Hayrettin Karaman - Tefrika ve tekfir (gavur oldun demek) ümmetin başına belâdır (2) 10 Tem 2022

Hayrettin Karaman - Tefrika ve tekfir (gavur oldun demek) ümmetin başına belâdır (2) 10 Tem 2022

Hayrettin Karaman - Tefrika ve tekfir (gavur oldun demek) ümmetin başına belâdır (2) 10 Tem 2022


Bayram mesajı olarak aşağıdaki dörtlükle yetinip geçen pazarın yazısının devamını vereceğim.

Nefis azgın bir koçtur onu Hakk’a kurban et

Hakka kulluk, emmâre nefsine de isyan et

İrci’î emrin alıp Hakk’a koşan kullara

Katılmak için dersi ilim edeb irfan et

Tartışma

El-Kubeybî söze başladı, bir girişten sonra Muhammed b. Abdulvehhâb’ın (1703-1792) insanları davet ettiği inancı açıkladı; özet olarak şöyle diyordu: İnsanlar İslâm öncesine dönmüşlerdi, putlara tapıyor, haramları helal sayıyorlardı… Muhammed b. Abdulvehhab işte bu durum ile mücadele etmeye kendini adadı…

Tartışma böyle başladı, aşağıda İbn İdris için (A), Kubeybî için (K) harflerini kullanarak özetini vereceğim:

A: Sözün doğrusu, o değil, şudur: İnsanlar bahsedilen duruma düşünce Allah, Elçisi Muhammed’i (s.a.) gönderdi, insanları şirkten ve cehaletten kurtaran, peygamberlik vazifesini yüklenen, İslâm’ı anlatan ve öğreten O’dur.

K: Muhammed b. Abdulvehhab İslâm müceddididir.

A: Biz onun değerini inkar etmiyoruz, bazı bid’atları ve uydurmaları ortadan kaldırdı, fakat onun davet ve davasına aşırılık ve şu yanlışlar da girdi: Allah’tan başkası ile ilgili bazı inançlarından dolayı Müslümanları delile dayanmaksızın kâfir ilan etmek, canlarını ve mallarını helâl saymak…

K: O ne yaptıysa doğrudur.

A: O da bir âlimdir, her âlim gibi hata da eder, isabet de eder; hatasızlık günahsızlık peygamberlere mahsustur, o, ilmî hatasından ecir alır, ama siz onu taklit edemezsiniz, ederseniz sorumlu olursunuz.

K: Şirk bütün İslâm âlemini sardı, bunu herkes biliyor, İbn Abdulvehhab dini tecdid etmeseydi insanlar küfrün karanlıklarında kalacaklardı.

A: Allah esirgesin, ben Mekke’de Muhammed b. Abdulvehhab’ın oğulları Abdullah, Hüseyin ve Süleyman ile tanıştım, Suud b. Abdulaziz’i de tanıdım, bunlar âlim kişilerdi ve inançları seninkinden farklı idi. Sen, elinde sağlam bilgi ve delil olmaksızın bütün ümmeti şirk ile itham edemezsin, Muhammed ümmetini böyle aşağılayamazsın, sözlerini şeriat terazisinde tartarak konuş!

K: Yemen’deki bunca türbe ve ziyaret yerleri, orada yatanlar hakkındaki inancın (şirkin) delilidir.

A: Evet, cahil Müslümanların cehaletleri yüzünden şirke düştükleri olmuştur; ama İslâm dünyasında her zaman ve her yerde hakkı, hakikati bilen, insanları irşad eden âlimler bulunmuş ve bunlar vazifelerini yapmışlardır. Bütün ümmeti şirk ile itham edemezsin. Mümine kâfir diyen kâfir olur.

K: Sen iki dini (hak din ile batıl dini) birbirinden ayırmıyorsun!

A: “Lâ ilâhe illallah” iki dini birbirinden ayırmaya yeter. Sen çölde yaşayan bir bedevi olduğun için hakaretine katlanacağım; bedeviler Peygamberimiz’e bile edep dışı davranmışlardı.

K: Sen Muhyiddin b. Arabî’nin inancını (mezhebini) benimsiyorsun, o vahdet-i vücuda inanıyordu, Âdem’e secde etmeyen İblis’i haklı görüyordu. Birçok âlim onun ve onun gibi inananların kâfir olduğuna hükmetmişlerdir.

A: İbn Arabî’nin yaşadığı zaman ile senin zamanın arasında beş yüz yıldan fazla ara var, o, sana bu sözleri söyledi mi ki, Allah’ın haram kıldığı bir şeyi yaparak bir mümini tekfir ediyorsun. Biz İbn Arabî’nin Müslüman olduğunu kesin olarak biliyoruz; bundan dönmemiz için aynı kesinlikte delil gerekir. Sen de onun aleyhinde atıp tutmaktan vazgeç!

K: Bu inanç onun kitaplarında açıkça anlatılmış?

A: Bu sözlerin ona ait olduğunu, ona mal edilmediğini nereden biliyorsun? Sen bu sözleri başka türlü yorumlamaktan ve anlamaktan aciz isen “Bu sözler küfrü gerektirir” diyebilirsin, ama İbn Arabi için kâfir diyemezsin; çünkü bunu hiçbir yoldan kesin olarak bilme imkânın yoktur. Sen hakikati bilsen bu konulara girmezdin; çünkü sen bu konuların adamı değilsin.

K: Ey Ahmed, senin de adamların el ve ayaklarını öpüyorlar, ancak Allah’a gösterilecek saygıyı sana gösteriyorlar, işte bu da şirkin ta kendisidir; birine karşı bu ölçüde küçülme bir çeşit ibadettir ve yaratılmışa ibadet edilemez.

A: Eğer sen Muhammedî şeriata göre hareket ediyorsan şimdi beni dinle… (İbn İdrîs burada birçok ayet ve hadis zikrederek âlimlere saygı göstermenin, büyüklerin el ve ayaklarını öpmenin caiz, edep gereği olduğunu ve Peygamberimiz’in bilgisi dâhilinde uygulandığını, ibadet ile büyüklere saygının farklı şeyler olduğunu anlatıyor ve “Bütün bunlara rağmen çevremizde dine ve ahlâka aykırı bir şey görürsek buna sükût etmeyiz, gereken tedbiri alır engelleriz” diyor.)

K: Bize göre bunlar şirktir!

A: Senin itikadına göre bizim şirk koşmuş olmamızın bize zararı yoktur. Allah ile aramızdaki duruma gelince bizim ayağımız tevhid üzerinde sabittir ve kımıldamaz. Siz bazı kısaltılmış kitapları okuyor, ezberliyor, ilim ve din bundan ibarettir sanıyorsunuz. Kendinizi bu dar kalıplara sokup kapatmasaydınız, başkalarının okuduklarını okuyup anlayabilseydiniz siz de gerçekleri bilirdiniz.

K: Sen Kur’ân-ı Kerim’i, Arapça’nın müsait olmadığı manalara çekiyor, sözün zahirine, lügat manasına aykırı tefsirler yapıyorsun. Bu da Kur’ân’ı tahrif demektir.

A: Bizi bundan Allah esirgesin! Biz asla âyetlerin lügat manasını, zahirini, (sözün lügat manasını) sözden dili bilenlerin ilk duymada anladıklarını ihmal etmeyiz; bunu ihmal edenler, sözün zahir manasını hakkıyla değerlendirmeyenler, batın (iç, öz) mana diyerek sözü hiçbir şekilde delalet etmeyeceği manalara çekenler, kapıdan geçmedikleri halde evin ortasında olduklarını iddia edenler gibidir. Ama biz, sözün zahirinden başka, ona aykırı olmayan, onun çekilebileceği batını bulunduğunu, herkesin idrak edemeyeceği bir takım derin manalara, sırlara işaretler ihtiva ettiğini de kabul ederiz. Bunları keşfedebilmek için tasavvuf eğitimi almak, seyir, süluk ve çile çekerek belli bir olgunluğa ulaşmak gerekir. Buna dair de hadisler vardır.

K: Sen öğle namazını uzatarak ikindinin vaktini daraltıyorsun, akşam namazında da bunu yapıyorsun!

A: Biz namaza vaktinde başlıyoruz, farkında olmadan namaz uzuyor ise bu namazı geçirmek veya vakti daraltmak değil, hep namazda olmaktır. (Şeyh İbn İdrîs burada, Peygamberimiz’den (s.a.) ve Hz. Ebu Bekir’den bu uygulamaya uyan örnekler naklediyor.) Kubeybî’nin, “İmam olduğunuzda namazı hafif tutun” hadisini ileri sürerek yaptığı itiraza da “Hafif tutmak görecedir, benim cemaatime göre hafif olan, başkalarına ağır gelebilir” cevabını veriyor.

Bu noktada Kubeybî susuyor…

Bir yazılık daha devamı var.