HAYRETTİN KARAMAN - TASAVVUF...

HAYRETTİN KARAMAN - TASAVVUF...

HAYRETTİN KARAMAN - TASAVVUF...


Soru

Tasavvufun İslâmîliği öteden beri tartışılıyor, siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Cevap

Tasavvuf camiasının ortaya koyduğu bilgi ve dinî davranış, camianın dışında olanlara yabancı gelmeye başladığı günlerden beri tasavvufun İslâm’daki yeri tartışılmıştır. Tasavvufa kelâm ve fıkıh penceresinden bakanlar -farklı anlama, yorumlama ve uzlaştırma usullerine bağlı olarak- iki guruba ayrılmışlardır:

Bir gruba göre tasavvufun getirdiği farklı dinî bilgiler hatalıdır, yabancıdır ve İslâm dışıdır, dinî davranışlar da bid’attır; dinin aslında bulunmadığı halde ona sokulmuş eklerdir, katkılardır, temizlenmesi gerekir.

Diğer guruba göre bu bilgi, inanç ve davranışlar ikiye ayrılır:

1) Kitap ve Sünnet’in naslarıyla çatışmayanlar halis kullukların, ibadetlerin bereketli ürünleri sayılırlar, İslâm irfanına zenginlik katarlar.

2) İlk bakışta Kitap ve Sünnet’in nasları (zahiri) ile çatışır gözükenler de ikiye ayrılır:

a) Beyan ettikleri itikat ve ortaya koydukları ibadet ve amel bakımından Müslüman, âlim, kâmil oldukları zahir bulunan sofilerden zuhur edenler ancak dış görünüşleri itibariyle zahire aykırı olabilirler; gerçeği araştırıldığı zaman ya bunların zahirlerinin kastedilmediği, dil yetersizliği yüzünden eksik ifade edildikleri ve yanlış anlaşıldıkları ortaya çıkacak yahut da sofilere ait hususi haller (sekr, manevi sarhoşluk) içinde söylendikleri için keşif hatası (kalp gözü ile görülenlerin yanlış anlaşılması, değerlendirilmesi ve ifade edilmesi) olarak kabul edileceklerdir.

b) Beyan ettikleri veya bilinen inançları, davranışları bozuk, sapık, din dışı olanlardan zuhur eden ve tasavvufa sokulan, tasavvuf kalıpları içinde ifade edilenler ise erbabı tarafından tespit edilip ayıklanacak, bunlarla İslâm’ın saflığının bozulmasına, Müslümanların doğrudan sapmasına meydan verilmeyecektir.

Gerçek tasavvuf hareketinin iki amacı vardır:

1. Nefsin tezkiyesi yoluyla has kulluğa ve kâmil ahlaka ulaşmak,

2. Buna ek olarak kalbin tasfiyesi yoluyla gerçek tevhide, kesin bilgiye (yakîn), gayb âleminin ve ledünnî bilginin keşfini elde etmek.

Bu iki amacın dine aykırılığından, İslâm dışılığından bahsetmek mümkün değildir. Ancak bu iki hedefe, dinin zahirini ihmal ederek, inanç, ibadet gibi dinî sınırlar çerçevesini (yani şeriatı) aşarak varmak da mümkün değildir. Gerçek sofilere göre tarikat ve hakikat şeriatın hâdimleridir, sofinin Müslümanlığı ile avamın Müslümanlığı ilmihal çerçevesinde davranış bakımından farklı olamaz; fark dış ile için, zahir ile bâtının, suret ile hakikatin birlikte, beraber, tam olarak bulunup bulunmamasındadır.

Her mümin, ya kâmil ve ehliyetli bir mürşidin terbiyesinde yahut da -sahtesi gerçeğinden daha çok olduğu ve birbirinden ayırt edilmesi de güç bulunduğundan kâmil mürşid bulunamayınca- iyi niyet ve samimiyetle ibadetlerine devam ederek ve Resulullah’ın (s.a.) siyretini –elinden geldiği kadar– kendisine örnek alarak Müslümanlığını “ihsan” mertebesine çıkarmaya çalışmalıdır. Bu mertebeye doğru tırmandıkça imanda sarsılmazlık, irfanda zenginlik ve derinlik, ahlakta kemâl, nefiste hakka teslimiyet hâsıl olacak, gözün ve kalbin perdeleri açılacaktır. Ancak ihsan mertebesinin basamakları sonsuz olduğundan bu cehdin, çabanın ve tırmanışın da sonu yoktur, ömür boyu devam edecektir. Sona vardığını ve cehde (ibadetlere) gerek kalmadığını zannedenler ve söyleyenler nefislerinin esiri ve şeytanın müritleridirler.

Tasavvufun yabancı kültürlerden, felsefelerden ve başka dinlerden alındığı iddiası da belli bir tarihten sonra ortaya atılmıştır.

Yukarıda açıklamaya çalıştığım İslâm tasavvufunun amacı ve bu amaca ulaşmak için yapılanlar İslâm’a aittir, başka bir kaynaktan alınmış değildir.

Bilgi ve düşünce tarafına gelince bazı mutasavvıfların eserlerinde bu etkilenme, hatta iktibaslar görülmektedir; ama bu vakıa, İslâm tasavvufunun yabancı kaynaklı olduğunu ispat etmez.

Kelâm ilmi de kökü, doğuşu, kaynakları, usulü bakımından İslâm’a aittir, ancak kelâmcıların da mücadele ettikleri veya bir şekilde muttali oldukları düşünce, yöntem ve felsefelerden istifade ettikleri olmuştur; buradan hareketle kelamın yabancı kaynaklı olduğu iddia edilemez, edilirse ispat edilemez.