye âdetidir. Makamı, sıfatı ne olursa olsun; salih ameli olmayan kişiyi nesebi kurtarmaz. Kişinin nesebiyle övünmesi boştur. Hiçbir insan evladı doğarken ırkını, dilini, kavmini, ten rengini seçmez… Allah’ın takdiri olan ilahî yazgı içinde bizim bildiğimiz ve bilmediğimiz türlü hikmetler var. “Irk kimliği”, hiçbir şekilde diğer insanlara karşı üstünlük sebebi değil.
Hayatım boyunca ırkçılık yapmadım. Kimileri bendenizi Boşnak zanneder. Yukarıda yazdıklarımı okuyanların bilmesini isterim ki bendeniz Arnavut olduğum halde sosyal hayatta ilişki kurduğum hiçbir insanı kavmine göre sınıflandırmadım. Tüm insanlık ailesi Allah’ın sanat ve kudretini gösteren ayetler gibidir. İman etmiş yahut etmemiş olsun hepimiz Rahman’ın tecellisiyle Allah’ın kuluyuz. Türk, Kürt, Abhaz, Çerkes, Boşnak, Pomak, Torbeş, Manav, Karadenizli arasında fark yoktur. Bizi şerefli kılan tek sıfat Müslüman ve güzel ahlaklı olmaktır.
Ülkemizin menfaatleri açısından stratejik önemde olan Balkanlar konusundaki düşüncelerimi ara sıra sizlerle paylaşıyorum. Yukarıda yazdıklarım, bundan sonra yazacaklarım için girizgâhtı.
Balkan Savaşları sonrasında Rumeli topraklarından Anadolu’ya doğru akın akın başlayan göçlerle birlikte özellikle Batı Anadolu’da İstanbul başta olmak üzere, İzmir, Manisa, Bursa ve Sakarya bir anlamda “muhacir şehirlerine” dönüşmüştür.
Bizler Türkiye’de yaşıyoruz lakin akrabalarımız Balkanlarda halen yaşıyor… Yılın herhangi bir gününde Balkan topraklarında yaşayan akrabalarımızın ölüm haberlerini alıyor, cenazelerini defnetmek için apar topar uçağa atlayıp Kosova’ya, Bosna’ya, Sancak’a yahut Kırcaali’ye, Üsküp’e, Gostivar’a, Tetova’ya gidip hüzün ve acıyla cenazelerimizi defnediyoruz.
Her yaz düğünlerimiz oluyor Balkan topraklarında. Düğünümüz için memlekete nasıl gideriz? Kaç kişi gideriz? Ne zaman gideriz? Heyecanıyla yaşıyoruz aylarca…
Ve her yıl yeni evlatlarımız doğuyor Balkan topraklarında. Tüm olumsuzluklara rağmen aradan geçen talihsiz yüzyılda köklerimiz ve geleceğimizle ilgili irtibatımız kopmadı.
Balkanlar bizim için neden önemli biliyor musunuz?
Babalarımız, dayılarımız, dedelerimiz o topraklarda yatıyor. Sırp “çetnik”lerin, Hırvat “ustaşa”ların, Makedon ve Bulgar çetecilerin bir gece vakti ansızın köylerimize gelerek dipçik zoruyla ve yaka paça alıp götürdüğü, sonrasında hiçbir zaman evine geri dönemeyen sevdiklerimizin nereye gömüldüğünü bile bilmiyoruz. Kayıp akrabalarımızın -ziyaret ederek- hiç olmazsa ruhuna Fatiha okuyabileceğimiz bir mezar taşı bile yok… Şaka zannetmeyin. Rumeli ve Balkan coğrafyasında tapu senedimiz olan mezar taşlarımız bile sekiz ülkeye dağılmış bizim.
Balkan muhacirleri naiftir. Allah’a tevekkül ederek ilk dönem kağnılarla hicret yoluna çıktılar. Sonrasında zorla yurtlarından sürüldüler… Vapurlara, trenlere doluşarak Anadolu vatan topraklarına sığındılar. Trajik acılarını kimselere anlatmayıp içlerine gömdüler çoğu kez…
Batı Trakya, Bulgaristan, Makedonya, Kosova, Sancak ve Bosnalı aileler sağ salim İstanbul’a ulaştıklarında hayatları kurtulduğu için şükrettiler. Yaşamın küçük dertlerinden sızlanmadılar. Helal lokma ve ekmek parası için gece gündüz çalıştılar. Hayata sıfırdan başlamanın ezikliğiyle duygularını da yeterince anlatamadılar resmî, etkili ve yetkili mercilere… Devletsiz kalmanın ne demek olduğunu en iyi Balkan muhacirleri bilir… “Allah devlete, millete zeval vermesin dediler” yaşamları boyunca.
Kimsenin suçu yoktu, ilahi senaryoda trajik bir kader yaşadılar. Tatmayan bilmez ya… Anadolu’da yerleşik hayattan başka bir hayat bilmeyen, muhacir ve göçmen olmanın ne demek olduğunu asla bilemeyecek olan zengin yerlilerin ticaret yaptıkları dükkânları, ekip biçtikleri toprakları vardı. O talihsiz dönemde Balkanlardan gelen göçmenlerin sıfatı sadece “Mâcır”dı. Ve onlar aynı zamanda ucuz işçiydi. Şimdiki Suriyeli göçmenler gibi.
El elin eşeğini türkü çağırarak ararmış… Ateş de düştüğü yeri yakarmış. "Tatmayan bilmez” demiş arifler…
Osmanlı, 1389’da Kosova kilidini açarak Balkanlara yerleştiğinde henüz İstanbul fethedilmemişti. Rumeli’nin öte yakası Osmanlı Türk toprağı olduktan sonra Konstantinopolis, “İslam beldesi ve camiler şehri İstanbul” oldu.
Sultan II. Murad’ın şehid olduğu Kosova, hâlen Balkanların kilit taşı. Türkiye’nin stratejik çıkarları açısından Kosova, şu anda öncelikli bölge haline geldi. Tarih bizi geri çağırıyor. Balkan ülkelerine sahip çıkmak ortak tarih ve kardeşliğimizin vefa borcudur.
Misak-ı Millî sınırlarıyla daralan “vatan mefkûremizin geniş ufukları,” yeniden harekete geçmemizi bekliyor. Hilafet sancağının düştüğü yerden, Payitaht İstanbul’dan.
https://www.dunyabizim.com/balkanlar-nedir-ne-degildir-makale,2980.html