Hayrettin KARAMAN - Müminin hayatında dünya-ahiret dengesi - 17 Ekim 2021

Hayrettin KARAMAN - Müminin hayatında dünya-ahiret dengesi - 17 Ekim 2021

Hayrettin KARAMAN - Müminin hayatında dünya-ahiret dengesi - 17 Ekim 2021


Geçen haftadan kalan iki soru vardı, bu soruların da algı oluşturmaya yönelik olduğunu anladım; çünkü bunlara birden fazla defa cevap vermiş, gerekli açıklamaları yapmıştım. Bu sebeple bir başka soruya cevap vermeye çalışacağım.

Soru

Hocam ben dâhiliye uzmanlığı için asistanlık sürecinde olan biriyim. İbadetlerimi yapan, uygun zaman olduğunda Kur’an okumaya çalışan birisiyim. Son zamanlarda nöbetler, iş yoğunluğu derken yaptığım iş dolayısıyla kendimi çok dünyalık konularla meşgul oluyor gibi hissediyorum. Bu da içimde “Acaba bu şekilde bir meslek seçerek yoğun bir hayatım geçecek ve ahiret hayatım için daha müsait vaktimin olduğu bir meslek ya da pratisyen hekimlik-aile hekimliği gibi iş yükünün daha az ve çalışma saatlerinin düzenli olduğu bölümlerde olmam uygun mu olurdu?” diye düşünmeye sevk ediyor.

Aslında bölümümü seviyorum, bana uygun bir branş olduğunu düşünüyorum. İnsanlara faydalı olmak da beni tatmin eden bir duygu. Fakat yoğunluk dolayısıyla bazen sadece farzları yerine getirmek ve gün boyunca Kur’an okuyamamak ya da zikir ile meşgul olamamaktan dolayı “Yanlış bir yolda mıyım?” diye düşünmeye başladım.

Bir diğer sebep de iyi niyetli olarak, insanlara faydalı olmak düşüncesi ile mesleğimi yapsam bile yaptığım işin karşılığı olarak maddi bir kazanç sağladığım için bu niyetimden ecir kazanamam düşüncesi oldu.

Tüm bu düşünceler içinde şunu sormak istiyorum;

Hocam ahiret hayatımız için dünyada bu şekilde yoğun olduğumuz, bizi nafile ibadetlerden alıkoyan işlerde olmak boş bir uğraş mıdır? Bunu öğrenmek ve öğütlerinizi istiyorum hocam.

Cevap

Kur’an-ı Kerim öncelikle amel etmek (dediklerini hayatımızda uygulamak) için okunur. Okumaya vadedilen sevap da bunu teşvik içindir; yani “okuyun, öğrenin, dediklerimi yapın ki Allah’ın rızasına eresiniz” demektir. Anlama ve amel olmaksızın Kur’an okumanın bu maksadı elde etmeye yetmeyeceği açıktır.

Zikir Allah’ı unutmamaktır. Allah’ı unutmamanın bir şekli de her ne yaparsak yapalım bunun, Allah’ın emirlerine, talimatına uygun olduğu, eğer uygun olmasaydı yapmayacağımız bilinci içinde olmaktır.

Nur suresinin (24) 37. âyetinde “alışveriş, ticaret vb.’nin Allah’ı anmaktan alıkoyamadığı kişiler övülüyor ve onlara verilecek büyük ödülden söz ediliyor.” Kur’an Yolu isimli tefsirimizde bu âyetin açıklamasını şöyle noktalamışız:

“İnsanların çoğu, fâni olan imtihan dünyasında ticarete, zanaata, zevk ve safaya dalarak Allah’ı unuturlar, namazları vaktinde kılmazlar, mala düşkünlükleri sebebiyle zekâtı ya hiç vermezler yahut da eksik verirler. Bunlar imtihan için verilmiş, âdeta imtihan sorusuna benzeyen dünya malına ve menfaatine aldanarak servet ve nimet imtihanını kaybeden gafillerdir. Allah’ın örnek gösterdiği, övdüğü, yaptıklarının karşılığını fazlasıyla vereceği, ayrıca karşılığı olmayan hesapsız lütuflarda bulunacağı kulları ise dünya-âhiret dengesini iyi kuranlar, ebedîyi fâniye, devamlıyı geçiciye, değerliyi değersize değişmeyenlerdir.

Mutasavvıflar bu âyetten “fenâ” dedikleri hal için bir delil çıkarmışlar ve ‘Allah’ta fâni olanlarda âdeta bir çifte şuur oluşur; dışa, dünya işlerine, mâsivâ ile ilişkiye ait olan şuur, devamlı Allah ile meşgul ve O’na mahsus bulunan şuura perde olmaz’ demişlerdir.”

HER HÂLİ İBADETE DÖNÜŞTÜRMEK

Bana bir dostum güzel yazılmış bir levha hediye etmişti. Levhada müminin övgüye layık hâli şöyle ifade edilmişti:

“El kârda gönül yârda”.

Levhanın arkasında da bu sözün hayatında gerçekleştiği bir genç ile onun zıddı anlatılıyordu:

Kalb gözü açık bir zat pazarda dolaşırken işiyle (alışverişiyle) çok meşgul bir genç görüyor, içinden “Yazık, bu güzel yaşta ömrünün tamamını dünya işine vermiş” diyor, bir de kalb gözü ile bakıyor ki, genç bir an bile Allah’ı unutmadan (zikrederek) işini yapıyor. Sonra hacca gidiyor, tavaf esnasında yaşlı bir zat dikkatini çekiyor ve dış görünüşündeki teslimiyete imreniyor, bir de iç dünyasına bakıyor ki, adam yaptığının farkında bile değil, memleketinde bıraktığı işleri düşünüyor ve onları yaşıyor.

Bu konuda bir mürşidin şu sözü de meşhurdur:

“Pîş-i menî der Yemenî

Der Yemenî pîş-i menî”

Yani:

Yanımdasın Yemen’desin

Yemen’desin yanımdasın”.

Bir Müslüman meşru işinden ücret ve maaş alır, ahiret için sevaba ihtiyacımız olduğu gibi dünya için de ihtiyacımızı karşılayacak, hatta mâlî ibadet yapacak, geniş çerçeveli nafaka borcumuzu eda edecek… paraya, mala ihtiyacımız vardır. Helal-haram çizgisine riayet ederek meşru işleri yapan, bu işleri güzel ve düzgün yapan, mecbur olduğu, ücretinin karşılığı olanı da alan, bütün bunları yaparken Allah’ın rızasını gözeten, ibadetlerini (duruma göre farz ve vacipleri) aksatmayan kimse maksadı itibariyle “Kur’an okuyor ve zikir yapıyor” demektir.

Nice Kur’an okuyan vardır ki, okurken bile aklı-fikri başka yerde ve ameli Kur’an’a ters olduğu için Kur’an ondan şikâyetçidir.

Kaynak / Yeni Şafak Gazetesi