Çeşitli istatistikler var; bir kısmı taraflı, siyaset karışmış, abartılı, bir kısmı daha güvenilir görünüyor. Birçok ciddi araştırma yaklaşık olarak dünyada bir milyar, Türkiye’de bir milyon insanın açlık sınırı altında yaşadığını söylüyor.
Dünyada ekonomik gücün yüzde sekseninin nüfusun yüzde yirmisine ait olduğu da tespitler arasında.
Dünyada zenginler açlık meselesini dert etselerdi hiçbir yerde aç ve açık kalmazdı, zenginlerin de servetinden deryada bir avuç kadar bile eksilme olmazdı.
İslam normal ve meşru ihtiyaçların karşılamaktan aciz olanların nafakasını öncelikle durumu müsait olan yakınlara (erkeklere) yüklüyor. Bir aile ihtiyaçlarını tamamlayınca sıra, muhtaç olan yakınlara yardım etmeye geliyor. Yakınlarda da muhtaç yoksa komşudan başlayarak halka halka uzanan yardım yükümlüğü ümmeti ve ümmet coğrafyasını da aşarak bütün dünya insanlarına kadar ulaşıyor.
“Kenar-ı Dicle’de bir kurt aşırsa bir koyunu
Gelir de adl-i ilâhî sorar Ömer’den onu”
Bu anlayışa göre dini, dili, rengi ne olursa olsun elinde imkanı olan Müslüman, muhtacın yardımına koşacaktır.
Geçmiş zamanlarda İslam’ın nafaka sisteminden başka İslam toplumundaki zekat uygulaması, hayır kurum ve kuruluşları yardımsever insanlar açlık problemine önemli ölçüde çare olmuşlardır. Günümüzde bu sistemin, uygulama (amel) kusuru yüzünden yetersiz hale geldiği görülmektedir.
Yapılan araştırmalar ülkemizde zekatla yükümlü olanların oldukça azının bu önemli dini vazifeyi yerine getirdiğini göstermektedir.
2015 yılında İSAV’ın yaptığı zekat potansiyeli araştırmasına bir tebliğ sunan Sayın Ahmet Tabakoğlu, potansiyeli ve tam ödeme olsa hasıl edeceği sonucu şöyle ifade ediyor:
“Farzı muhal olarak 2015 yılına ait zekât potansiyelinin (80 milyar TL) sarf yerlerine dağıtılmak üzerine toplandığı düşünüldüğünde sürekli yoksul bulunan - toplam 12 milyon kişiden 4 kişilik ailelerden meydana gelen -3 milyon aileye asgarî ücret miktarında (1.300) aylık olarak bir dağıtım gerçekleşse bir yılda 46,8 milyar lira tutacaktır. Geriye kalan sarf yerlerine de potansiyel zekâtın neredeyse yarısı diğer sınıflara kalmaktadır.” (s. 930).
Şu halde ülkemizde zekatla yükümlü olanların önemli bir kısmı zekat vermiyor, verenlerin bir kısmı da bir çaresini (belki fetvasını) bularak asgarisini ödüyor.
Zekatını tam ödeyenlerin ödemeleri ise yaraya merhem olmuyor.
Şimdi zekatını hiç ödemeyen, eksik ödeyen ve zekatını tam ödese bile çevresinde aç ve açıkların bulunduğunu gören ve fakat zekatını verdiği için başkaca bir sorumluluğunun olmadığı inancı ile rahat eden kimselere Kur’an ne demiş, âlimler nasıl yorumlar yapmışlar; buna bakalım:
Ey iman edenler! Bilin ki Yahudi din bilginlerinin ve Hıristiyan din adamlarının birçoğu halkın mallarını haksızlıkla yerler ve Allah yolundan alıkoyarlar. Altın gümüş biriktirip Allah yolunda harcamayanları elem veren bir azapla müjdele! /O gün bunlar cehennem ateşinde kızdırılıp onların alınları, böğürleri ve sırtları dağlanacak: İşte yalnız kendiniz için toplayıp sakladıklarınız; tadın şimdi biriktirip sakladıklarınızı! (Tevbe:9/34-35).
Bu âyetleri genişçe açıklayan Kurtubî’nin Tefsirinden bir özet yapayım:
“Altın ve gümüş biriktirmekten (kenz) maksat her çeşit serveti biriktirmektir. Biriken servetin zekatını tam olarak vermeyenler bu âyetin ifade ettiği elim azaba dûçâr olacaklardır.
Sahâbeden Ebu Zer, kişinin şahsi-ailevi ihtiyacı dışında serveti olamayacağı, olursa ahirette cezası ağır olan “serveti biriktirenler”den olacağı yorumunu yapmıştır. Kurtubî bu yorumu “olağan dışı hallerde yoksulluğun, açlık ve zaruri ihtiyaçların yaygın hale geldiği zamanlara ait olarak sınırlamıştır.” (C. 10, s. 186).
Bugün dünyadaki açlık ve ülkemizdeki yoksulluk rakamları göz önüne alındığında “olağan dışı…” halleri yaşadığımızda şüphe yoktur.
Servetin zekatı tam olarak verilse dahi hala ihtiyaç sahipleri var ise servet sahiplerinin sorumluluğu nedir?
Benim de anlayışlarına katıldığım bir kısım âlimlere göre aç ve açık kalmayıncaya kadar kırkta bire ek olarak servetten sarf edilecektir.
Sorumluluk duygusuna sahip bir kısım servet sahipleri bunu yapar, diğerleri yapmaz ise veren zenginler de yoksul hale gelirler ve maksat hâsıl olmaz. Takva sahibi zenginlerin yapacağı şey, zekatı tam vermek, bundan sonra da ihtiyaç devam ettiği sürece –iş, üretim, sosyoekonomik ihtiyaçların gerektirdiği kadar serveti muhafaza edip geri kalanı vermeye devam etmektir.
Şu halde hem devletin hem sivil toplumun zekat potansiyelinin azamisinin ödenmesini sağlamak üzere organize çalışmaları gerekmektedir. Devlet laik olduğu için bunu yapamıyorsa mevzuatına göre yoksulluğa çare olarak kendine düşeni tam yapmalı geriye kalanı da sivil toplum üstlenmelidir.
Biraz da zekattan söz edelim:
Milyarlarca liralık serveti olan iş adamlarının zekat veren kısmına şunu hatırlatmak isterim:
Bu iş ve ticaret adamlarının borcu ve alacağı hiç bitmez. Eğer borcu matrahtan düşerlerse ya hiç zekat vermezler veya devede kulak verirler.
Alacağın ve borcun zekatı konusunda nas (ayet ve hadis) yoktur.
Fıkıh âlimlerinin yorumları ve görüşleri vardır, onlar da ittifak etmiş değildirler.
Doğru olanı şu kuralı uygulamaktır:
Para ve zekatlık servet kimim mülkiyetinde ve elinin altında, tasarrufuna açık ise zekatını o verir.
Borcun mu var, ödemediğin sürece o senin mülkiyetinde, ondan sen yararlanıyorsun, zekatını da vereceksin. Alacağın mı var, o da kimde ise onun mülkiyetinde, o yararlanıyor, zekatını o verecek.
Ticari sermaye para olsun mal olsun hicri yıl doldukça mevcudun zekatı yüzde iki buçuk olarak verilecektir.
Fabrikanız var veya gelir getiren akar vb.’niz var ise bunların gelirlerinin zekatı, zirai ürünlerin zekatı gibidir, öşürdür; brütün yüzde beşidir. Kural olarak bu gelirlerde yıllanma şartı yoktur. Üretim alınınca zekatı borç olur. Zekatı yılda bir kere ödenecekse hesap da buna göre yapılır; yani yıl boyunca yapılan üretimin toplamının yüzde beşi zekat olarak verilecektir.
Mal sahibi mülk sahibi
Hani bunun ilk sahibi
Mal da yalan mülk de yalan
Var biraz da sen oyalan.
Cemiyet hayatında oyalanmanın bir kısmı zaruridir, ama servetin borcu ödenmezse başa bela olmuş demektir.