Birçok insan “Müminler kardeştir” cümlesini kuruyor da bu sözün ne manaya geldiği üzerinde yeterince düşünüp gereğini yerine getirmeye sıra gelince gaflete düşüyor.
Müminlerin kardeş olması, gerektiğinde akraba olmadıkları halde birbirine vâris olmaya kadar varabiliyor; nitekim Hicret’in ilk yıllarında durum bunu gerekli kıldığı için Peygamberimiz (s.a.) tarafından uygulanmıştı.
Yoksul din kardeşlerimize Ramazan Bayramı’nda bayram günü fitre, Kurban Bayramı’nda da kurban eti veriyoruz; veriyoruz ki, bayram günü herkes zorunlu ihtiyacını gidersin, herkesin sofrası donansın, bayram sevinci ümmet ölçeğinde paylaşılsın.
Oruç ve teravih gibi nafile/sünnet ibadetler nasıl yalnızca Ramazan’a mahsus olmamalı, yılın bütün günlerinde devam etmeli ise, mümin kardeşlerimizin, hatta vatandaşlarımız (ehl-i zimmet) olan gayrimüslimlerin de temel ihtiyaçlarının giderilmesi yalnız bayram günlerine mahsus olmamalı, yılın bütününde devam etmelidir; bu gerekli olduğunda; yani buna ihtiyaç bulunduğunda farz-ı kifâyedir, toklar var iken aç yatan müminler günü geldiğinde sorguya çekileceklerdir.
Bu farz-ı kifâyenin yerine gelmesi ve ümmetin sorumluluktan kurtulması için bir çare teklif ediyorum (bunu daha önce de yapmıştım, ısrar ediyorum): Temel ihtiyaçlarını temin ettikten sonra artan, fazla olan malı, parası, ihtiyaç maddesi olan her mümin aile, ihtiyacı olan bir aileyi “kardeş aile” olarak seçecek, bu ailenin, geliri ile karşılayamadığı temel ihtiyaçlarını karşılayacaktır.
Hiç de zor olmayan bu uygulama ülkemizde ve İslam dünyasında hayata geçse hâsıl olacak sonuç gerçek manada kardeşliğin tahakkuku, sevgi, dayanışma, güvenlik, suçların azalması… olacaktır.
“Zekâtı veriyoruz, bundan başka yükümlülüğümüz yok, sorumlu olmayı da nereden çıkardınız?” diyenler olursa cevabımı Kurtubî’nin tefsirinden vereyim (Bakara suresinin 177 ve 220. âyetlerinin tefsirine bakınız):
Allah Teâlâ 220. âyette “Sana neyi infak edeceklerini soruyorlar, ‘ihtiyacınızdan artanı” diye cevap ver” buyuruyor. Bazı âlimler “zekât âyetleri gelince ve zekât uygulaması başlayınca bu âyet yürürlükten kaldırıldı” diyorlarsa da, ihtiyaç devam ettiği ve zekât ile karşılanamadığı sürece bu âyetin ve “Malınızda zekâttan başka da hak vardır” mealindeki hadisin hükmü yürürlükte oluyor.
Kurtubî şöyle diyor: “Malını sevdiği ve ona bağlılığı bulunduğu halde onu, Allah rızası için veren” mealindeki âyetler (Bakara:220, İnsan: 8) zekât dışındaki infaka delalet eder. Âlimler şu hükümde ittifak etmişlerdir: Zekât verildiği halde Müslümanların ihtiyaçları karşılanamaz hale gelirse bu ihtiyacı karşılayacak ölçüde malın verilmesi farz olur. İmam Malik’e göre, Müslüman esirlerin fidyesini ödeyerek onları kurtarmak, Müslümanların bütün mal varlıklarını alıp götürse bile bunu yapmak farzdır.
Bir hadis mealine göre “Yoksullukla imtihan, insanı küfrün sınırına kadar getirir”. Din kardeşlerimizi bu ölçüde sıkıntıya düşüren ihtiyaçları var iken ihtiyaç fazlası malın saklanması/biriktirilmesi nasıl caiz olur!? Öte yandan yeterince insan bu vazifeyi yerine getirmezse bir kısmının yapması maksadı hâsıl etmediği gibi onları da yoksul hale getirir.
Çare “kardeş aile” uygulamasıdır. Her imkân sahibi, bir ihtiyaç sahibi aileyi himayesine aldığında yük geniş ölçüde paylaşılacağı için taşınması kolaylaşır ve maksat da hâsıl olur. Herkes yakınında bulunan veya yakından tanıdığı aileyi himaye der, ihtiyacı karşılanan aile ikinci bir teklifi kabul etmez ve başkasına yönlendirir; böylece bütün toplumda gerçek manada kardeşliğin nimet ve rahmeti tecelli eder.
Bu yazıyı ve benzerlerini daha önce yazmıştım.
Şimdi bir teklif sunuyorum:
Ensar, MÜSİAD, İGİAD, İHH, Yeryüzü Doktorları gibi yoksulluğa çare arayan STK temsilcileri bir araya gelerek bir platform oluşturacaklar. Bu oluşum şunu yapacak: Üyeleri vasıtasıyla en küçük yerleşim yerlerine dağılıp tarama yapacaklar, ihtiyaç fazlası olan ve ihtiyacı olan aileleri tespit edecek ve bilgisayara geçirecekler, sonra bunları eşleştirmek (kardeş aile oluşturmak için) sıcak temas kuracaklar, aileler arasındaki kardeşlik ilişkisinin bilinmesi zorunlu sınırı geçmeyecek.
Haydin ibadete, haydin cennete!