HAMZA TÜRKMEN - NEFİSLERİN VE ŞEHVETLERİN ESİRLEŞMESİ GAZZE’DEKİ KATLİAM KADAR VAHİMDİR - 14 Haziran 2024 Cuma

HAMZA TÜRKMEN - NEFİSLERİN VE ŞEHVETLERİN ESİRLEŞMESİ GAZZE’DEKİ KATLİAM KADAR VAHİMDİR - 14 Haziran 2024 Cuma

HAMZA TÜRKMEN - NEFİSLERİN VE ŞEHVETLERİN ESİRLEŞMESİ GAZZE’DEKİ KATLİAM KADAR VAHİMDİR - 14 Haziran 2024 Cuma


31 Mart’ta Diyarıbekir B.Ş. Belediye başkanı seçilen Ayşe Serra Bucak, seçim sürecinde ekibiyle beraber bölgedeki geniş ailelere (aşiretlere) dayanan seçmenlerine “ailenin (aile yapısının) devletten sonra gelen en gerici kurum” olduğunu açıklamış ve müfsid LGBT-i’nin yani cinsel sapıkların ve eşcinsellerin haklarını ana politikaları içine aldıklarını sık sık belirtmişti. Seçimden sonra da gerek 1940’larda ilkokul öğretmeni yetiştirmek için açılan ama Anadolu çocuklarını pozitivist bir eğitimden geçirip İslam’dan uzaklaştıran veya sosyalizme sevk eden “Köy Enstitüleri” gibi, 2024’te tasarladıkları “Köy Komünleri” politikası ile; gerek Atatürk’ün dans ve balo seanslarını yaygınlaştırması gibi Diyarıbekir’de 50’yi aşkın kızlı-erkekli folklor ekibine ve dans okullarına/kulüplerine verdikleri destekler rahatsızlık oluşturmaktaydı.

Bu hafta içinde bir dans okulunun Diyarıbekir Kayapınar ilçesinde halka açık Tema Park’ta yarı çıplak ve cinsellik içeren dans etkinliği tamamen bölge halkının İslami örf ve inançlarını tahkir edecek bir gösteriydi. Bu profan ahlaksız dans etkinliği parktaki aileler ve çevredeki Diyarıbekirli müslüman gençler tarafından protesto edilmiş ve engellenmişti. Tabii ki bölgede çoğunun AB fonlarından yararlandığı Batıcı sivil toplum örgütleri veya Batı’nın kültür ajanları bu tepkiyi kınayıp; teşhirciliklerine dönük bu fıtri, İslami ve örfi tepkilerine bağlı olarak bu protestoyu yapanları bir nevi yeni Sivas Davası sanıkları kılmaya çalıştılar. Bunun için Diyarıbekir Cumhuriyet Başsavcısını harekete geçmeye davet ettiler.

Güneydoğu illerinin Müslüman Kürt, Arap ve Türkmen halkları Batılılaşmaya ve Kemalist politikalara karşı gösterdiği İslami direnci bu sefer de Kürt Kemalizmi diyebileceğimiz ve Müslüman halkın İslami aidiyetlerini ve meşru örfünü yok etmek isteyen bu ahlaksız Kürtçü, Batıcı ve ırkçı güruha karşı göstermiştir.

Ahlak tabii ki Yaratıcımızı hayatın dışında bırakan Batı felsefelerinin tanımladığı değil; fıtri adalet arayışı içinde olmaya çalışanların yöneldiği ile; Müslim olanlar için de Kur’an ile ve Allah’ın Elçisinin zamanı aşkın Sünneti ile aydınlanan salih amellerle ilgili bir husustur.

Kalem sûresinde Resulullah (a)’a “Şüphesiz sen büyük bir hulk / ahlak üzerindesin” (68/4) ve Şuara sûresinde de Hud (a)’ı  yalanlayan Ad kavmi onun tebliğ ettiklerine “Öncekilerin alışkanlığından/geleneğinden yani huluk’undan başka bir şey değildir.” (26/137) dediklerini biliyoruz. Her iki ayette de anahtar kelime “huluk”tur.

Kur’an’da “ahlak” kavramı geçmez; ama onun tekili olan “huluk” ifadesi ise sadece bu iki ayette geçer. Huluk, halk/yaratma ve ahlak kelimeleriyle aynı kökten gelir. Bu nedenle yaratılış kanunlarını, insan fıtratının neliğini ve adaletin yolunu arayış da bir ahlaklanma yürüyüşüdür.

Cahiliyye edebiyatında ahlak kelimesine rastlanmıyor. Ama maruf, hayır ve hak gibi kavramlara karşı, Cahiliyyede erdem olarak şecaat, kerem, vefa gibi kavramlar ön plana çıkıyor.

Ahlak nedir sorusuna dirayet ehli alimlerin büyük çoğunluğu “İnsan nedir” sorusuyla cevap verir. İnsan nedir sorusuna Kur’an’da Yaratıcımız tarafından bildirilen insan kapasitesini anlatan ve insan nefsinin ne olduğunu bildiren ayetlerle aydınlık getirilir. “Annesinin karnından hiçbir şey bilmeden yaratılan” (16/78) ama Yaratıcımızı birleme fıtratı gibi (7/172) özelliklerimizin potansiyel olarak bil kuvve insanın doğasına yerleştirildiği bilinir. İnsan doğduktan sonra ailesi veya çevresi tarafından eğitilir, vahiyle temel ve zorunlu ihtiyaçlarına dikkat çekilir. Ayrıca insan nefsinin tekamülü ile vahyi anlama seviyesine üzerinde durulur. Bu çerçevede Kur’an’da izah edilen fıtri özelliklere ve ilahi ölçülere tâbi olan beşerin de insanlaşma süreci, hakkın ve adaletin tanıklığını yapma niteliği oluşur. Bu seviyeye ulaşan kişi insan-ı kamildir; dünya hayatının ahiret hayatını kazanabilmek için bir imtihan alanı olduğu bilinciyle davranır.

Müslüman felsefeciler ve çoğu kelam bilgini Farabi ile birlikte Helenlerden Aristo’nun maddeci ve formel mantıkçı, Eflatun’un ise ruhçu, idealist / sudurcu ahlak tanımlarından iktibas ettiği beşeri şablonlarla Kur’an’dan salih amelle ilgili ayetleri telif ederek insanları soyut ve gayble ilgili sentezci tartışma alanına çekmişlerdir. Vakıa kesinliği olmayan bu tür ahlak felsefesiyle ilgili tartışmalar insanların salih ameller ve adaleti gerçekleştirmek, zulme karşı çıkmak ve cihad konularında vahiyle, zamanı aşkın Sünnetle irtibat kurmak konusunda iradelerini kullanma sorumluluğunu zayıflattı. Aile içi talim ve “teşavur” görevlerini önemsizleştirdi. İnsanın toplum ve şehir yönetimiyle ilgili görevlerini tevhid ve adalet ölçüleri çerçevesinde takviye ve teşvik etmedi. Soyut felsefe ve kelam tartışmaları ve ekolleri bu zaruri görevlerimizi bir nevi gündemden düşürdü.

Cahiliye Arabı, bugünkü Modernitenin veya Küresel kapitalizmin müşrikleri gibi ikinci hayata inanmadıkları için dünyada alabilecekleri zevk ve sefayı hayatın hedefi yapmışlardı. Bu konuda da Resululluh (s) ile girdikleri tartışmalara Rabbimiz Yasin, Casiye ve En’am sûrelerinde açıklık getirir:

Yasin sûresinde “Kendi yaratılışlarını unutarak Bize soru yöneltiyor. Çürüdükten sonra kemikleri kim diriltecek?” (36/78);

Casiye sûresinde “dehriliğe” işaretle “Müşrikiler dedi ki: Hayat sadece yaşadığımız şu dünya hayatıdır. Yaşarız ve ölürüz.” (45/24);

Enam sûresinde de yine “Dediler ki: Dünya hayatından başka hayat yoktur. Öldükten sonra dirilecek de değiliz.” (6/29)

Dolayısıyla dünya hayatını kutsayan fahşa hareketleri ve hududullahı aşma teşebbüsleri ilk insan ümmetinden ve İblis’in ayartmalarından bu yana vardı. Söz konusu sapkınlıklar Modernite ile tekrar yükselişe dönemine geçmiştir.

Bugünkü seküler hayat tarzında olduğu gibi Siret-i Nebi zamanındaki Cahiliye şiirinin başat konuları da kadın, aşk, servet, şarap ve kabile savaşlarıydı. Bugün şarap bağımlılığı, tür olarak farklı içki ve uyuşturucu çeşitleriyle çoğalmış; kabile savaşları yerini cahiliye hamiyetinin mafya çetelerine, futbol maçı holiganlığına, ırkçılık ve ulusalcılık çatışmaları ile kapitalizmin ölümcül rekabet vahşiliğine bırakmıştır.

Mekke cahiliyesinin ünlü şairi Tarafe’nin “Muallakası”nda ebedilikten söz edilemeyeceğini, bu nedenle en iyi şeyin bütün varlığı ile hayatın zevklerini yaşamak olduğunu belirtir. Dindarlar içindeki bu eğilim, kimliği melezleşen şair ve filozof Ömer Hayyamile modelleşir. Bugün de Müslüman kökenli insanlar arasında Ömer Hayyam gibi melezleşmiş kimliği hem İslam ve adalet hem dünyevi zevkler eğilimi arasında düşüp kalkan büyük bir kitle bulunmaktadır.

Sol ve sağ eğilimleriyle bugünkü küresel kapitalizm ise, dayandığı materyalist, laik,  deist, ateist, eksistansiyalist, bilimci ve transhumanist, bilinemezci, anarşist  ve insan fıtratına saldıran tek cinsliliği savunan ahlaksız telakkilerle, sınırsız özgürlüğü yani emansipasyonu savunan sekülerliği eğitim kurumlarından kültür sanat dünyasına, müzik-estetik ve eğlence anlayışına kadar yaygınlaştırmaktadır. Batılılaşma dediğimiz bu ifsad projesi ve uygulaması da Batı dışı toplumlara krallık, cumhuriyet, şeyhlik, şahlık, cemahiriye veya cunta yönetim biçimleri ile “ulusçuluk” olarak ihraç edilmiştir.  Tepeden inmeci / Jakoben modernleşleşmenin yani Garplılaşmanın ve ümmetten kopup seküler temelli ulus oluşturmanın 100 yıllık ilk modeli ise Kemalizm’dir.

Yine 100 yıl önce İngiliz kolonyalizmi veya müstemlekeciliği de Filistin’de modernleşme modelini İsrail’i oluşturarak kurdu. 70 yıldır işgal, katliam ve soykırım politikaları ile Dünya hayatını; hız, haz ve tüketim hayatını mutlaklaştıran Modernite’nin yani Batılı Paradigma’nın coğrafyamızdaki en önemli parçası Siyonist ütopya çerçevesinde kurulan ve kurdurtulan İsrail devleti olmuştur.

Gücümüz oranında hayasızlığa karşı çıkmak

Türk, Arap, Fars vd. ulusçu/milliyetçi elitler müstemleke deneyiminden miras aldıkları yönetim tarzlarını benzer şekilde uyguladılar. Kemalizm; Kur’an’da müminlerin özelliklerini anlatan ve Resuluullah’ın uygulamasını gösterdiği vahiy temelli ahlaktan ve salih amel anlayışından mahrum Batı-merkezli dünyanın ümmet coğrafyasındaki operasyonlarının model adıdır.

Oysa bizler Âl-i İmran sûresinde de belirtilen “hayra çağırma; emr-i bil maruf nehyi anilmünker” (3/104) görevimiz gereği Maide sûresindeki “İlahi mesaja isyan etmiş ve hadlerini aşmış olanlara” karşı Onlar, işledikleri (kötülükler)den, birbirlerini vazgeçirmeye çalışmazlardı. Yaptıkları ne kötüdür!” (5/78-79) ayetlerinin muhatabı olarak gücümüz oranında davranmakla mükellefiz.

Bu çerçevede Gazzeli Müslümanların 7 Ekim’de işgal altındaki kuzey-doğu sınırındaki İsrail’in Gazze Tugayı’na ve kuzeydeki Re’im semtindeki Sodom ve Gomore’yi hatırlatan faşing veya karnaval türü eğlenceye yönelik bağımsızlığa dönük Aksa Tufanı Harakatı’nın niyeti ile; özel hayata ait cinselliği kamu alanında sergileyip teşhir ederek Diyarıbekir Müslüman halkının değer ve örfünü ifsad etmeye çalışan projeye karşı gösterilen tepkinin niyeti aynıdır. Çünkü Diyarıbekir ve Doğu-Güney Doğu Anadolu bölgesindeki, Cezire bölgesindeki PKK ve iltisaklı elemanları tarafından Müslüman halka dayatılan jakoben Batılılaşma proje ve uygulamaları, ümmet coğrafyasının bir parçası olan bu bölgeyi hem fiziki hem manevi-ahlaki planda Batı’ya Büyük İsrail projesine lokma etmeye çalışan siyonizmle, emperyalizmle, Kemalizmle aynı istikameti hedeflemektedir.

Gazze’nin, Mescid-i Aksa’nın, Filistin’in işgal edilmesi ile halkı müslim olan ülkelerde İslami kimliği yasaklamak, dejenere etmek ve ahlaksızlığı yaygınlaştırmak sonuç itibariyle aynı şeytani operasyonlardır.

Bu tür yabancılaşmaya, ifsada ve Batılılaşmaya karşı salih amelleri öne çıkartmak pekçok ayette belirtildiği gibi ahlaki olanı da ifade eder. Nur sûresinde “Sahih iman ve salih amellerle bir şahitlik ortaya koyanlara rabbimiz yeryüzü halifeliği / yönetimi vadettiğini” (24/45) belirtir. Enbiya sûresinde de “Andolsun Zikir’den sonra Zebur’da da yeryüzüne salih kullarımızın varis olacağı yazılıdır.” (21/105)

Siret-i Resul döneminde tevhid, salih amel, adalet ve ahlak kavramlarına sahip olmayan dolayısıyla her şeyi zamanla/dehr ve dünya ile sınırlandıran, sınırsız ve denetimsiz içgüdüleri ile haz ve zevk peşinde koşan müşrikler söz konusuydu. Ama bu müfsidlerden farklı olarak bugün tüm egemen Batı güçlerine rağmen Gazze mücadelesine, Filistin özgürlüğü davasına sahip çıkan Amerikalı, Avrupalı gençler ve insanlar gibi,  Siret-i Resul döneminde vicdani adalet ve hak peşinde arayışları olan eğilimler de vardı.

HılfulFudul anlaşmasında olduğu gibi adalet arayışında olanlar ve Hanif tutumlu insanlar yanında Ehl-i Kitab kültüründeki sabitelerine sahip çıkanlar da vardı.

Kemalist Proje’nin kullanım genişliği

Türkiye Kürtleriyle ilgili Batılı kimliği yaymak isteyen Kürtçü elitler, ifsadlarını Batının ikiyüzlü insan hakları ve özgürlükler şemsiyesi altına sığınarak gerçekleştiriyorlar. Uyuşturucu ticaretinin içinde bulunduğumuz toplumun da ve müslim Kürt halkının da sosyal yapısını bozan ifsadına rağmen finans çıkarları adına ses çıkarmayan; AB’nden de fonlanarak yaygınlaştırdıkları Kemalist rejimin Cumhuriyet baloları, güzellik yarışmaları, içki festivalleri gibi örfe ve İslami değerlere aykırı etkinliklerle Kürtleri ve bölge halklarını modernleştirmeye çalışan PKK-DEM çizgisindeki uygulamalar Kürt Kemalizmidir.

Batı-dışı toplumlar için jakoben modernleşmenin projesini oluşturan Kemalizm, sadece Türkiye’ye yönelik bir kavram değildir. Kemalizm, ulus kurgusunu İslam öncesi pagan bir sosyal köke dayandırarak, İslam’ı toplumsal vakıadan uzaklaştırmak ister. Kemalizm modeli Türkiye’de 7 bin yıllık Hititler ve Sümerlerin pagan kültürünü temel edinir. Bu model İran Şahlık rejiminde Pers paganizmi ile irtibatlı ulusal bir kurgudur. Bu kurgunun Tunus’taki boyutu Kartacalılar; Mısır’daki boyutu Kıptiler ve Firavunlar dönemidir. Arap ulusçuluğu cahili döneme öykünür ki, Suudi Arabistan’ı Selefi Vahhabi İslam algısından uzaklaştırmak isteyen bugünkü Veliaht Prens Muhammed bin Selman da üniversitede okuma standartını Batılı üniversite ders programlarıyla bütünleştirmiş; futbol asabiyesini yaygınlaştırabilmek için milyarlarca dolar sarfetmeye başlamış ve kadın güzellik yarışmalarıyla Kemalizmin ifsad örnekliğinin 1930’lu yıllar boyutunu yakalamaya başlamıştır.

Kürt kavmine yönelik Jakoben modernleşme veya Kürt Kemalizminin babası ise Abdullah Öcalan’dır. O 1350-1400 yıllık Kürt kavminin İslamla bütünleşen kimliğini paganlaştırmak için “Kürdistan Devriminin Yolu (Manifesto)” adlı kitabında şunları demektedir: “Zerdüşt dininin ortadan kaldırılmasıyla; Kürtler, manevi alanda yabancı işgaline uğradı. İslamlık, Kürdün beyninde ve yüreğinde milli inkârı hazırlayan ve kaleyi içten fethetme rolü oynayan bir ‘Truva atı’ gibidir.”

Vahdettin İnce, Diyarıbekir’e bir ay önce yaptığı ziyarette karşılaştığı mahalli seçimlerden sonra DEM temsilcileri tarafından yaygınlaştırılan “Köy Komünleri” ile İslam’ı tasfiye etme denemelerini yayınladığı yazısıyla izah etti. Yazı, “Kürt Kemalizmi”nin Öcalan’ın gösterdiği doğrultuda “Köy Komünleri” ile nasıl yaygınlaştırıldığını anlatıyor. Yazıda “Diyarıbekir Belediyesi bu komünler vasıtasıyla çevre köylerde sanat, kültür, müzik gibi alanlarda eğitim vererek köylü çocukları buralarda çağdaş, medeni, uygar, hatta gelişmiş Batı kültürü doğrultusunda eğittiklerini” ifade ediyor. Ayrıca PKK inisiyatifindeki Kürtçü hareketin Kemalist rejimin reflekslerini Diyarıbekir’de nasıl içselleştirdiğini 19 Mayıs gösterilerinden bir örnekle aktarıyordu. Dün Türk Kemalistlerinin yaptığı gibi şimdi de Kürt Kemalizmi törenlerde zincirli çarşaflı bir kadını sahnenin ortasına çıkartıyor, sonra da zincirlerinden ve çarşafından kurtulması gösteriliyordu.

1923’ten itibaren Anadolu’da tüm baskılara ve İstiklal mahkemeleriyle işlenen katliamlara rağmen Müslüman halk sindirilemedi ve -zaaflarıyla da birlikte olsa- İslami aidiyetler bizim neslimize kadar taşındı. Tüm baskılara, sürgünlere ve infazlara rağmen gerçekleştirilen pasif direnişin bir zaferdir. İnce de, Kürt annelerinin 25 Eylül 1925 Şark Islahat Planı ile Rabbimizin kevni ayetlerinden olan (30/22) Kürtçe konuşulmasını yasaklayan ve 1930’dan itibaren resmi ideoloji temsilcilerinin “Saf Türk soyundan olmayanların bu memlekette tek hakları vardır; hizmetçi olma hakkı, köle olma hakkı” ırkçı söylemiyle oluşturulan zulüm, baskı ve yasaklara rağmen Kürtçe anadilini yaşatmalarının bir zafer olduğunu belirtiyor.

Şimdi ise Kürt Kemalistleri, Müslüman halka ve Kürtlere karşı karşı ırkçılığın dik alasını gerçekleştiren Türk Kemalistleriyle niçin kol kola giriyorlar? Batılılaşma yolunda Batı modernitesiyle de, onun uzantısı siyonizmle de gönül gönüleler; Suriye ve Kuzey Irak’tada yani Cezire bölgesinde de işgalci ABD emperyalizmiyle iç içeler.

Kötülüğe karşı tavrın kaçınılmazlığı

İLKA Haber Ajansı’nın bildirdiğine göre Diyarıbekir’deki İslami kuruluşlar cinsellik ve teşhir içeren kamuya açık bir parkta sergilenen dans gösterisine “Burası İslam diyarıdır, gayri meşru yollara sapanların mekânı değildir” diyerek geçen gün birlikte aynı yerde tepki gösterdiler ve park alanında namaz kıldılar.

Nur sûresindeki ayet açıktı: Ey iman edenler, şeytanın adımlarına uymayın. Kim şeytanın adımlarına uyarsa, şüphesiz ki o, fuhşiyatı ve münkeri emreder. Eğer Allah'ın üzerinizde fazlı ve rahmeti olmasaydı, sizden hiç biri ebedi olarak temize çıkamazdı. Ancak Allah, dilediğini arındırır. Allah, işitendir (Semi’dir), her şeyi bilendir (“Alîm’dir) (24/21)

Gazze’de büyük bir katliam yaşanırken, Kürt Kemalistleri Diyarıbekir’de Modernite ve siyonist zihniyetle işbirliği içinde nefisleri ve şehvetleri esir hale getiriyor, Lut (a)’ın lanetli kavminin fiillerini meşrulaştırmaya çalışıyor ve Garplılaşma yolunda bir o kadar da gayesiz yani sömürüye müsait bir toplum inşa etmeye çalışıyorlar. Hayasızlık, dün Kemalist asker ve sivil bürokrasinin bugün siyonistlerin bedenlere yapmış olduğu tahribatlardan daha ağır ve vahim zulümlere ve tahribatlara yol açıyor.

Şeytanın adımlarına karşı hepimiz buğz içindeyiz. Ama şeytanlaşan fahşayı toplum kademelerine yaymak isteyen müfsitlere karşı Dıyarıbekir müslümanlarının güçleri yettiği oranda sözle ve olumlu cevap alınmadığı içinde fiilen müdahalesi Resulullah (s)’den bildirilen uygulamalı habere göre imandandır (Müslim, İman 78). Rabbimiz bu imanı hem Modernitenin fiili hem demokrasi ve özgürlük kılıfına bürünen kültürel saldırılara karşı bütün müminlere de sünneti içinde idrak etmeyi ve tanıklaştırmayı nasip eylesin.

Rabbimiz İslam’ı yaşama, toplumu ıslah etme ve zalimlere karşı mücadele verme konusunda bizleri hep birlikte ortak akıl donanımına ve azmetme seviyesine ulaştırsın.

 
  •  

Kaynak: Nefislerin ve şehvetlerin esirleşmesi Gazze’deki katliam kadar vahimdir - HAMZA TÜRKMEN