Siyasal İslâm, ılımlı İslâm gibi terimler kullanılıyor ve bu terimlerin içi de kişilerin ve grupların siyasi, sosyal, felsefî, ideolojik ufuklarına göre dolduruluyor; İslâm hakkında yeterli bilgi sahibi olmayanlar bu kafa karıştıran açıklamalara bakarak birden fazla İslâm dini olduğunu, bunun birini almanın kişiye kalmış bulunduğunu sanıyorlar.
Allah’ın muradı olan ve peygamberleriyle gönderdiği Kitaplarında açıkladığı bir İslâm vardır, bu da Hz. Âdem’den Hz. Hatemu’l-Enbiya’ya (s.a.) kadar bütün peygamberlere vahyedilmiş bulunan hak dindir. Bu dinin gelişme ve değişmeye açık bulunan kısmını Allah Teâlâ, gerektikçe değiştirmiş ve birbirini takip eden peygamberleri vasıtasıyla bu değişikliği kullarına (ümmetlere) bildirmiştir. Ümmet, peygamber ve kitapların değişmesi, “Allah’ın muradı olan dinin özünü” değiştirmemiştir.
Bu hak dinin adı ilk peygamberden beri İslâm’dır. Bizim katıldığımız bu anlayışa göre Kur’ân-ı Kerîm’de bu anlayışı destekleyen birçok âyet vardır: Hz. Îsâ’nın havârilerinin cevabının “Şahit ol ki bizler Müslümanlarız” (Âl-i İmrân 3/52) şeklinde ifade edilmesi, Hz. İbrâhim hakkında “O, hanîf bir Müslümandı” (Âl-i İmrân 3/67) buyurulması, yine “O, size daha önce de bunda da ‘Müslümanlar’ adını verdi” (Hac 22/78) şeklinde genel bir nitelendirilmeye yer verilmesi bunlara örnektir.
Son Peygamber’e vahyedilen İslâm’ın, kıyamete kadar insanlığın katedeceği uzun yolda gerçekleştireceği medeniyet ve hayat şekillerine göre değişmesi, yenilenmesi gereken kısmı artık yeni bir peygamber ve kitap ile değil, bu din içinde, bu dinin bilgi ve hüküm kaynaklarını kullanarak yapılacak içtihat ile olacaktır.
Bugüne kadar gelmiş geçmiş bütün müçtehit ve müceddidlerin birleştiği noktalardan biri de “İslâmın, yalnızca inanç ve ibadetlerden, sosyal amaçlardan ve ilkelerden ibaret olmadığıdır.” İslâm’da bunlar değişmez ve önemli olarak vardır, ancak bunların yanında yine değişmez ve önemli olarak başka hükümler (helaller, haramlar, farzlar, şartlar, şekiller, detaylar...) vardır. Bunların da bir kısmı iman ve ibadetle, diğer kısmı ise dünya hayatı (hukuk, siyaset, ahlak, iktisat, estetik, cemiyet...) ile ilgilidir. Allah’a iman, Kur’ân’ın Allah’tan geldiğine, hakkı ve doğruyu getirdiğine, insanlara hayatlarında rehber olsun diye gönderildiğine iman nasıl İslâm’dan ise ve değişmesi mümkün değil ise aynı şekilde domuzun, puta kurban edilmiş hayvanın, faizin, kumar, rüşvet, gasp gelirinin yenmeyeceği, haram olduğu, keza bir kadın veya erkeğin –evlenmesi caiz olan biriyle– evlenmedikçe onunla cinsî hayat yaşamasının caiz olmadığı, hiçbir kimsenin “Allah’ın irade ve rızasına aykırı” emrine –zaruret durumları dışında– itaat edilemeyeceği, müminlere ancak müminlerin hükmedebileceği (velayetin ancak müminler arasında geçerli olacağı)… hükümleri de İslâm’dandır ve değişmez.
Müsteşrikler ve modernistlere kadar gelen İslâm anlayışı işte budur.
Buna karşı oryantalizm farklı İslâm anlayışları ortaya çıkarmış, bir kısım modernistler de bunlara paralel anlayışlar ileri sürmüşlerdir. Bunlardan oldukça yaygın olan bir anlayışa göre siyasî İslâm (köktendincilik, dünya hayatını, toplumu, devleti yönetmeye talip olan İslâm) iflas etmiştir, bundan sonra da başarısızlığa mahkûmdur. Müslümanlar bu sevdadan vazgeçmeli, içlerindeki köktendincilere cephe almalı, onları marjinalleştirmeli ve yok etmelidirler. Müslümanların yaşamaları ve yaşatmaları gereken İslâm, iman ve ibadetler, sosyal ve ahlâkî ilkelerden ibaret olan İslâm’dır. Batılılara göre de böyle bir İslâm’ın zararı (!) yoktur; onların böyle bir İslâm’a bağlı olan Müslümanlarla bütünleşmeleri de mümkündür; çünkü böyle bir İslâm, fenerinden çıkarılmış mum gibi sönmeye, suyu kesilmiş bir ağaç gibi kurumaya, bağışıklığı yok edilmiş bir bünye gibi hasta olup yok olmaya mahkûmdur, gerisi bir zaman meselesidir.
İçimizden bazıları “Batı ile birleştiğimiz ve Batılı toplumlar gibi yaşadığımız (Batılılaştığımız) takdirde dinimize bir şey olmaz, biz yine biz olarak kalırız, hatta Batı’ya da İslâm aşılarız” diyorlar. Bilmiyorlar ki (diyelim) Batı din, kültür ve medeniyetinin karşısında (ona gerçek manada muhalif) bir din ve medeniyet vardır ki onun adı kâmil manadaki İslâm’dır.
İslâm’ı yalnızca iman ve ibadet, hatta yalnızca iman olarak alan, böyle yaşayan ve bu kanaatte olanların hâli meşhur afyon müptelasının haline benziyor. Adam attara gelmiş, “Hamama gidip afyon çekeceğim, bana iyi tutanından (iyi uyuşturanından) bir parça afyon ver” demiş, attardan aldığı afyonu hamamda yutmuş, afyon ona yapacağını yapmış ama kendisi farkında değil. Üzerinde peştemalı, ayaklarında nalınları vurmuş sokağa, dikilmiş attarın karşısına ve çıkışmış “Bre attar, niçin bana bu meretin iyisini vermedin?” Attar cevap vermiş: “Dua et ki sana bu afyonu vermişim, eğer daha sertini verseydim bana peştemalsiz gelirdin!”
Çağın afyonlamasıyla uyuşmuş oldukları için üzerlerinde İslâm’dan neyin kaldığının farkında olmayan, bu sebeple bize Batılı olmak tesir etmez, biz yine böyle kalırız diyenlere bu kıssadan bir hisse var mıdır dersiniz?