Önceki yazımızda dini doğru anlama konusunda yeni bir buhran yaşadığımızı ve dini doğru anlayamamanın temel sebeplerinin onun asıl kaynaklarından haberdar olmamak yani cehalet, fırka İslam’ına tutunma ve bilgi kirlenmesi olduğunu söylemiştik. Buna şunları da eklemeliyiz:
İslam bünyesinin modern şeytanların ve deccalların mutasyona uğramasına karşılık onlarla mukavemet edecek antikorlar üretmeyi başaramaması da önemli bir sebeptir. Hep söylediğimiz gibi bunun açılımı, münzel ayetlerle kevnî ayetleri beraber okuyabilecek, diğer ifadesiyle din bilim ilişkisini sağlam kurabilecek ulemanın, mütefekkirlerin yeterli keyfiyet ve kemiyette olmamasıdır. Yaşadığımız kozmopolit, hedonist, zevkperest hakim kültür de bunun en büyük engelidir. İslam ve ümmet gibi her ırkı ve her rengi birleştirecek evrensel bir vizyonun yerine ırkçılık, ulusçuluk ve milliyetçilik gibi bölücü ve parçalayıcı anlayışların ikame edilmesi de dini doğru anlamanın en büyük engellerindendir.
Bunları aşabilip ille de din diyen, ama onu doğru anlayamayanlar için de mezhepçilik ve fırkacılık aparatları geliştirildi ve bu düşünceler İslam dünyasında bilinçli bir şekilde beslenip yaygınlaştırıldı. Ben bunun sosyoloji, antropoloji hatta psikoloji bilimleri kullanılarak üretildiği kesin kanaatindeyim. Oysa aynı bilimlerle Batı kendi içinde bu parçalayıcı düşünceleri bertaraf edip birleşmenin yollarını aradı ve büyük ölçüde de buldu. Avrupa’da Alman, Fransız, İngiliz hatta Katolik ve Ortodoks olmaya karşılık Avrupalılığı, bütün ırkların karışımı olan Amerika’da da Amerikalılığı ikame ettiler ve parçalanıp çatışma tehlikesini kısmen aştılar. Bizim için ise bu birleştirici güç ümmet yani vahdet bilincidir.
O sözünü ettiğimiz bilimleri Batı işte bu iki şeyi gerçekleştirmek için kullandı ve geliştirdi. Kendilerini birleştirmek, ötekini ise parçalayıp yutulur hale getirmek. Biz de bu tehlikenin farkına varamadıkça küçülmeye ve yutulmaya devam edeceğiz. Bu beladan kurtulmanın iki tek yolu vardır. Bir, bizim bu bölücü düşüncelerin farkına varıp onlardan uzaklaşmamız, günümüzün ulü’l-emri olan ulemaya danışmamız ve onların sayısını ve kalitesini artırmaya çalışmamız. İki, Batı’nın, Rusya’nın, Çin’in, Amerika’nın dağılmasını beklememiz ve bunun için dua etmemiz. Bu ise Müslümanca ve akıllıca bir tavır değildir.
Son zamanlarda İran’ın şovenist ve mezhepçi propagandalarıyla bizim bazı çevrelerimizin bu sinsi ve tehlikeli siyasete alet olmaları şahsen benim kanıma dokunuyor. Binlerce Müslümanın katilini şehit ilan eden gafillerimiz var. Bir zamanlar öldürülen komünistlere de komünizm şehidi deniyordu. Oysa bir zalimi daha büyük bir zalim öldürdü diye öldürülen şehit olmaz. ‘Hayatı boyunca kıblesi Kudüs oldu’ denen bir insan, sırf Şii olmadıkları için binlerce, on binlerce Müslümanı katletti, Suriye’yi ve Irak’ı mahvetti.
Bizimkilerin bu gafletinin ise iki önemli sebebi olabilir; cehalet ya da kullanılmışlığa karşılık elde edilen destek ki, bunu da yine ancak zillet yaptırabilir. Biz elbette birilerinin Şii olmasına değil, mezhepçi ve şoven olmasına karşı olmalıyız.
İlim Yayma gençleriyle yaptığımız uzay sohbetimizde onların belirlediği bu konu için şunları da söyledim:
Dini doğru anlayabilmek için önce bunu murad etmek, yani böyle bir iradenin, niyetin sahibi olmak, bunda kararlı ve azimli olmak gerekir. Fıtratımızdaki din ihtiyacı ve saf/kirlenmemiş aklımız bu duyguyu bize hissettirmek için yeterlidir. Gerisi bizim kararımıza ve kımıldanmamıza bağlıdır.
Ardından ‘Amentü’yü iyi öğrenmemiz gelir. Bir hadisi şerif olan ‘Amentü’ muazzam bir iman özetidir. Bizim çocukluğumuzda mektepte, yani daha ilk okula gitmeden önce bunun öğretilmesiyle işe başlanırdı. Sonra İslam’ın beş şartı, sonra otuz iki farz. Basit gibi gelen bu formüller yaşadığı çağı bilen birileri tarafından öğretilirse temel sağlam atılmış demektir.
Ardından dini bilginin asli ve tali kaynakları ve bu kaynaklardan bilgi almanın usulü gelir. Bunların da satırlardan önce sadırlardan alınması gerekir. Dinin sabiteleri, olmazsa olmazları yani usulü’d-din ve değişkenleri yani furuu’d/din yine bilen ve bildiğini yaşayan müminlerden alınmalıdır. Hiçbir şey yaşanmadan doğru anlaşılamaz, anlamak yaşamaktır.
Dini oluşturan iç içe halkaların merkezinden başlanmazsa bütün hakkında kanaat elde edilemez. Kur’an, Sünnet, Fıkıh ve Ahlak/Tasavvuf bu sıraya göre İslam’ı oluşturan halkalardır. Bu halkaların en dışındaki bir çemberden başlayarak bütüncül İslam kavranamaz. Ama bunların hiçbiri de öbürü olmadan anlaşılamaz.
Not: Yeni Şafak gazetesinden alıntıdır. v