Nihayet vakit tamam oldu, bir kere daha Ramazan-ı Şerif’e kavuşmak nasip oldu. Sünnet-i Resul’e uyarak, "Allah’ım, Recep ve Şaban'ı bize mübarek kıl ve bizi Ramazan'a ulaştır" diye niyaz edenlerin niyazı kabul oldu. Hayırlı ve mübarek olsun, rahmetiyle gönüllerimizi ferahlatsın, Ümmet-i İslam için tevhide vesile olsun ve mazlumların gözyaşlarını dindirsin inşallah.
Malum bu defa orucu ve yası birlikte tutacağız. Bu ifadeyi sosyal medyada gördüm (sonra aradım bulamadım, kime ait bu ifade bilemiyorum, beni affetsin), sizlerle de paylaşayım dedim. Doğrusu çok iyi anlatıyor ahvalimizi. Bir yandan Ramazan-ı Şerif’e erişmenin hoşluğunu derinlerimizde yaşarken -ki bu elbette bir lütuf, bir nimet ve rahmettir-, diğer yandan Gazze’nin acısıyla içimiz kavrulmaya devam ediyor. Buna da hamdolsun, zulmün böylesine bile gözlerini kapatabilenler var çünkü aramızda.
Velhasıl, bu defa her Ramazan’dan farklı bir hissiyat içindeyiz, öyle de olmalıyız. Çünkü bizim sabah ile akşam ezanı arasında tuttuğumuz orucu, Gazzeli kardeşlerimiz günlerdir, sahuru yaşamadan ve iftar etmeden tutmak durumundalar. Bu defa, bu buruklukla oruca başlıyoruz, orucu gün boyu yaşarken bunu da gönlümüzde tutmamız ve gözümüzü başka yere çevirmeden adam gibi Gazze’nin hüznünü, kederini, acısını kuşanmamız gerekiyor. Bolca niyaz ederek, gözyaşlarıyla aczimizi itiraf ederek Rabbimizden hem bağışlanma hem inşirah hem felah dilemek borcundayız. Başka türlüsü, bizi oruçla gerçekten irtibatlı kılmaz, pek çok ibretle dolu bu tecrübenin idrakine vardırmaz.
Yine sosyal medyada Filistinli bir genç kardeşimizin bir haklı talebiyle karşılaştım. O kardeşimiz çektiği videoda Ramazan ayında dünyanın dört bir yanındaki Müslümanlardan sosyal medyada yemek fotoğrafları paylaşmamalarını istiyor. Çok yerinde bir talep... Esasen insanların yediğini içtiğini paylaşmasını genel anlamda çok doğru bulmuyorum. Malum, İslam toplumunda sokakta açık şekilde bir şey yemek içmek zaten makbul görülmemiş, hatta ulema arasında bunu yapanın şahitliğinin kabul edilmeyeceği yolunda hüküm verenler olmuştur. Bunun da pek bir farkı yok. Artık sosyal medyadan kaçılamıyor; acizâne, bu nimetlere sahip olanların bu nimetlerden yoksun olanları düşünmesi icap eder diye düşünüyorum.
Gazze’deki kardeşlerimiz şu anda bırakın mükellef sofraları, o sofralardaki kuru ekmek ve bir yudum sudan bile mahrum durumdalar. Bu fotoğraf ve videoları o kardeşlerimiz hiç görmeyecek olsalar bile, iki omzumuzdaki iki melek ve elbette her şeyi bilen, gören, işiten Rabbimiz biliyor. Bu edebi özellikle bu Ramazan’da şiar edinmeliyiz.
Bunun ötesinde iftar ve sahur sofralarımızı birer ziyafet vesilesi gibi düşünmekten kaçınarak, mevcut halinden çok daha mütevazı bir hale getirmeliyiz. Böyle bir zamanda, bu mübarek ayda bile tok açın halinden anlamayacaksa, Ramazan-ı Şerif’in manevi ikliminden nasiplendiğimizi söylememiz herhalde abesle iştigal olacaktır.
Müsaadenizle biraz daha ileri gideyim... Bu Ramazan ayında ilgili herkesten ricam, şatafatlı kurumsal iftarların, kalabalık davetlerin, samimi aile ve dost buluşmaları hariç sofra ‘etkinlik’lerinin, en azından bu Ramazan için hiç gündeme alınmamasıdır. Belki örnek olur maksadıyla, bu yıl bu tür davetlere icabet edemeyeceğimi buradan ilan etmek istiyorum. İlle bir iftar ikramı yapmak isteyen kurumlar ve kişiler, bunun için oluşturacakları bütçeyi Gazze’ye gönderebilir, belki oradaki mazlumları sevindirebilirler.
Mümkün olduğu kadar evimizde, mütevazı sofralarla, israfa yol açmamaya belki her zamankinden (ki aslında pek dikkatli değiliz bu konuda) daha fazla dikkat ederek geçirelim bu ayı. Daha fazlasına hakkımız yok, aciz kanaatim budur.
Orucu ve yası birlikte tutmak | Gökhan Özcan (yenisafak.com)