Rönesans, Reform ve Aydınlanma dönemlerinden sonra ve özellikle Sanayi Devrimi’ni takip eden zamanlarda Batı’da, bilim ve teknolojide kaydedilen gelişme, zenginlik ve güç getirmiş, güçlü Batı’nın ezip sömürdüğü yoksul ve zayıf ülkeler de aynı seviyeyi yakalamak üzere yola koyulmuşlardır. Çağdaşlaşma terimi ile ifade edilmesi mümkün bulunan bu hareketin öncüleri arasında “dini, ilerleme ve çağdaşlaşmaya engel görenler” zuhur etmiş, Tanzimat’tan sonra gittikçe güçlenen bu kanaat Cumhuriyet döneminde dini, sosyal hayatın dışına çıkarma, ferdin vicdanına ve ferdî hayatına hapsetme eyleminin gerekçesi/bahanesi kılınmıştır. Cumhuriyet’in ilk 27 yılında eğitimden hukuka, devlet yönetiminden iktisada ve teşrifata kadar her alanda Batı taklit edildiği, örnek alındığı, İslâm bu alanlarda işe karıştırılmadığı halde önemli bir ilerleme elde edilememiş; bilimde, teknolojide ve bunların sağladığı güçte Batı’nın asgari seviyesine bile ulaşılamamıştır. Hem bu sonucu değerlendiren, hem de din ve vicdan üzerindeki baskıdan bunalan halk ve onların sözcüleri, münevver temsilcileri kelleyi koltuğa alarak bilhassa 1940’lı yıllarda muhalefetlerini dile getirmeye ve İslâm’a dönüş çağrısı yapmaya başlamışlardır. Zayıf da olsa basında İslâmî muhalefet ve cemaat hareketleri bu yıllarda başlamıştır. Bundan önceki direnişler ve fedakârlıklar yayılmaya ve değiştirmeye değil, yaşamaya ve muhafaza etmeye yöneliktir. Kırklı yıllardan sonraki muhalefet yayılmayı, dönüşü ve değiştirmeyi hedeflemektedir. Sebilürreşad, İslâm’ın Nuru, Müslümanın Sesi gibi birkaç dergi ile merhum Bedîüzzeman’ın faaliyetlerini ilkler arasında saymak gerekir. Arkadan -aralarında önemli farklar bulunsa da mevcut uygulamaya cephe almada ve değişim istemede birleşen- Necip Fazıl, Nurettin Topçu, Peyami Safa, Ali Fuat Başgil gibi düşünür ve yazarlar ile İmam-Hatip okulları, Diyanet, bazı siyasî partiler ve tarikatların faaliyetleri gelmiştir. Bunlar içinden İmam-Hatip Okulları ve Diyanet gibi resmi olanları, muhalefeti söylem olarak ortaya koymamışlardır, fakat faaliyetleri resmi görüş ve gidişin tersine olmuş, İslâmî muhalefete ve dönüşüme destek vermişlerdir.
Eğer bugün ülkemizde bir İslâmî şuur ve muhalefet hareketi varsa bunun yakın kökenini yukarıda sıralanan kişi ve kurumların faaliyetlerinde aramak, her birinin hakkını vermek, hiçbirinden şükran ve takdirleri esirgememek gerekir. Gereken bir başka husus da vasıtayı gaye ile karıştırmamak, birincisini ikincisinin yerine koymamak, İslâmî hizmet gruplarını farklı dinlere ve ideolojilere mensup gruplar gibi görmemektir. Allah’ın rahmeti, ecri ve İslâm’a hizmetin şerefi her şahsa ve guruba yeter, tekelciliğe gerek yoktur. Bütün hizmet grupları, hizmet ettikleri yüce dinin mensupları ve hâdimleri olarak kardeşlerdir, yoldaşlardır ve dostlardır. Bu gönül ilişkisini grup farkı bozuyorsa dengeler bozulmuş, vasıta gaye haline gelmiş demektir. Hoşgörü de birinci derecede bu hizmet grupları arasında olmalı, her bir grup diğerinin içtihadına, tercihine -meşrû sınırlar içinde kaldığı müddetçe- saygı göstermelidir. Birbirine karşı tenkitleri, değerlendirmeleri ilme, insafa ve iyi niyete dayanmalı, ıslahı amaçlamalıdır.
Bugün İslâm’a yapılabilecek en büyük kötülük, tefrikaya düşmek, bölünüp parçalanmak, enerji ve imkânları birbiri ile uğraşma yolunda sarf etmektir.
“Girmeden tefrika bir millete düşman giremez
Toplu vurdukça yürekler onu top sindiremez”