Birbirini tamamlayan, birinin diğeri yerine konması caiz olmayan amel ve kavramlardan ikisi de “ibadet ve cihad”dır. Hiçbir şey ilimsiz olmayacağı için bunların başına bir de “ilim” eklen-miştir.
Tesadü-fen/tevâfukan dinlediğim bazı konuşmacı-lar, “İslâm devletini kuruncaya kadar önceliğin cihada verilmesi gerektiğini, nafile ibadetler ve diğer faaliyetlerle uğraşmanın caiz olmadığını” söylüyor, bu teklifine delil olarak da Hz. Peygamber’in (s.a.) Medine’ye hicret edip devleti kuruncaya kadar bazı farz ibadetleri bile yerine getirmediğini ileri sürüyorlar.
Buna karşı bir açıklama yapmam farz-ı kifâye oldu.
İslâm’da cihad vazifesini yalnızca “İslâm’ı yaymak ve korumak için yapılacak sıcak çatışma ve savaşmaya” inhisar ettirmek doğru değildir; şüphe yok ki, bu cihaddır ve cihadın ecirli ve şerefli bir kısmıdır, çeşididir. Ancak nefsi kâmil mânâda Müslüman kılmak için verilecek savaş (eğitim, gayret, sabır, çile...) cihad olduğu gibi mazlumun yanında yer almak, zalime karşı olmak ve hakkı ayakta tutmaya çalışmak, bunun için meşrû ve mümkün olan bütün araçları kullanmak, her alanda çaba sarf etmek, fedakârlık etmek de cihaddır.
Cihadın hangi çeşidi olursa olsun hakkıyla gerçekleşmesinin iki asgari şartı daha vardır: İlim ve ihlas.
İlim
a) Bütün Müslümanlara farz olan din ve dünya bilgisidir,
b) Her bir Müslümanın, meşgul olduğu meslek ve alan ile ilgili olup bilmesi gereken din ve dünya bilgisidir.
Bu bilgilerin önceliği vardır ve bunlara sahip olunmadan yapılacak çaba; iyi niyetli kötülük ve İslâm’ın gelişmesine ket vurma (engel olma) sonuçlarını doğurabilir.
İhlas, atılan her adımda meşrûiyyetin ve Allah rızasının gözetilmesidir. Bu, hayatımızın genelinde bulunması gereken ihlastır; özel ibadetlerde ihlas ise saikın yalnızca Allah rızası olması, ibadete O’nun rızasından başka bir amacın karışmamasıdır. Müminin ihlas faziletini elde edebilmesinin yolu eğitim, en etkili aracı ise “farzı, nafilesi, vacibi ile ibadetlerdir ve ihlası denenmiş kullar ile yaş ve kemal farkına göre beraberlik, arkadaşlık ve sohbettir”. Bu cihad sayesinde Allah’a daha ziyade yakın olma ve nefsi eğitme devletine erenler ihlasın sonsuz merdivenlerine de tırmanmış olurlar.
İlim, ibadet ve ihlas üçlüsünün içinde cihad da vardır. Cihad bir ibadettir, bunu diğerlerinin yerine koymak mümkün değildir; öncelikten söz edilecekse ilmin ve has ibadetlerin (namaz, oruç, zikir, tefekkür...) önceliği vardır; ancak bu öncelik de daha ziyade derece önceliğidir, tehir ve ihmal önceliği değildir.
Hz. Ali (k.v.) bir düşmanı alt edip öldüreceği sırada düşman “Son arzumu dinle” demiş, o da eğilince yüzüne tükürmüştü. Hz. Ali düşmanı bırakıp ayağa kalktı, o da şaşkınlık içinde ve yerinden kalkmadan sordu: “Beni bunca eziyet ve tehlikeye katlanarak yendikten sonra niçin işimi bitirmiyor, serbest bırakıyorsun?” Hazret şu cevabı verdi: “Son ana kadar seninle savaşım Allah rızası içindi, sen yüzüme tükürünce savaşıma şahsî (nefsî) öfkem ve kinim de karıştı, seni onun için bıraktım.” Evet, Hz. Ali cihadının nefsanî tahrik sebebiyle katle dönüşmemesi için düşmanı serbest bırakmış, öfkesinin savuşmasını beklemiştir. Bu kemâli elde etmenin yolu ise ilim ve ibadettir. İslâm’ın geldiği ilk günden itibaren Sevgili Peygamberimiz’in (s.a.) ve sahâbenin yaptıkları ve birinci derecede önem verdikleri iş (amel) öğretim, eğitim ve ibadetler olmuştur. Esasen İslâm devletinin kuruluş amacı da insanların hür iradeleri ile hak dine girmelerine ve Bir Allah’a kulluk etmelerine imkân sağlamak, ümmet ve insanlık hayatında hakkı ve adaleti hâkim kılmaktır. Bu sonuca bütün çeşitleriyle ibadet ederek gidilir ve gidilince de ibadete devam edilir.
Kıt bilgilerimize ve nefsani dürtülere mağlup olarak İslâm’ı parçalamayalım, kendimizi o cevherin kalıbına dökmek yerine onu kendi kalıbımıza dökmeyelim.
https://www.yenisafak.com/yazarlar/hayrettin-karaman/ilim-ibadet-cihad-4557371