FERÂSET İLE İLGİLİ BİR HİKAYE... ÇOBANDAKİ FERÂSET VE MARİFET...

FERÂSET İLE İLGİLİ BİR HİKAYE... ÇOBANDAKİ FERÂSET VE MARİFET...

FERÂSET İLE İLGİLİ BİR HİKAYE... ÇOBANDAKİ FERÂSET VE MARİFET...


Ferâset İle İlgili Bir Hikaye...

ÇOBANDAKİ FERASET VE MARİFET...

Abdullah bin Mübarek (rah) bir gün Medine dışında seyahat ediyordu. Yolda koyun otlatan genç bir çoban gördü. Gence acıdı. Bu zavallı genç, çocuklukta cobanlık yaparsa büyüyünce Allah Teala’nın ibadet ve marifetini nasıl öğrenir, diye düşündü ve kendi kendine, ????????Gideyim, ona Allah Teala’yı tanıması için bazı şeyler söyleyeyim, bir kaç mesele öğreteyim deyip genç çobanın yanına geldi.

Ona selam verip tanıştıktan sonra, Evladım, Allah Teala’yı bilir misin? diye sordu. Çoban, Kul sahibini nasıl bilmez? dedi. Abdullah bin Mübarek, Allah Teala’yı ne ile nasıl tanıdın, kim öğretti? diye sordu. Çoban, Bu koyunlarımla tanıdım dedi. Abdullah bin Mubarek, Bu koyunlarla O????????nu ne şekilde tanıdın ki? diye sordu. Çoban, Düşünsene, bu bir kaç koyun sahipsiz ve çobansız olmaz, olan da bir işe yaramaz. Bunlara su ve ot verecek, kurttan ve diğer tehlikelerden koruyacak birisi lazımdır. Bundan anladım ki kainat, insanlar, cinler, hayvanlar, diğer canlılar ve şu üzerimde uçan kanatlı kuşlar bir koruyucuya muhtaçtır. Hem bunlar kendi kendine olmaz. Şu alemde ki binlerce çeşit varlıkları yaratan, koruyan, kollayan, hepsine gücü yeten biri vardır. Bu Allah Tealadan başkası değildir. İşte bu koyunlarla Allah Teala’nın varlığını böylece bildim dedi. Abdullah bin Mübarek, Allah Teala’yı nasıl bilirsin? diye sordu. Çoban, Onu hiçbir şeye benzetmeden bilirim dedi.

Onun hiçbir şeye benzemediğini nasıl bildin? diye sordu. Çoban, Yine bu koyunları düşünerek böyle olduğunu bildim dedi. Abdullah bin Mübarek, Nasıl düşündün? diye sordu. Çoban, Şöyle düşündüm: Ben bu koyunların çobanıyım, onları sevk ve idare ediyorum. Bakıyorum, ne onlar bana benziyor, ne de ben onlara. Bundan anladım ki, bir çoban koyunlarına benzemezse, bütün varlıkların sahibi olan Allah Teala da kullarına benzemez dedi. Abdullah bin Mübarek, Güzel, doğru söyledin. İlimden bir şey öğrendin mi? diye sordu. Çoban, Ben bu sahralarda, nasıl ilim tahsil edebilirim ki dedi. Abdullah bin Mübarek, Peki, bu ferasetle başka ne öğrenmişsin? diye sordu. Çoban, Yüce Allahın yardımı ile üç çeşit ilim öğrendim. Bunlar gönül ilmi ve beden ilmidir dedi. Abdullah bin Mübarek, Bunlar nelerdir? diye sorunca, genç çoban şöyle açıkladı. Gönül ilmi şudur: Allah bana kalp verdi. Orayı kendisine muhabbet ve marifet yeri yaptı. İstedi ki bu kalp ile O????????nu bileyim, tanıyayım ve seveyim.

Ayrıca Onun sevdiklerini de seveyim, sevmediklerine kalbimde yer vermeyeyim, onlardan uzak kalayım. Dil ilmi şudur: Allah bana dil verdi. Bu dilimle kendisini zikretmemi, adını anmamı ve nimetlerini anlatmamı istedi. Dilime kötü sözü yasakladı. Beden ilmi şudur: Yüce Allah bana beden verdi. Onunla kendisine hizmet ve ibadet yapmamı istedi. Hayırda koşmayı, kötü işlerden uzaklaşmayı emretti. Genç çobandan bunları dinleyen Abdullah bin Mübarek, işittiklerine hayret etti. Çok memnun oldu. Çobanı tebrik etti ve ona, Ey genç, senin bu söylediklerin öncekilerin ve sonrakilerin bilmesi gereken ilimdir. İlmin aslını ve herkese lazım olanı sen söyledin. Şimdi o temiz gönlünle bana bir nasihat et dedi. Genç çoban şunları söyledi. Efendi, yüzünüzden alim bir zat olduğunuz belli oluyor. Eğer ilmi Allah rızası için öğrendi iseniz artık insanlardan bir şey istemeyin, onlardan bir menfaat beklemeyin. Eger din ilmini dünya kazanmak için ögrenmişseniz ahirette bir faydasını göremezsiniz, cennete giremezsiniz. Ayrıca vebali de sana kalır dedi. Abdullah bin Mübarek (rah), genç çobana dua ederek ve yüce Allaha şükrederek oradan ayrıldı.