Kur’an-ı Kerim’de, Allah’ın indirdiği (Peygamberine vahyettiği talimat) ile hükmetmeyenlerin, yani bunlara iman etmeyen ve hayatlarında uygulamayanların zâlim, fâsık ve kâfir oldukları ifade buyurulmuştur. Bu emir yalnızca toplumu ve devleti değil, ferdi de bağlamaktadır; Allah’ın dinini hayatın dışına atan toplum ve devlet, Allah karşısında ne kadar sorumlu ise aynı şeyi yapan fert de o kadar sorumludur. Devlet ve toplum hayatında dinin uygulanmasını talep edenler ve bütün dikkat ve mesailerini bu nokta üzerinde yoğunlaştıranlar kendi nefislerinde,
ferdî hayatlarında, diğer insanlarla ilişkilerinde Allah’ın indirdiği ile hükmetmezlerse, devletin ve toplumun Müslüman olması onları kurtarmaz.
Allah’ın indirdiği (hükmü ve talimatı) Kur’an-ı Kerim’de ve Sünnet’te yer alarak bize kadar ulaşmıştır ve insanlık yaşadığı müddetçe gelecek nesillere de ulaşacaktır. Ancak bu talimatı asırlar boyu gelip geçmiş bütün insanlar, ilişkiler, nesneler ve olaylara uygulamak istediğimizde içtihat zaruri olmaktadır; çünkü bütün bunları mezkûr iki kaynakta tafsilâtıyla ve özel (her birine mahsus) açıklamalar şeklinde bulmak mümkün değildir. Âlimler içtihat ederek; yani anlama, kıyas ve faydalıyı tercih (mekasıd-mesalih) gibi yöntemleri kullanarak sayıları ve konuları sınırlı olan ayet ve hadislerden, her asrın ihtiyacına cevap veren hükümleri çıkarırlar. Hükmü doğrudan ayet ve hadis bildiriyorsa, araya hiçbir içtihat giremiyorsa bu kesin olarak Allah’ın hükmü ve talimatıdır. Bunun da uygulamasını geçici olarak zaruretler etkileyebilir. Araya içtihat giriyorsa elde edilen hüküm muhtemelen (içtihadı yapana göre) Allah’ın hükmüdür. Birincisine hiçbir Müslüman itiraz edemez, ikincisine ise başka müçtehitler itiraz ve muhalefet edebilirler. Ortaya birden fazla içtihat çıktığında bu, ümmet için rahmettir, çeşitli çözümler ve seçenekler sunulmuş demektir.
Bu malumu ilam etmemizin (bilineni bildirmemizin) elbette birden fazla sebebi var: Bazı Müslümanlar, hem de ehli olmadıkları halde içtihat ediyorlar, belli bir ayet ve hadise dayanarak bir hüküm çıkarıyorlar, sonra da bu hükmü benimsemeyenleri küfürle, şeytan ve bel’am olmakla, Allah’ın hükmüne uymamakla suçluyorlar, suçlamakla da kalmıyor, gıyabında hüküm vererek eyleme kalkışıyorlar. Düşünmüyorlar ki, bu davranışları da “Allah’ın indirdiği ile hükmetmeye” aykırıdır. Bilmiyorlar ki, Allah Resulü (s.a.) içtihadın hata da edebileceğini ifade etmiş, içtihat ile varılan hükmün başka müçtehitleri bağlamayacağına işaret buyurmuştur. Ehliyetli bir hâkimin bile hata ederek cezalandırması yerine, hata ederek beraat ettirmesini tercih ve tavsiye eylemiştir.
İçtihat ve kanaatlerimizi dinin kesin hükümleri yerine koyduğumuz müddetçe tevhidi yakalamamız mümkün değildir. Ümmetin üzerinde ittifak ettikleri ölçüler yerine şahsımızın veya grubumuzun ölçülerini koyduğumuz müddetçe de vahdeti bulmamız imkân haricindedir.
Bu kör dövüşünden kurtulmanın yolu, bütün grupların temsilcilerinden veya bütün grupların razı oldukları âlimlerden oluşacak bir “ulema meclisinin” oluşturulması ve Müslümanlar arası anlaşmazlıklarda bu meclisin hakem kılınmasıdır.
Dünya Müslüman Âlimler Birliği, İslâm’ın haricine çıkmayan ehlisünnet dışı mezhepleri de içine alan bir çerçevede ümmetin birliğini sağlamak için çaba gösteriyor.
Beş altı yıl önce ülkemizde kurulan “Uluslararası Müslüman Âlimler Dayanışma Derneği” ise ehlisünnet çerçevesi içinde olan çeşitli mezhep ve meşrepten âlimleri bir raya getirerek tefrikaya götüren ihtilâfı asgariye indirmeye çalışıyor.
Bu faaliyetlerin çoğalarak başarıya ulaşması için Allah Teâlâ’nın yardımını niyaz ediyorum.
Not
Çin’in Müslümanlara yaptığı zulüm, asumanı titretecek boyutlara ulaşmış bulunuyor. STK temsilcilerinin acilen özel bir toplantı yaparak neler yapılabileceğini müzakere edip karar almaları ve kararı birlik içinde uygulamaları farz-i kifâye olmuştur.