1975 Kuveyt doğumlu Fayez Muhammed Ahmet El Kenderi Afganistan’da cami yapımı ve yardım için bulunurken Amerikan güçleri tarafından 2002 yılında gözaltına alınmış ve 14 yıl Guantanamo’da tutsak kalmıştır. Halen Kuveyt’te bir camide imamlık yapmaktadır.
Fayez Muhammed Ahmet El kenderi’nin bu hafta Kuveyt’in Mubarek el Kebir- Sabah el Salem bölgesinde bulunan bir camide Gazze ve Filistin üzerine verdiği Cuma hutbesinin görüntüsünü ve Lokman Doğmuş tarafından yapılan Türkçe tercümesini ilginize sunuyoruz:
sunuyoruz:
"Şehit ve yaralılardan on binlerce…
Yıkılmış evler…
Bu korkunç yıkımda kim kınanabilir? Gasp edilmiş hakkını ve işgal edilmiş toprağını almak, mukaddesatını zalim işgalcilerin necasetinden temizlemek isteyen mazlum mu yoksa güç gösterisinde bulunan, şirretlik yapan, küstahlık yapıp tuğyana kalkışan gasıp, mücrim işgalci mi?
İnsanlık tarihinde bütün işgalciler özgürlüğün bedelinin kölelik tasması ile yaşamanın bedelinden daha ağır olması için çalışır, böylece köle; köle olarak ve özgürlüğün bedelini ödemekten korkarak yaşasın. Bu yüzden işgal altındaki bir toplum rahat bir hayatı tercih ederse vatanını kurtaramaz.
Mü’min insan, her şeyi Rahman olan Allah’ın ölçüsü ile ölçer. Münafık ise her şeyi heva ve şeytanın ölçüsü ile ölçer. Özgür ve saygın mü’min, işleri “Bu böyledir; her kim kendisine yapılan saldırıya ona denk bir şekilde karşılık verir ve buna rağmen yeniden saldırıya uğrayıp hakkı çiğnenirse, Allah ona kesinlikle yardım edecektir. Allah, çok affedici, çok bağışlayıcıdır.” Ayetinin ölçüsüyle ölçer. Mazlum olarak kendisine yapılana denk bir şekilde karşılık verir. Kendisine saldırılmış. Hakkını almak istiyor. Kim kendisine yapılan saldırıya denk bir şekilde karşılık verirse ve sonra yeniden saldırıya uğrasa, zalim yeniden saldırsa, yeniden zulme başlarsa… Allah burada mazluma sen yanlış yaptın demiyor, mazlumu kınamıyor, aksine diyor ki “Allah yardım edecek”. Dünyada, ahirette veya hem dünya hem de ahirette. Ama alçak münafık burayı “yeniden saldırıya uğrayıp hakkı çiğnenirse onu yüzüstü bırakacağız” şeklinde anlıyor. Çünkü ona göre başa gelen bütün bu yıkımın sebebi mazlumun kendisidir. Mazluma “sensin bütün bu yıkımların sebebi” diyor. Bu bütün zaman ve mekânlardaki münafıklığın mantığıdır. Abdullah ibniUbeyibniSelul’dan günümüze ve Allah’ın dünya için yok olma iznini verdiği zamana kadar böyle olacak.
Mü’min, işleri Allah'ın mizanı ile ölçer. Mümin Ashab-ı Uhdud’u pâk ve sadık şehitler olarak görür. Onlar batıl yerine Allah’ın yanında olanı tercih ettiler. Ama köle (ruhlu) münafıklar ise onları ahmak ve tedbirsiz olarak görüyor. Münafıklara göre onlardır bu soykırım ve katliamın sebebi, çünkü onlar “ruhsat”ı kullanmadılar. Münafık, Ashab-ı Uhdud’u böyle görüyor. Münafık bu sözünde ısrarcıdır ama açıklamaya cesaret edemiyor. Ama mantık aynı mantık: madem ruhsatı kabul etmediler öyleyse sorumlu onlardır. Biz şefkatliyiz. Böyle diyor yalancı münafıklar. “Biz bu çocuk için bu anne için üzülüyoruz, çocuğuyla birlikte kendini ateşe atması çok üzücü. Çocuğun ne suçu var?” diyorlar. Aslında eğer doğru sözlü olsaydılar mü’minlerin kalpleri nasıl paramparça oluyorsa, cesetleri parçalanan çocukları görünce onların da kalpleri parça parça olurdu. Ama onlar yalancıdır.
Mümin, olayları Allah’ın ölçüsü ile ölçer. Mümin, Allahın habibi (S.A.V.) ve Ashab-ı Kiram’ın (R.A.) dinde taviz vermeyi ret ettiklerinde haklı olduklarını görür. Arap kabileleri üzerlerine üşüştüler, bir hendekte kuşattılar, aç bıraktılar. Zorluk ve musibetlere duçar ettiler. Hatta Habib (S.A.V.) açlıktan mübarek karnına iki taş bağlıyordu. Ama münafık diyor ki “hayır onlar doğru yapmıyordu, onlar siyasi ödün verme sanatını bilmiyordu”
Münafık, zillet ve alçaklığı bir sanat olarak görür. Zillet ve alçaklığa “hikmet” der. “sağduyu” der, “tecrübe” der. Bunun gibi bir terminoloji savaşı devam ediyor. Bütün yer ve zamanlarda.
Sahih-i Müslim’de geçtiği gibi bir keresinde adamın biri Hz. Peygambere gelip “Ey Allah’ın elçisi, eğer bir adam gelse ve malımı benden zorla almaya çalışsa ne yapayım? Hz. Peygamber dedi ki “ona malını verme”. Bu İslam’ın prensibidir. Bu onur ve izzettir. “malını verme ona” Adam dedi ki “peki beni öldürmeye çalışsa?” görüldüğü gibi konu basit değil, kan dökme söz konusu. Hz. Peygamber dedi ki: “onunla savaş!” Adam dedi ki “peki o beni öldürse?” Hz. Peygamber “sen şehid olursun”. Dedi. İşte bu büyük kazançtır. Adam dedi ki “peki ben onu öldürsem?” Hz. Peygamber: “O cehenneme girer” dedi.
İslam’ın ölçüsü apaçıktır. Mademki sen mazlumsun, ruhsat senin için caizdir. Fakat azimet yolunu seçersen sen kahramansın, sen cesursun, yüreklisin, yücesin. Sen dünya ve ahiret hayrını kazanan kişisin. Sen bu ümmetin gelecek nesillerinin medresesi oldun. Ama münafık, bu azimet yolunu seçen insanları sırtından bıçaklıyor. Hayır diyor bu kendini tehlikeye atmaktır, Ver onlara malını da ırzını da ver ki rahat edesin. Bu, nifakın prensibidir. Diyor ki münafık; sen mal ile canı birbiriyle mi karşılaştırıyorsun? Can, maldan tabi ki daha üstündür. Bu, nifakın mantığıdır.Böyle anlıyor münafık. Dini anlamada sorun yaşıyor. Kalbinde hastalık var. Ve diyor ki bu çok büyük bir sorun canları korumak için malın verilmesi gerekir diyor. Peki ırz? Ver ırzını da!
Habib (S.A.V.) eğer ona malını verme dediyse peki evimi, ailemi, toprağımı, vatanımı, mukaddesatımı almak isteyene nasıl davranacağım? Bunların hepsini verecek miyim? Malını verme diyen haşa mukaddesatını ver mi diyecek? Vatanını ver mi diyecek? Evini aileni ver mi diyecek?
Bu, Kur’an’ın prensibidir. Ve öbürü de nifakın prensibi. Her zaman ve her yerde.
Yüz otuz günden fazladır, kahramanlarla doğrudan savaşmaktan aciz olduğu için, korkaklara, rezillere, adilere özgü bir yöntemle çocuk ve sivilleri vahşice bombalayan, füze fırlatanlar, yüz otuz gündür sabırlı, mü’min Gazze’yi hâlâ ele geçiremediler.
Acaba saygınlığımızı biraz kazansak, sınırları açsak, ben bunu Hz. Habib’in (S.A.V) zamanında olduğu gibi kahramanların yaptığı gibi yapalım demiyorum, savaşa, şerefli kahramanların katıldığı savaşa katılalım demiyorum, hayır hayır, onun dönemindeki kadınların yaptığını yapalım diyorum, sadece bu. Ve sınırlar açılsa ve onlara gıda, mal ve silah ulaştırsak, tıpkı Hz. Peygamber’in (S.A.V.) döneminde kadınların yaptığı gibi yapsak vallahi de hezimete uğrayacaklar.
Zalim işgalciler bizim zayıflığımızdan dolayı kazanmıyorlar, aksine korkaklığımızdan dolayı kazanıyorlar. Zorba, zalim işgalci bize karşı aczimizden dolayı kazanmıyor. Aksine bizim gevşekliğimizden dolayı kazanıyor. Biz aciz değiliz. Ama biz korkağız. Bu ezici korku duvarının yıkılması gerekir.
Saygınlığımızı azıcık kazanmaya başlasak, çünkü biz zayıf değiliz. Aciz değiliz. Bu ümmetin aslanları var, bu ümmetin hayvani, zirai, madeni servetleri var, su ve gıda kaynakları var, çok sayıda güç, izzet, onur vesileleri var. Fakat Amr ibnu Ma’d’ın kılıcı korkak bir zavallının elinde şimdi. Şeybub (ok ustası) Antere’nin kılıcına ne yapsın kalbi Şeybub’un kalbi olup Antere’nin kalbi olmadıktan sonra. Öyleyse korku duvarının yıkılması lazım. Çünkü bu zalim, müstebid, insanlıktan uzak düşman Gazze ile yetinmeyecek. Hepimizi köleleştirmek istiyor.
İmanın mantığına göre ona malını vermemen gerekiyor. Nifakın mantığına göre ise malını ver ve hakir bir şekilde eğil. Ve güvenliğin ve faydan için ırzını bile teslim et. Sevban (r.a) hadisinde, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Yakında milletler yemek yiyenlerin (başkalarını) çanaklarına (sofralarına) davet ettikleri gibi size karşı (savaşmak için) biribirlerini davet edecekler. Gelin diyecekler sen de gel siz de gelin diye birbirlerini çağıracaklar. "Birisi (allah ondan razı olsun) "Bu o gün bizim azlığımızdan dolayı mı olacak?” dedi. Çünkü cesur insanlardı. Nasıl olur diyor. Rasûlullah (s.a.v.) ; "Hayır, aksine siz o gün kalabalık fakat selin önündeki çör çöp gibi zayıf olacaksınız. Allah düşmanlarınızın gönlünden sizden korkma hissini soyup alacak sizin gönlünüze de vehn atacak" buyurdu. Yine bir adam: Vehn nedir? ya Rasûlullah diye sorunca,"Vehn, dünyayı sevmek ve ölümü kötü görmektir" buyurdu. Allah’ın düşmanların kalbine koyduğu o korku… Yine Hz. Peygamber’in dediği gibi “Bir aylık zamanda kat edilecek uzaklıkta bulunan düşmanlarımın kalbine korku salmakla desteklendim.” Çünkü onlar Allah’ın kitabını yücelttiler, Allah da onları yüceltti ve izzetli kıldı ve düşmanlarının kalbine korku saldı. Fakat biz Allah’ın kitabını terkedip arkamıza fırlattığımız zaman hayır…o zaman denklem değişti, denge değişti. Allah onlardan o korkuyu çekti çünkü biz buna müstahak değiliz. . Allah düşmanlarınızın gönlünden sizden korkma hissini soyup alacak sizin gönlünüze de vehn atacak, Vehn nedir diye sordu biri, Allah resulü : dünyayı sevmek ve ölümü kötü görmektir. Bu cümlenin altını bin defa çizelim. Sır burada çünkü. Zaferin veya yenilginin anahtarı burada, dünya sevgisi ve ölümden nefret etmek. Cenab-ı Allah’ın buyurduğu gibi “onları insanların yaşamaya en düşkünü olarak bulursun” Cenabı Allah burada hayatı belirsiz bir isim olarak zikretmiş. Yani herhangi bir hayat. Zelil bir hayat da olsa hakir bir hayat da olsa hatta kurtçuk ve hamam böceği hayatı bile olsa… önemli olan benim yaşamam yani. Onları insanların yaşamaya en düşkünü olarak bulursun, önemli olan yaşamam.
Fakat onurlu ve şerefli, özü sözü bir insanların mantığı ise işgal edilmiş bir saraydansa yıkılmış (ama özgür) bir evde yaşayayım şeklindedir. Onlar da yıkılmış evlerinde yaşamayı işgal edilmiş sarayda köle olarak yaşamaya tercih ettiler. Köle (ruhlu) münafıklar bu formülü anlayamaz.
Hamd, gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve nuru var eden Allah’a mahsustur. Ama yine de kâfir olanlar (putları) rablerine eş tutuyorlar. Sizi (özel) bir çamurdan yaratan, sonra ölüm zamanını takdir eden ancak O’dur. O’nun katında bir ecel daha vardır. Siz hâlâ şüphe ediyorsunuz.
Allah’ım, sevdiğim gözümün nuru Muhammed’e (S.A.V.) daim ve sonsuz salat ve selam olsun. Gökler ve yerler dolusu ve ikisi arasındakiler ve bundan sonra dilediğin şeyler dolusu kadar selam olsun. Allah’ım! Ben şüphesiz senin pâk, güzel, mübarek ve zatına en sevimli ismin ile senden isterim, o isim ki onunla çağrıldığın zaman icabet edersin, onunla senden istendiği zaman verirsin, onunla senden rahmet talep edildiği zaman rahmet eylersin ve sıkıntıdan kurtulmak için onunla senden yardım dilendiği zaman sıkıntıdan kurtarırsın.
Allah’ım İslam'a ve Müslümanlara yardım et.
Allah’ım İslam'a ve Müslümanlara yardım et.
Allah’ım İslam'a ve Müslümanlara yardım et.
Allah’ım Gazze, Şam ve bütün Müslüman beldelerdeki Müslüman kardeşlerimize yardım et. Allah’ım düşmanlarına karşı onlara büyük bir zaferle yardım et. Ey rahim olan Allah onlara rahmet et. Ey Kerim olan Allah’ım onlara ikramda bulun. Ey Aziz olan Allah’ım onları izzetli kıl. Allah’ım onların ayıplarını ört. Allah’ım onları korkulardan emin kıl. Allah’ım onların kalplerini birbirine bağla. Allah’ım ayaklarını sabit, atışlarını isabetli kıl. Allah’ım onlara doğru olanı ilham et. Allah’ım onların saflarını birleştir. Allah’ım onların sözlerini birleştir. Allah’ım! onları önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından ve üstlerinden gelecek her türlü tehlikeden koru. Allah’ım altlarından gelecek belalar ile helak olmalarından senin büyüklüğüne sığınırım. Allah’ım mücrim Siyonistleri ve onların dostlarını sana havale ediyorum. Allah’ım onları ortadan kaldır, onları birer birer yok et ve hiç birini bırakma. Allah’ım onların birliklerini boz. Cemaatlerini dağıt. Allah’ım onları ibret-i alem kıl ve onlarda bize bir mucize göster. Onlar seni aciz bırakamaz.
Allah’ım Müslümanları senin dinine güzel bir dönüşle döndür ve onlarla İslam’a ve Müslümanlara yardım et.
Allah’ım Müslümanları senin dinine güzel bir dönüşle döndür ve onlarla İslam’a ve Müslümanlara yardım et.
Allah’ım Müslümanları senin dinine güzel bir dönüşle döndür ve onlarla İslam’a ve Müslümanlara yardım et.
Allah’ım bizi, yaşayan ve vefat etmiş analarımızı ve babalarımızı mümin erkek ve mümin kadınları, Müslüman erkek ve Müslüman kadınları affet."
Kaynak: Gazze sen bu ümmetin ve gelecek nesillerin medresesi oldun!