Afganistan’ın başına gelenler karşısında yalnızca Rus işgaline karşı savaş sırasında gayretli ve hamiyetli Müslümanlar din ve insan kardeşlerine yardımcı olmaya çalıştılar.
“İslâm ülkeleri” dediğimiz hayaletler ise en azından ekonomik imkânlarını kullanarak zalime karşı gerekenin pek azını bile yapmadılar.
Nutuk çok, konuşma bol, ama iş fiile, etkili mücadeleye gelince meydanda kimseler yok.
Rus işgali sona erince (diyelim) Müslümanlara asla yakışmayan birçok sonuçtan ikisi şöyle oldu:
1. Burada savaşmayı öğrenen bir kısım mücahitler (veya sözde mücahitler) şurada burada paralı asker yahut da aşırı uçlarda savaşçı oldular.
2. Rusya’ya karşı omuz omuza savaşan liderler post kavgasına giriştiler.
Bu ikincisi olmasaydı, mâdem Müslüman idiler, mâdem dâvâları İslâm idi, Müslümanca seçim yapsalardı, ya devamlı veya münavebeli başkanlık yapsalardı, birlik ve beraberlik içinde ülkeyi maddi ve manevi olarak ayağa kaldırmak için gayret etselerdi onlarca yıldır sürüp gelen zulümler, katliamalar, iç savaşlar, dökülen masum kanları, yıkılan hanümanlar, açlık, susuzluk, kıt ülke servetinin yabancılara (mesela silah almak için) akması, yirmi yıl süren ABD işgali… olmayacaktı.
Neyse olan oldu, ortaya Tâlibân çıktı, uzun bir mücadeleden sonra hem birbiri ile savaşan etnik ve dini grupları hem de ABD’yi yendi, şimdilik ülkeye hâkim oldu. Savaş uzmanları, Tâlibân’ın bu işi iyi öğrendiklerini ve uyguladıklarını söylüyorlar, lakin devlet yönetimi tamamen başka bir iştir; bu da yetişmiş insan, tecrübe, bilgi, dirayet, siyaset… ister.
Tâliban eksik olan nitelikleri yüzünden bocalayınca, çeşitli sebeplerle binlerce kişi ülkeyi terk etmek için canını tehlikeye atınca, bunları ülkede tutabilmek ve farklılığa müsamaha göstererek halkın tamamına kol kanat germe, güven verme konusunda, gayret ediyorsa da yetersiz olunca ve şimdilik başarılı olamayınca bu defa başta Rusya ve Çin olmak üzere sömürücü “sözde gelişmiş” ülkeler, bu jeo-stratejik ve ekonomik önemi büyük olan ülkeye silahsız olarak hâkim olmanın, çökmenin yollarını aramaya koyuldular.
Peki İslâm ülkelerinden ne haber?!
Afganistan devleti ve halkının menfaatini ön planda tutarak derhal harekete geçmeleri; âlimleri, kanaat önderleri, devlet yöneticileri, sivil toplum örgütleri, iş adamları… olarak vakit geçirmeden Afganistan ile sıcak ilişkiler kurmaları, Tâliban’ın başarılı olabilmesi, halkı bir arada tutabilmesi, ülkeden kaçışı engellemesi, hayat tarzı ve dünya görüşü farklı olan insanlara da hayat hakkı tanıması, silahlı işgal ve iç savaş belasından kurtulup üstü örtülü işgal tuzağına düşmemesi, acil-hayatî ihtiyaçlarını gecikmeden temin etmesi… için gerekli yardımı yapmaları… icap etmez miydi?
Siyasileri dinliyoruz.
“Bekle gör” siyasetine karar vermiş görünüyorlar.
Beklemeyi gerektirmeyen ihtiyaçlar, yapılması gereken şeyler yok mu? Siz beklerken gerekeni önceden görüp kötü niyetle sizi sollayanların yaptıklarını görmüyor musunuz?
Yangın sönsün diye mi beklenir, söndürmeye mi koşulur?!
Fertler ve toplumlar karagün dostlarını unutmazlar; ey Müslümanlar, ey İslâm ülkeleri siz Afganistan’ın karagün dostu olmayacaksınız da Rusya, ABD, Çin. vb. mi olacak!?
Gelin “Basra harap olmadan” imdada yetişelim, bu barış günlerinde toparlanmak için yapılacak yardımlar belki de savaş günlerinde yapılacak yardımlardan daha önemlidir; unutmayalım.
Tâliban “İslâm Emirliği” kurmak istiyor. Mezhep olarak Hanefî-Mâtürîdîliği benimsemişler. Dünya, İslâm’ı karalamak ve düşmanlarını çoğaltmak için her fırsatı değerlendiriyor. İslâm âlimleri, çeşitli platformlarda Afganistan âlimleri ile bir araya gelerek istişare edebilirler; çağımızda bir İslâmî devletin, tek mezhep taassubunu aşarak nasıl olabileceği konusunda fikir ve bilgi alış-verişinde bulunabilirler; âlimler de mi bekle gör siyaseti izliyorlar?!
Kaynak / Yeni Şafak Yazısı