TÜRKİYE’YE GELME VE FÜTÜVVET RUHUYLA TANIŞMA HİKAYEM…
Adım, Habibullah ATEFİ… Afghanistan’ın Kunduz ilinin Qal’a-i Zal ilçesine bağlı Qarın Kışlak diye adlandırılan Türkmen bir köyde, 06.12.2000 yılında dünyaya geldim.
Altısı erkek olan, 10 çocuklu bir ailenin 2 numaralı ferdiyim. Babam Aminullah, yaklaşık 30 yıldan beri Tıbbi Laboratuvar Teknikeri olarak memleketimizde görev yapmaktadır. Kunduz’da bulunan Aqtappah lisesinden mezun oldum.
Oradaki tahsilim sırasında Arap alfabesi ile yazılan Türkmence ile Fars-i Derî’yi ve Peştunce’yi metin okuma ve yazma seviyesinde öğrenmiştim. Ek olarak latin alfabesi ile okuma-yazmayı ve başlangıç seviyesinde İngilizceyi de memleketimde öğrenmiştim.
Yıl 2018 idi, liseden yeni mezun olmuştum ve üniversiteye giriş sınavına hazırlanıyordum. Sınava girdim ve Afghanistan’ın “Faryab” vilayetindeki devlet üniversitesinin Ekonomi Bölümü’nü kazandım. O zamanlar benden iki yaş büyük olan abim Muhammed Salih ile konuşarak Türkiye’deki üniversitelerin başvuru tarihlerini takip ediyordum. Zaten kendisi de Türkiye’de okuyordu. Bir süre sonra başvurular açıldı ve abim benim için birkaç üniversiteye başvuru yaptı. Bir süre sonra sonuçlar açıklandı. Siirt Üniversitesi’nden bir bölüm kazanmıştım. Bunun üzerine Mezar-ı Şerif’e giderek, gerekli bütün evrakları hazırlayıp vizeye başvurdum. Vize sonucu tam bir ay sonra açıklanacaktı. Bu süre içinde Mezar-ı Şerif’te anneannemlerin evinde kalarak bekledim. Günler, haftaları kovaladı ve maalesef vize başvurum reddedilmişti. Sebebini sorduğumda, cevap olarak: ‘yukarıdan reddedildi’ dediler.
2019 yılının ilk aylarında abim benim için özel bir üniversiteye başvurdu ve yaklaşık 20 gün içinde, oraya kabul edildiğimle ilgili e-posta üzerinden bir bildiri aldım. Tekrar vize için başvurdum. Bir ay bekledim. Ama müracaatim ikinci defa yine reddedildi.
Çok üzülmüştüm ve artık, Afghanistan’daki özel üniversitelerde tıp okumak üzere bilgi topluyordum. Hatta Mezar-ı Şerif’te bulunan bir özel üniversiteye kayıt yaptırmaya bile karar vermiştim.
Takvimler 2019 yılının son aylarını gösterirken, son defa olmak üzere tekrar vizeye başvurdum. Yine günler ve haftalar geçti. Bir gün sabah saatlerinde arayan bir görevli, beni Türkiye konsolosluğuna davet etti. Vize sonucunu sorduğumda, bana başvurumun kabul edildiğini bildirdi. Çok sevinmiştim ve heyecanlıydım. Hiç zaman kaybetmeden yola koyuldum ve gidip vizemi aldım. Hayatımın en güzel günlerinden birisiydi. Çünkü iki kere ret cevabı aldıktan sonra ve tam da vazgeçme aşamasındayken, ben birden böyle bir güzel haber almıştım.
Türkiye’ye gelme isteğimin gerekçesi, sadece alacağım eğitim değildi. Bununla birlikte yeni bir ülke, yeni bir kültür, yeni insanlar ve birçok güzel yerleri görebilme imkanı bulacağım için de ayrıca mutlu ve heyecanlıydım. Böylece 2019 yılının kasım ayının sonlarında Türkiye’ye geldim.
Yeni macera:
İlk olarak, benim bugüne kadar hiç unutmadığım bir anım, Türkiye’ye gelirken uçakta başıma gelmişti. Uçaktayken Hostesler yiyecek servis ediyorlardı. Ve yiyecekler arasında “Siyah Zeytin” de vardı. Hayatımda ilk defa gördüğüm zeytinden yiyecektim, simsiyah görüntüsü ile bana itici geliyordu. Tabii önceden zeytin yağını denemiştim, ama hiç zeytin yememiştim. Zeytin, bizim yemek kültürümüzde olmayan bir şey... Bir süre tereddüt yaşadıktan sonra birkaç adet zeytin yedim. Ama, ne yemesi! Bilmem, zeytin mi kalitesizdi, yoksa başka durum mu vardı? Anlayamadım. Bu ilk deneyimde zeytin bana bayağı acı gelmişti. Üzerine, su ve başka ne varsa yedim-içtim. Ama ağzımdan bir türlü acısı gitmemişti. Sonra kendi kendime: “Bir daha Zeytin yemeyeceğim’ diye karar verdim.
O günlerde yeni açılan İstanbul Havaalanı’nda uçaktan indiğimde abim beni karşıladı ve birlikte Üsküdar’a doğru yola koyulduk. Çok garip bir his vardı içimde. Sanki gökten düşmüş gibiydim. Çünkü burada hemen her şey Afghanistan’a göre çok farklıydı. O gün ilk defa metroya biniyor ve ilk defa denizi yakından görüyordum. Önceden fotoğraflarını gördüğüm yerleri artık canlı ve yakından seyrediyordum. Türkiye’ye indiğimden biraz sonra, ilk defa bindiğim Marmaray’la Üsküdar’a geçerken şans eseri Marmaray’da bir kadın, yaşlı bir adamla kavga ediyordu. Ben “Acaba, burada kadınlar hep böyle sinirli mi?” diye düşünmekten kendimi alamadım.
Şaşırdığım ve hoşuma giden şeylerden birisi de Türkiye’nin çok yeşil olmasıydı.
Ve Fütüvvet Ruhu’yla tanışma süreci:
M. Salih Abim o zaman, İstanbul merkezli olarak resmen yeni kurulma aşamasında bulunan Fütüvvet Vakfı’nın öğrenci evinde kalıyordu. Bu sebeple birlikte Üsküdar’a vakıf merkezinin bulunduğu ofise geldik. Emir hocamla böylece tanışmış oldum. O gün uzunca bir tanışma ve güzel bir sohbet faslını takiben, Fütüvvet Vakfı’nın öğrenci evinde kalmam konusunda hocam ile konuşma sonucu olumlu cevap aldım. Benim için burada kalmak çok iyiydi. Çünkü konum, ulaşım ile vakfın sağladığı imkanlar ve bizlere kazandırdığı ev ortamı hissi ayrıca benden büyük ve iyi eğitimli olan abiler ve arkadaşlar, benim de geleceğim için faydalanabileceğim bir ortamın olması çok güzeldi.
İlk geldiğim günden beri, Fütüvvet Vakfı’nın öğrenci evinde kalan abiler, bana çok iyi davrandılar ve benim Türkçemi geliştirmekte, vaktin değeri, hizmeti paylaşma, arkadaşlarıma karşı fedakarlık, çok çalışma ve ayrıca dini ve akidevi anlamda bir çok şey öğrenmeme sebep oldular. Vakfın yaptığı farklı programlardan dolayı özellikle dini konularda, önceden yanlış olarak bildiğim konuların doğru ve bazı doğru olarak bildiğim konuların yanlış olduğunu öğrendim. Birlikte kaldığım abiler ve ayrıca Fütüvvet Vakfı’ndaki mütevelli heyeti üyeleri de Türkiye’de yaşamanın şartlarını ve gereklerini öğrenmem konusunda bana çok yardımcı oldular. Vakıf üyeleri ve özellikle Emir EŞ hocam olmak üzere, bize eğitim, barınma, âdab-ı muâşeret, fikrî ve Tevhîdî konularda duyarlılık ve piyasada revaçta olan saptırıcı akımlara karşı direnç gibi hemen hemen her alanda bana/bize maddi ve manevi olarak destekte bulundular. Ayrıca vakfın gerçekleştirdiği haftalık derslerden çok faydalandım ve geleceğe hazırlanmak için insanların derdi ile dertlenmeyi ve o dertleri çözmek için çok okuyup ve çalışmam gerektiğini öğrendim. Vakıfla ilk tanıştığım günden beri farklı ülkelerden farklı insanlar ve çok sayıda öğrenci kardeşlerimle tanıştım ve birçok arkadaşlar edindim. Bu şekilde Türkçe hazırlığına ve aynı zamanda YÖS (Yabancı Öğrenci Sınavı) hazırlığına başladım. Sağlık Bilimleri Üniversitesi’ni kazanıp ve kayıt olma sürecinde Fütüvvet Vakfı ve ayrıca Raşit GÜNDOĞDU hocam’ın adını da, bana çok yardımcı olanlar arasında zikretmem gerekir.
Covid-19 pandemisi sürecince Fütüvvet Vakfı’nın Öğrenci evinde kaldım. Yöneticiler, pandeminin sürüp gitmesi ve her gün ülkede yüzlerce kişinin öldüğü haberleri sebebiyle, bizlerin de hastalanabileceğimizden endişelenerek evleri kapatma kararı alınca, yine onların tavsıye ve yönlendirmesiyle Burhaniye’deki İnsan Vakfı’nın yurduna geçtim.
Yurttayken kendi hemşehri ve vatandaşlarımdan ayrı olarak, Kırgızistan’lı Bahtiyar abi, Hindistan’lı Üvesh abi, aslen Arakan’lı olmakla birlikte Bangladeş’te büyümüş olan Seyfuddin gibi birçok samimi arkadaş edindim. İşte bu süreçte, İstanbul’da Sağlık Bilimleri Üniversitesi’nde 2020 yılında Tıbbi Laboratuvar Teknikleri Bölümü’ne kayıt oldum ve 2022 yılının sonlarında mezun oldum.
Mezuniyetten sonra tekrar eğitimime devam etmek için yine bir çok üniversiteye başvuruda bulundum ve sonunda FSM (Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi)’nde Psikoloji Bölümünü kazandım. Bölüme kayıt işlemleri sırasında karşılaştığım teknik ve bürokratik sorunları aşma konusunda vakfımızın kurucularından gazete yazarı Selahaddin E. ÇAKIRGİL hocamızın gayret ve katkılarını zikretmeyi bir vefa borcu sayarım. Bu bölüm için gerekli olan, bir yıl süreli zorunlu İngilizce hazırlık şartı sebebiyle şu an dil eğitimi görmekteyim. Üzerimde emeği olanları mahcup etmeyeceğim, inşh.
Türkiye????????de karşılaştığım bazı şaşırtıcı ya da komik gözlem ve anılarım:
Türkiye’ye geldiğim günlerin ilk haftasıydı ve bir gün bir Markette alış-veriş yapıyordum ve kasada beklerken benim gibi ödeme sırası bekleyen birisi bana nereli olduğumu sordu ve biraz sohbet ettik; sohbetin sonunda, benden ne zaman Türkiye’ye geldiğimi sordu ve ben de bir haftadan fazla olduğunu söyledim. O abi de bana: “Hadi oradan, dalga mı geçiyorsun!?” dedi. Çünkü o, Türkmen olduğumu ve türkçeyi benim önceden bildiğimi bilmiyordu ve ona Türkmen ağzıyla Türkçeyi önceden bildiğimi anlattım.
Dikkatimi çeken bir diğer husus, Türkiye’ye yani İstanbul’a geldiğimde şehrin aşırı kalabalığı ve güzel yerlerin yanı sıra, bol “yeşilliği” olmuştu. Yani bu kadar iç içe olan binalar ve evlerin bulunmasına rağmen, her yer yeşildi ve hemen hemen her yerde insanların oturabileceği bir yeşil alan veya park vardı. Bunun olması çok hoşuma gitmişti.
Üçüncü olarak, “Camiler”. Ben bu zamana kadar İstanbul, Bursa, Ankara ve Konya’yı gezdim. Özellikle Bursa ve İstanbul’da bu kadar caminin olmasına hayret etmiştim. Tabii, bunların birçoğunun yüzlerce yıl önce yapılmış çok değerli tarihi eserler olması da dikkatimi çekenler arasında bulunuyordu.
Çok dikkatimi çeken hususlardan biri de, şehirdeki kediler ve köpeklerin çokluğu olmuştu. Türkiye’ye gelmeden önce insanların hayvanları bu kadar çok sevdiğini ve Türkiye’de bu kadar çok kedilerin bulunduğunu da bilmiyordum. Yolda, okulda, camide, evde, yurtta ve hatta ulaşım araçlarında (Marmaray, metro vs.) bile kedileri görmek mümkün, yani her yerdeler. Ve bu, benim yetiştiğim kültür coğrafyası açısından normal bir durum değildi. Hatta bazı kediler adeta birer patron gibi yaşıyorlardı! Benim gibi, bu farklılığın farkına varan bazı arkadaşlar arasında espri olarak: “Buradaki kediler dünyadaki birçok insanlara göre daha güzel hayat sürüyor” şeklinde konuşmalar geçiyordu. Aslında bu dediğimiz doğruydu. Çünkü, bedava yemek yiyen bu evcil hayvanlar oldukça besililer ve istedikleri yere girip çıkabiliyorlar, üstelik insanlar da onları seviyorlar.
Beşinci olarak “Sahur Yemeği”. Daha henüz Türkiye’ye gelmeden önce, abimle konuşurken bana, Türkiye’de Ramazan ayında sahurda sadece kahvaltı yaptıklarını söylüyordu. Tabi bizim ülkede evlerimizde hem sahurda ve hem de iftarda bol çeşitli (en azından iki türlü) yemek hazırlanır ve Ramazan ayı böyle geçirilirdi. Ben de abime: “ Sadece kahvaltı yaparak nasıl oruç tutabiliyorsunuz?” diye sorardım. Türkiye’ye geldikten sonra bu duruma kendim de şahit oldum ve önce çok şaşırdım. Ramazan ayından önce, sahurda kahvaltı ile birlikte tüketebileceğim başka yiyecekler de satın aldım. İlk hafta biraz zor geçti, ama sonra, yeni duruma yavaş yavaş ben de alıştım.
Son olarak: Ben yöresel telaffuz farklılıklarına rağmen, ana dilim olan türkmence üzerinden türkçeyi zaten biliyordum. Bu nedenle konuşma, meramımı anlatma ya da söylenen bir sözü algılamakta pek sıkıntı yaşamadığımı peşinen belirteyim. Ancak hiç Türkçe bilmeyen birçok arkadaş okulda, yurtta, sokakta vs. yeni öğrenme aşamasında duyduklarını ya hiç anlamıyorlar veya yanlış anlıyorlardı. Bu da çoğu kez aramızda küçümseyici olmayan gülüşmelere sebep olabiliyordu. Bu konuda çok örnek bulmak mümkünse de, bir misalle yetineyim: Türkçe hazırlıktayken bir pazartesi günü, hocamız herkese “Hafta sonu ne yaptınız?” diye, tek tek soruyor ve Türkçe olarak cevap verilmesini istiyordu. Sıra, Arabistanlı bir arkadaşımıza gelince, hocamızın sorusuna o, cevap olarak: “Elhamdülillah, hiçbir şey yapmadım!” deyince, buna bütün sınıf olarak gülüşmüştük.
Türkiye’ye gelişimden yaklaşık üç buçuk-dört yıl aradan sonra şimdi yaz tatili için ülkeme gitmek üzere hazırlık yapıyor ve Türkiye’ye ilk gelişimdeki heyecana benzer bir duygu karmaşası yaşıyorum.
Ülkemde, hayatımın çocukluk ve ilk gençlik yıllarını yaşadığım beldelerde, evimizin bulunduğu, arkadaşlarımla oyunlar oynadığım sokaklarda neler değişmişti! O zamanlar küçük çocuk olarak bıraktığım kimselerin büyümüş halini görünce, onları tanıyabilecekmiydim! Hepsini merak ediyorum.
Tekrar babamla, kardeşlerimle, akraba ve arkadaşlarımla kavuşacak ve yüz yüze görüşeceğim ve küçük yaşlarımda vefat etmiş olan anacığımın ruhuna Fatihalar ve Kur’anlar okuyacağım.
Allah hayırlarla karşılaştırsın.
Habibullah ATEFİ