HAYRETTİN KARAMAN - HEYKEL DEDİĞİN DE BİR TAŞ PARÇASI

HAYRETTİN KARAMAN - HEYKEL DEDİĞİN DE BİR TAŞ PARÇASI

HAYRETTİN KARAMAN - HEYKEL DEDİĞİN DE BİR TAŞ PARÇASI


Doğrudur. İslam hem ikonaları, hem putları, hem de nesnelere fazladan kutsiyet atfeden tüm anlayışları yerle bir eden “devrimci” bir dindir.

Bu, “fazladan” kısmı önemli. Burayı biraz açıp asıl derdime öyle geleyim. Mesela İslam’da cami ve mescitler, “namaz kılınabilecek yegane kutsal alanlar” olarak kodlanmadıkları gibi tek amaçlarını “namaz kılmak” olarak da kodlamamışlardır. İstişaresinden düğününe, cenaze töreninden eğitime değin bir dizi işlevle işlevlendirilen cami ve mescitler İslam’ın hayatı çepeçevre sardığı nizamını pekiştiren mekanlar olagelmişlerdir. Fakat bu demek değildir ki mescit ve camilerde insan dilediği saygısızlığı yapabilir, istediği haltı yiyebilir. Kutsallık son derece hayatın içinde bir “süreç bütünlüğü” arz eder İslam’da böylelikle.

Seccade dediğimiz nesnenin de herhangi bir “varlık kutsallığı” yoktur elbette. Namaz kılınırken secde edilecek yerin temiz olması şartını temin etmek için bulunmuş bir çözümdür. Pekala secde edeceğiniz yere temiz bir havlu, bir kağıt yahut strafor falan gibi şeyler koyarak da “secde edilecek yerin temiz olması” şartını sağlayabilirsiniz. Ne ki “üzerinde namaz kılınan bez parçası” olarak seccade zamanla “işlev bakımından berraklaşmış” bir yeri işaretlediği için “hürmete layık” bir sembolizasyonu da beraberinde getirmiştir. Üzerinde yemek yiyemez, ayakkabıyla basamazsınız. Günah değildir elbette ama son derece ayıp ve çirkin davranışlar olarak belirlenmiştir kamusal akılda.

Semboller, sembol oldukları için önemlidirler. Bayrağımıza “bez parçası” muamelesi yapılamaz mesela. İstiklal Marşı’mıza “şiir” muamelesi yapılamaz. Ezana “şarkı” muamelesi yapılamaz. Bu yanıyla seccade işlevi kazanmış bir nesneye de “kilim”, “sergi”, “bez parçası” muamelesi yapamazsınız. Yaparsanız, bunun kamudaki karşılığı ile de yüzleşmek zorunda kalırsınız.

Kılıçdaroğlu’nun seccadeye ayakkabıyla basması, “sembolik” olarak kamudaki karşılığını bulacak bir harekettir elbette. Seçmen, bu çirkinliği ya içine sindirerek devam eder yahut “sembole hakaret” rafında saklayarak sandığa yansıtır tercihini.

Benim bugünkü meselem bu değil.

Kılıçdaroğlu’nun seccadeye ayakkabı ile bastığı fotoğraf medyaya yansıdığından beri kendilerine asla “yandaş” diyemediğimiz CHP’li medya aktörlerinin tamamı seccade üzerinden inanılmaz bir karmaşa yaratmanın derdine düştüler. Fotoğrafın montaj olduğu iddiası boşa düşünce başladılar hepimize din anlatmaya.

Üstelik Kılıçdar-oğlu’nun Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in soyundan geldiğini canhıraş şekilde savunan ve mecburen seccadeye basmanın çirkin ve ayıp bir hareket olduğunu kabul etmek zorunda kalan Gelecek, DEVA, SAADET ve İYİ Partililer ise son derece ergence bir yönteme başvurdular. “Seccadeye basmak günah değil ama adaletsizlik yapmak, kul hakkı yemek günah bi kere taam mı?” deyip iki benzemezi karşılaştırarak mugalata etmenin yolunu tuttular. Doğrusu sadece “acınıp geçilecek” bir performans bu. İnsanın iki şeyi aynı anda yapamayacağını düşünmemizi isteyen bir ahmaklık biçimi. Yani şu: Hem seccadeye gerekli hürmeti gösterip hem de kul hakkı yemeden ya da adaetsizlik etmeden yaşamak mümkün değilmiş gibi davranarak güya Kılıçdaroğlu aklayacaklar. Yazık.

Ne var ki benim bugünkü meselem bu da değil.

Türkiye’deki Kamalist azınlığın azgınlığı dur durak bilmiyor ne yazık ki. Seccadeye yahut baş örtüsüne gevşek gevşek “bez parçası” demekte hiçbir beis görmüyorlar. Bizim için “hürmet gösterilmesi gereken bir şey” olduğunu bile bile seccadeye ayakkabı ile basılmasını “ne var canım bunda?” diyerek aklama derdine düşüyorlar. Ve bizi kelimenin gerçek manasıyla “boğmaya” çabalıyorlar.

Oysa mantık basit. Heykel dediğin de altı üstü bir taş parçası. Anıtkabir Defteri dediğin şey altı üstü bir kağıt parçası. Liste uzar gider.

Erdoğan yahut herhangi başka bir “dindar kimlik” Kamalist azınlığın kutsallık atfettiği şeylerden herhangi birine “ayakkabı ile bassa” kopacak kıyameti az çok tahmin edebiliyoruz değil mi?

Kendi terbiyesizlikleri ile yüzleşmek yerine sürekli başkasına nizam vermeye, başkasının kutsalını aşağılamaya, kendisiyle diğerleri arasında bir “varoluşsal üstünlük” vehmetmeye çabalayan Kamalist azınlığın bu azgınlığı onlara bir seçim daha kaybettirecek.

Yoldaşları Meral Akşener’in bile üzerine sifon çekmeyi kendilerine hak gören bu azgınlık, insanlık tarihinin gördüğü en vahim hastalıklardan birine işaret ediyor. Türkiye’nin politik yönelimlerini, Türk insanının hassasiyetlerini ve reflekslerini öğrenmeden, öğrenemeden geçiyor hayatları.

Acımıyorum bile artık. Kinleri ve cehaletleriyle mutluluklar diliyorum sadece.