HAYRETTİN KARAMAN - “İSLÂM’DA KADIN” BİLGİSİNİN USULÜ VE KAYNAKLARI...

HAYRETTİN KARAMAN - “İSLÂM’DA KADIN” BİLGİSİNİN USULÜ VE KAYNAKLARI...

HAYRETTİN KARAMAN - “İSLÂM’DA KADIN” BİLGİSİNİN USULÜ VE KAYNAKLARI...


Gelenekçi, modernist veya post-modernist eğilimli Müslümanlar ile İslâm’a dıştan bakanların “İslâm’da kadın” anlayış ve bilgileri önemli (bir arada olamaz, karşıt) farklılıklar arz etmektedir. Konuya iyi niyetle yaklaşanları bu denli farklı/ihtilaflı anlayışlar içine sokan, kimi zaman çıkmaz yollara saptıran amillerin başında bilgi kaynağının, metodolojinin, araştırmacının içinde bulunduğu sosyo-psikolojik şartların/şartlanmışlıkların bulunduğunu düşünüyorum; bu sebeple doğru bilgiye ulaşmanın kaynakları, usulü ve engelleri üzerine düşündüklerimi aşağıda satırlara dökmek istiyorum:

1. Bir konuda “İslâm ne diyor?” sorusunun cevabını alabilmek için başvurulması gereken ilk kaynak, şüphesiz Kur’an-ı Kerim’dir. Bu ilahi rehberden doğru bilgi almamızı engelleyen iki amil vardır: Ehliyet ve usul.

Müslümanın Kitabı’nı okuyup anlaması ve hayatında uygulaması için gerekli olanın yanında gerekli olmayan şartlar da uydurulmuş, bu güç şartları sıradan Müslümanın gerçekleştirmesi mümkün olmadığından Kitab yalnızca sevap kazanmak, ölülerin ruhuna bağışlanmak, ibadet yapmak... için okunur olmuştur. Halbuki fetva vermek için değil ise de Allah ile doğrudan yakın ilişki kurmak, bir mânâda konuşmak ve O’nun hitabını hayatının düsturu haline getirmek için her Müslüman, her dilde (çeviride) Kur’an-ı Kerim’i okuyabilir, üzerinde düşünebilir, kendine gerekli olan birçok yerini anlayabilir ve böyle de yapmalıdır.

İlâhî Kitabı âlimane (müctehidce) okumak, anlamak ve buradan bilgi üreterek fert ve toplumun ihtiyacına sunmak için şüphesiz daha fazla hazırlayıcı bilgilere, zekaya ve doğru bir usule ihtiyaç vardır. Bunu da belli bir çağa ait kılmak ve belli şahısların tekeline vermek tıkanıklığa sebep olmaktadır. İslâm’ın ilk nesillerinde âlimler de vardı, sıradan (âlim olmayan, bilgi ve zekâsı yeterli seviyede bulunmayan) insanlar da vardı; ancak herkes Kur’an’ı, hem ibadet için hem de anlamak ve hayatında uygulamak için okuyordu, yetmediği yerde kişilerin şahsi reylerini değil, Kur’an’dan anlamadığı yeri, Hz. Peygamber’in ilgili bir açıklaması olup olmadığını soruyordu.

2. Doğru İslâm bilgisinin vazgeçilemez ikinci kaynağı Sünnet’tir. Sünnet, kendisine Kur’an-ı Kerim ve bunun dışında gerekli olduğu kadar bilgi vahyedilmiş bulunan Peygamber’in (s.a.) örnek davranışlarıdır (sözü, fiili ve onayıdır). O’nun örnek olsun diye koymadığı (beşerî, tabiî) davranışları bulunduğu gibi örnek davranışları ve çözümlerinin de tarihi, şahsi, özel... olanı ve olmayanı vardır. Bu hususların birbirine karıştırılması İslâm’da kadın konusunda doğru bilgiye ulaşma noktasında önemli bir engel oluşturmaktadır. Mesela Hz. Fatıma’nın başvurusu üzerine sevgili babası ve ümmetin Efendisi’nin (s.a.) karı-kocanın rolleri ile ilgili olarak söylediklerini bazı müctehidler değişmez kural olarak almışlar, bazıları ise bunun, verili şartlarda bir tavsiye ve çözümden ibaret olduğunu, rollerin duruma göre değişmesinde bir sakınca ve İslâm’a aykırılığın bulunmayacağını ileri sürmüşlerdir. Sünnet alanında doğru anlayış ve bilgilenmenin engellerinden biri de Efendimiz’in (s.a.) söz veya fiilinin eksik aktarılması veya yanlış anlaşılmasıdır. Kadının uğursuzluğu, “eğe kemiğinden yaratılmıştır” diye eğri (eksik, kusurlu) sayılması, kocaya itaat konusundaki abartılı ve dengesiz anlayış bu engelin -emsali çok olan- birkaç örneğidir.

3. Kaynak olarak vahye dayansa bile beşeri olan, doğruya ve yanlışa ihtimali bulunan ictihadlar; bu ictihadlar yanında İslâm’a giren her kavmin eski kültüründen taşıdığı veya başka sebep ve etkilerle oluşturduğu anlayış ve uygulamalar din ile kutsal olan ile değişmez kurallar ile karıştırılmış, aynılaştırılmış, bu da doğru bilgi ve anlayışın önünde önemli bir engel teşkil etmiştir. Bunun örnekleri karı-koca ilişkisinden kadın anlayışına, hak-hukuk anlayışına, günlük hayata kadar uzanır ve sayılamayacak kadar çoktur.

4. Kur’an-ı Kerim ve Sünnet kaynaklarının kadınla ilgili olarak getirdiği bazı kurallar, hükümler, sınırlar hem bu iki kaynağın bütünlüğünden, hem de -bir kısmına ait de olsa- tarihi bağlamından ayırılarak ele alınmış, tek başına veya başka şartlar ve sistemlerin içine konarak değerlendirilmiş, bu da yanlış anlamalara ve olumsuz değerlendirmelere sebep olmuştur. Kadının bazı mali hakları, velayeti, kamu hizmetinde istihdamı, evi dışında hizmeti, tahsili gibi konularda bu amilden kaynaklanan yanlış anlama ve değerlendirmeler vardır.

5. Geçmişte kadınla ilgili olarak haksız, aşağılayıcı, hak kısıtlayıcı bir takım anlayışlar ve uygulamalar olmuş, kadının konumu birçok yerde ve zamanda İslâm’ın maksadının ve planının dışına çıkmış, kadına kendini ifade ve hakkını arama imkanı verilmemiştir. Dünyada olup bitenlerin etkisi ile İslâm toplumunda da bir kısım değişimler yaşanıp kadınlar bazı hak ve imkanlara kavuşunca asırların birikimi kazanı patlatmış, hikmetin yerini hissî ve tepki şeklindeki düşünce ve davranışlar almıştır. Aynı tepki davranışı ve buna ek olarak savunmacı tavırlar modernitenin meydan okumalarına karşı İslâmcı kanattan çağımızda da görülmüştür. Bu toz duman bulutu içinde doğru düşünmek, doğruyu görmek, hikmet çizgisinden sapmamak zorlaşmaktadır.

Ana kaynakların ve örnek anlayış ve uygulamaların açık ve kesin vasıflarıyla ortaya koyduğu şu ilkeler ve kurallar dairesinde düşünülür, İslâm’da kadın konusu bu çerçeve içinde ele alınır, yukarıda sıralanan engeller de göz önünde tutulursa sağlıklı bir sonuca ulaşma şansımız artacaktır:

İslâm’a göre kadın, kulluk ve insanlık değeri bakımından erkeğe eşit bir insandır, yaratılış ve yükümlülük bakımlarından erkek kadar kâmil insan (has kul, has ümmet, başka bir deyişle iyi bir Müslüman) olma imkan ve kabiliyetine sahiptir.

Cinsel hayatın yalnızca nikahlı kadın-erkek arasında yaşanması, bunun da aile kurulmasına, iyi Müslümanlar (iyi bir nesil) yetiştirilmesine vesile kılınması istenmektedir.

Erkeklerin kendi aralarında, kadınların da kendi aralarında farklı kabiliyetleri, eğilimleri, özellikleri olduğu gibi bütünüyle erkek cinsi ile kadın cinsi arasında da farklı kabiliyetler, donanımlar ve imkanlar vardır. İslâm bu farklılıkların -tabii ve fıtri olanlarını- anlamsız ve yapay bir eşitlik uğruna ortadan kaldırmayı değil, ilahi irade doğrultusunda insanca bir hayatı yaşamak, kültür ve medeniyet oluşturmak için bütünleştirmeyi, dayanıştırmayı, diğeri ile tamamlamayı hedeflemektedir. Fıtrat çerçevesi içinde her kadın ve erkek öncelikle kendi imkan ve kabiliyetlerine uygun düşen rolü üstlenir, hizmeti yüklenir; şartlar gerekli kıldığında bir kısım rollerin değişmesinde, bir kısım hizmetlerin her iki cins tarafından da ifasında bir sakınca yoktur. Bu “bir kısmı” fıtrat, ihtiyaç ve İslâm’ın umumi kuralları, amacı belirler. Hukuk da -şartlara göre değişen ve değişmeyen kısımlarıyla- bu ilişkiler yumağının çerçevesini -bünyenin elbisesini- oluşturur.